0

Sabahın ilk ışıkları güne değmeye başladığında, her günden farklı bir zaman yaşamıyor gibiydik. Her güne benzeyeceğini sandığım bir gün daha başlamıştı sadece… Sadece sanmıştım demek ki…

Her günkü emekli rolümü oynamaya hazır olduğum bu sabahın ilk saatlerinde tek farklılık, eşimin doğum günümü kutlayan sesi ve beni yanağımdan öperek uyandıran sevgi dolu bakışları sanmıştım… Yanılmışım.

Keşke, günün bu sabah tazeliğindeki ışıklarına düşen tek fark, beni yataktan sevgiyle uyandıran bu sevgi dolu bakışlar ve bu doğduğum günün anlamlı olduğunu bize hissettiren tarihi olsaydı. Öyle olmadı.

Ne de olsa, ben doğum günü çocuğu değil miydim? Bu günün kıymetlisi ben değil miyim? Güneş birazcık benim için daha parlak, dünya benim için biraz daha çekilir bir yer olmaz mıydı bugün? Öyle olmadı.

Yataktan çıktığım halimle, üzerimde eşofman, güne düşen ışıkları ve sabah rüzgârının insanı uyandıran soğuğunu bedenimde hissetmek için oturduğumuz dairenin balkonuna çıktım. Dudaklarımda doğum günü çocuğunda olması gereken o gevrek gülümseme vardı. Var-dı.

Ben apartmanın önündeki geniş yola bakarken, bir çocuk elinde geri dönüşüme kazandırmak için topladığı çöplerini koyduğu, iki tekerlekli çöp arabasıyla apartmanın çöp konteynırlarının olduğu istasyonuna yaklaştı. Onu görür görmez, benim dudaklarımdaki gevrek doğum günü gülümsemesi çoktan kendisine ciddi bir şekil vermiş, çoktan sabahın gevşek vaziyetinden kurtulup, esas duruşa geçmişti…

Çünkü bu yaşta bir çocuk, bu saatte çöp toplamak bir kenara; ya okulda, ya da evde dersleriyle alakalı olmalıydı… Olmalıydı da, neden değildi o zaman? Tüm bunları bir kenara bırak, hangi ebeveyn bu yaştaki bir çocuğu sabahın bu soğuğunda çöp toplamaya göndermiş olabilirdi ki?

Çöp istasyonuna yaklaşan çocuğa daha dikkatlice baktım. Üzerinde ince bir tişört, çorapsız ayaklarında lastik bir terlik ve bacaklarını örtemeyen bir kısa pantolon vardı. Ama hava soğuk.

Doğum günü çocuğu olan bende zaten başkaldırmaya hazır olan isyan duygusu tavan yaptığında, aşağıdaki çöp konteynırlarını çoktan karıştırmaya başlayan çocuğa seslenmeme karşı koyacak tüm engelleri yıkmıştım bile:

-Delikanlı, bana baksana!

Çöpleri karıştıran çocuk, beklenmeyen bu seslenişten ürkmüş, birazda korkmuş ve çöpleri karıştırıyor olmanın utancıyla sesin geldiği yere dönerek:

-Efendim! diye seslendi.

-Sana bir şeyler vereceğim, beni orada bekler misin?

Şaşkınlığını üzerinden daha atamamış olan çocuk:

-Tabi beklerim, dedi edilgen bir tavırla.

Ben, (doğum günü çocuğu) çoktan içimdeki isyan duygusuna teslim olmuş vaziyette; kendi kendime bu düzene ve dünyanın adaletsizliğine saydırır ve bu durumun bir kader olamayacağını kendi kendime sayıklarken, hanımın yanına gittim. Hemen aşağıdaki çocuğa verebileceğimiz elbise ve ayakkabı var mı diye sordum.

Hanım, aynı heyecanla, aynı yaştaki oğlumun beğenmeyipte giymediği, akrabalarımız için sakladığı ne varsa, ayakkabı ve elbiseleri çıkardı, bana uzattı. Ben, aşağıdaki çocuğun beni beklememiş ve gitmiş olacağı endişesiyle merdiven basamaklarını adeta koşarak indim. Şükür ki, bekliyordu. Yanına yaklaştım, masum çocuk yüzü çöpleri karıştırırken kirlenmiş.

-Delikanlı senin adın ne?

-Samet… Samet benim adım.

-Peki, Samet, ben sana ayakkabı ve elbise getirdim, alır mısın?

-Oluuur, dedi. (Boynunu bükerek)

Ben yanımda getirdiğim bir torba dolusu elbise ve adeta yepyeni durumdaki spor ayakkabılarını uzatırken;

-Yalnız hemen şimdi ayakkabıları giymeni istiyorum, olur mu Samet?

Ayakkabıları gören Samet;

-Olmaz abi, şimdi ben çalışıyorum, kirlenir. Sonra giyerim.

-Neden bu saatte buradasın Samet? Okula gitmiyor musun sen?

-Yok abi ben okula gitmiyorum.

-Neden Samet? Kaç yaşındasın sen?

-Ben 13 yaşındayım. İlkokula da gitmedim.

-Neden Samet, Neden gitmedin ki?

-Benim babam yok abi. Annem de evde, bazen temizlik işi olursa çalışıyor. Ben ona bakıyorum!

-Peki Samet, yarın öğleden sonra saat 4 gibi buraya gelir misin? Sana yardım edeceğim

-Tamam, abi seni nasıl bulacağım?

-Tam buraya geleceksin. Ben seni bekliyor olacağım.

-Tamam. Sağ ol abi…

Ayrıldık. Samet elinde iki tekerlekli çöp çuvalı ve benim verdiğim elbise dolu torba ile birlikte uzaklaştı. Ben ondan ayrıldıktan sonra apartmana yönelmiş ve merdivenleri ağır adımlarımla çıkmaya başlamıştım ki, gözyaşlarım bana doğum gününün birer hediyesi olarak dökülmeye çoktan başladı…

Bu kader olamazdı! Olmamalıydı. İşsizlik ve kötü ekonomi insanların yaşam şartlarını kötüleştirebilirdi ama insanlığımızı kötüleştirmemeli ve gözlerimizi de kör etmemeliydi.

Eve varınca, keşke onu eve davet etseydim, karnını doyursaydım diye geçirdim içimden. Olay o kadar kendiliğinden gelişmişti ki, pek düşünerek hareket edememiştim. Hemen balkona tekrar çıktım. Ama Samet gitmişti. Ama yarın nasıl olsa gelecekti.

Demek ki bizler, birer bahane buluyor, güne bakışımızı değiştiren sebeplerin içinde kendimizi daha yaşanmaya değer bir dünyada sanıyorduk! Ama hayatını idame ettirmeye çalışanlar için hayat, biz onu ne kadar pembeye boyamaya çalışırsak çalışalım, tüm acımasızlığıyla devam ediyordu demek ki…

Oktay Kocagöz

Leave a Comment

İlgili İçerikler