0

-Ana yetiş, kapı çalınıyor.

-Üstüme iyilik sağlık, bu saatte kim olsa gerek?

-Belki Hasan’dan bir haber geldi; içim öyle diyor, yetiş ana!

Gelinin bu sözü üzerine, Zeynep Kadın telaşla yerinden fırladı ve ayaklarına nalınlarını bile geçirmeden sokak kapısına koştu.

Filvaki, bu vakitsiz gece zairi, Zeynep Kadın’a daima oğlundan haberler getiren köyün ihtiyar jandarması Osman Efendi idi.

-Osman Efendi, mektup mu var?

-Evet, fakat doğrudan doğruya sana değil… Hele başını ört de azıcık mescide kadar gel, sana söyleyeceğimiz var.

Zeynep Kadın, Osman Efendi’nin kendisini bu tarzda çağırışından az çok meşum bir haberin kokusunu almakla beraber metanetini kaybetmedi; her kadın gibi fazla telaşa, fazla ses söze meydan vermedi; çünkü gelini dokuz aylık hamiledir ve evin iç kapısı eşiğinde, karanlıkta onları dinliyor.

-Ana kimmiş, neymiş, ne varmış?

Zeynep Kadın sükûnetle başına yeldirmesini aldı, ayaklarına nalınlarını geçirdi:

-Hiçbir şey, dedi, Osman Efendi gelmiş, mektup var diyor. Şimdi mescide kadar gidip imam efendiye okutacağız. Ve bunları söyleyerek sessizce Osman Efendi’nin arkasına düştü. Yolda hiçbir şey sormadı. Oğluna dair alacağı haberin mahiyetine şimdiden vakıf bir hali vardı. Herkes teravihten yeni çıkmış evlerine avdet ediyordu. Mescidin avlusunda donuk ve isli bir fener yanıyordu. Jandarma Osman Efendi ile Zeynep Kadın bu fenerin altına geldikleri zaman durdular. Osman Efendi, Zeynep Kadın’ın yüzüne bakmayarak dedi ki:

-Kâğıt, epeyce uzun yazılmış, ben layıkıyla okuyamayacağım. Sen azıcık şurada bekle, hocayı çağırayım, o hem okur, hem de anlatır.

Zeynep Kadın zaten uzun bir yol yürümüş gibi bitaptı.

‘’Tanrım, n’olsa gerek n’olsa gerek!’ ’diyordu ve şaşkın şaşkın karanlıklara bakıyordu. Çok sürmedi, jandarma Osman Efendi imam efendiyle beraber geldiler ve onlar da yavaşça fenerin altına, ihtiyar kadının yanı başına çömeldiler.

İmam efendi, evvela kemali dikkatle zarfın üstünü okudu:’’ Aydın vilayeti dâhilinde, Karaağaç kazasına tabi… kariyesinde jandarma çavuşu Osman Efendi vasıtasıyla merhum Musa Kâhya’nın haremi Zeynep Hanım’a mahsustur.’’

Zeynep Kadın, imam efendinin bu cümlelik kıraatını her nedense gözleri yaşararak dinledi ve sıra asıl mektuba gelince kalbi çarpmaya başladı:

-Mektup kimden hoca efendi, aman imzaya bak, mektup kimden?  diyordu.

İmam efendi hiç cevap vermedi ve mektubu evvela yavaş sesle, süze süze, kendi için okudu. İmza üzerinde uzun uzun durdu; sonra bir defa daha o sessiz kıraatı tekrar etti. Zeynep Kadın’ın sabrı tükeniyordu.

-Aman hoca efendi söyle ne olmuş? Hasan’dan mı?

Hoca efendi ağır ağır başını kaldırdı ve gözlerini uzun bir müddet ihtiyar kadının gözlerine dikti, sonra birden dedi ki:

-Hasan şehit olmuş, sana ömür…

Zeynep Kadın evvela bir şey anlayamadı; ışığına sığındıkları fener, camları ve aleviyle beraber başının üstüne düştü sanki ve iki ellerine şakaklarına bastırıp çömeldiği yere yığılı verdi;  ihtiyar kadın epeyce bir zaman bir eski esvap yığını halinde sessiz ve hareketsiz kaldı, sonra yavaş yavaş uzun ve ıttıratsız fasılalarla derinden derine hıçkırmaya,  inlemeye başladı.  Jandarma  Osman Efendi ile mescidin imamı onu bir müddet boşalsın diye bıraktılar, sonra ikisi birden ayağa  kalktı ve yerde yatanı omuzlarından tutup kaldırmak istediler. Zeynep Kadın’ın vücudu gittikçe coşan deruni hıçkırıkların sarsıntıları içindeydi. Arada bir göğsü boşaldıkça:

-Ah yavrum, ah! diye sızlanıyor ve elleriyle göğsünü yırtmak ister gibi hareketler yapıyordu; sonra birdenbire sustu, başını iki tarafa sallayarak:

-İki üç gün sonra dünyaya bir de çocuğu gelecek. Yavrumun yavrusu… Yavrum gitti, yavrusu geliyor. Bu ne iş Allah’ım, ne iş Rabbim,  diye inledi.

Bu sözler üzerine Osman Efendi metin ve gür bir sesle dedi ki:

-Öyleyse kendini topla, sesini kes! Maazallah gelinin meseleyi işitecek olursa iki cana birden kıyılmış olur. Düşün bir kere ölen senin evladındır; fakat onun kocası ve karnında taşıdığı çocuğun babasıdır; kadın kısmı, hele genç iken hele bir de yüklü ise kedere hiç tahammül edemez. Eve dönerken ne yapıp yap gözlerinin yaşını sil, Hasan’dan iyilik haberi aldık diye bir yalan uydur; birkaç gün dişini sık; kurtulsun, ondan sonra ne yaparsan yap!

Zeynep Kadın, gözlerinden yaşlar boşanarak:

-Osman Efendi, sözün doğru… Doğru ama yapması güç! Bilemezsin yüreğim nasıl yanıyor… dedi.

Bunun üzerine bir kenarda mütefekkir kalan imam efendi söze karıştı.

-Şehide ağlamak günahtır, dedi, hem Cenabı Hak sana ayrıca büyük bir lütuf etmiş, bir tanesi aldı onun yerine bir diğerini gönderiyor.

Zeynep Kadın’ın hıçkırıkları içine aktı ve sendeleye sendeleye evini yolunun tuttu. Osman Efendi ile imam onu beş on adım geride takip ettiler. İhtiyar kadın evinin yolunu unutmuş gibi ikide bir duruyor, şaşkın şaşkın etrafına bakınıyor, sonra ayakları sürçerek tekrar yürümeye başlıyordu. Kapının önüne geldiği zaman ye’si o kadar arttı ki, kendini yüzün koyun yere atıp avazıyla haykıra haykıra ağlamak istedi fakat gelini tam kapının arkasında onu bekliyordu:

-Ana ne var? Niye bu kadar geciktin, meraktan çatlıyorum, söyle ana, ne var?

-Hiç… İyilik, iyilik kızım, sana selamı var, iyilik kızım…

Can verilen saniyedeki kadar müthiş bir an içinde söylenen bu sözleri müteakip Zeynep Kadın kapının önüne yığılı verdi; fakat bununla beraber, Anadolu’nun metin ve gayretli kadını iradesini kaybetmedi ve yanı başında duran geline karşı, gittikçe bütün varlığını kaplayan cehennemi yasın ateşlerini örtmek için şöyle tuhaf bir hile buldu:

-Şuracıkta, dedi, şuracıkta… Ne oldu bilmiyorum, sanki bastığım yerden bir şey kayıverdi, ayağım öyle bir burkuldu ki acısı burnumdan çıkıyor. Bunları söyleyerek adeta süne sürüne kendini içeri attı ve:

-Aman, ayağım, aman Allah’ım… Acısına can dayanmıyor, diye ağlamaya başladı.

Zeynep Kadın, böylece bütün gece, bütün bir gün ‘’Ah evladım’’ yerine ‘’Ah ayağım’ ’diye yas tuttu. Gelin ise bir saniye hilenin farkına varmadı ve kendi ağrılarını unutup, kaynanasının acılarını teskine çareler aramakla meşgul oldu.

Bu kara gecenin üstünden dört gün ya geçti ya geçmedi, şehit Hasan’ın karısı bir sabaha karşı, dünyaya esmer başlı gürbüz bir erkek çocuk getirdi.

Zeynep Kadın çocuğu kucağına alıp bağrına basınca bir an için gönlünün yarısını unutur gibi oldu ve gözleri yaşla dolu, sesi hıçkırıklı, ağzını yeni doğanın kapalı bir gonca hallinde duran kulağına yaklaştırıp dedi ki:

-Küçük melek, sen cennetten geliyorsun! Muhakkak orada babanla görüştün, çünkü her tarafında onun kokusu var, söyle bizim için bir şey demedi mi? Söyle rahatı nasıldır? Ve çocukla büyük ana ikisi birden ağlamaya başladılar.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Türk Edebiyatından Seçme Öyküler, s: 211

KKM Yayınları

 

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler