0

 

Bakkal Ali, ne anneni ne de babanı severdi; elinde sopa, ta sokak sonuna kadar kovaladığına tanığımdır, bunu biliyor musun?

O sabah, yeni doğan bebesini anımsatan yanık sesini duyduğu an, yüreği cız etti Ali’nin. Çok yakındın ona, burun direğine bastıra bastıra seni aradı. Eğildi dinledi, kalktı kulak verdi. Olmadı, daha bir dikkat kesildi, “Hım!” dedi, “neden bilemedim burada olabileceğini.”

Çömeldi, ekmek dolabının ardına soktu elini bakkal. Parmak uçları yumuşak tenine dokununcaya kadar uzattı kolunu. “Hah!” dedi, belinden yakaladı, çekip çıkardı seni.

O kadar küçücüktün ki sen, ister inan ister inanma, Ali’nin gözleri dolu doluverdi. O kadar tapa tazeydin ki sen, yumuk yumuk gözlerinle bir bebe gibiydin. İçi kaynayıverdi Ali Bakkal’ın, ya Mehmet de sokakta kalsaydı senin gibi yapayalnız, ne yapardı o zaman…

Bir bisküvi kutusuna koydu seni, hava sıcacık olduğu halde üstünü örttü, tezgâhın önüne aldı. Dükkânı bana emanet etti, eve koştu. Ah bir bilsen! Meğer Mehmet’in yedek biberonu aklına gelivermiş de alıp geleyim demiş…

Dolap dışından süt açtı sana; ılığından, sıcağından. Sabah akşam demedi, doyurdu seni Mehmet’in annesi gibi. Ya arkadaşım, işte o sırada tanıdı mahalle çocukları da seni. Sen büyüdün adım adım, Mehmet de sana koşut gıdım gıdım. Sen mahalleli çocukların gözdesi oldun kısa sürede, Mehmet de babasına baş tacı.

Ardına taktın hemcinslerini, ev ziyaretler yaptın mırmır. Gönül aldın, hatır saydın. Başka mahalle sakinleri karın doyurmak için çöp kutusu ararken sen kendini sarayda buldun anam.

Bir tek kötü huyun vardı, biliyor musun; şimdi başına bela kesilen şey neyse, olası ona kaynaklık eden. Kara tasmalı köpekle tanıştığın günü düşünüversen hemen bulursun gülüm, korkundan tırmanıvermiştin ya parkın karabiber ağacına. Ne hoş bir savunmaydı bu; tam da özüne uygun bir davranış yani. Ne olduysa oldu, üç beş günde unutuverdin kendin olduğunu. Önünü sonunu hesaplamadan başladın kara tasmalıya kafa tutmaya. O hırladı, sen pençe gösterdin, o saldırdı sen sırt üstü kılıç çektin tıslaya tıslaya…

Bilmem anımsadın mı beni, sana ilk ciğeri ellerimle yedirmiştim, sonra da tavuk budunu. Öyle garip garip bakma bana. Tamam, yaranı saracağım izin verirsen oğlum. Öf, amma da hırçınsın ha! Anladım, canın yanıyor, ama azıcık sabretsen olmaz mı canım?

Aa! Baksana, kaşın açılmış! Sen ne yaptın böyle be? Bu, bir cırnak yarası değil ki! Bal gibi köpek dişi… Bir türlü o cinsle savaşılamayacağını kavrayamamışsın belli. Akıllı desem, zerresi yok sende; deli desem, hiç de öyle değilsin. Hem zeki hem salak olunamaz ki gülüm! Öf be! Sahi sen nesin kız?

Tamam, çocukların sevgilisi, mahallenin gözdesi olmanı, hem cinslerine kesene kesmeni de anlarım. Biz de hırlaşıyoruz zorunlu kalınca bazı insanlarla. Oğlum, köpek de ne oluyor böyle! Bak, elimde taşla dolaşsam kaçarım be huysuz bir köpek görsem! Sana ne elin hayvanından? Paylaşamadığın ne aslanım? Sığamadın mı koca mahalleye? ‘O değil, başka bir sokak köpeğiydi’ deme bana! Herkes bir biçimde bir sokağın dâhilidir güzelim. Dikleşmesen, durup dururken neden saldırsın elin yaratığı sana? Ah Sarman ah! Ah benim avanak dostum! Sen kendini sokakların kralı mı sanıyorsun yoksa…

Dur, mızmızlanma, şuraya da ilaç süreyim. Hoş, fazla derin değil, ama ya iltihap kaparsa! Bulaşırsa herkese, oradan da çocuklara, yanar tutuşursa bebeler. Öf be Sarman, ‘fazla uzatma, sür şunu’ deme! Gerçekten öyledir bu mikrop denen şey aslanım.

Ne zaman ‘Sarman’ mı dedim sana? Kız, anımsıyor musun adını sormuştu komşu Birsen, şu benim kanka. Öf, niye durup dururken hep ‘kız’ diyorum ki sana? Sen erkeksin ama…

Aklıma gelivermişti o zaman ve ‘Sarman’ deyivermiştim bir solukta, her şeyin bir bileni olmak için olası. Ne de iyi etmişim, sıradan ama sar sarı sarmallısın baksana. Çok yakışmış olmalı ki kimse başka bir ad düşünmedi bile sana. Herkesin diline pelesenk oldun anam, daha ne istiyorsun!

Biliyor musun? Öf, nereden bileceksin babaanneme ziyarette gittiğimi! Kız, nasıl buldun ta şehrin ucundaki Yeni Mahalle sokaklarını? Şaşkın şaplak bakakalmıştım hani, gözlerim de fal taşı.

Başını kaldırmıştım anımsadın mı? Yüzüme bakıp, garip garip “Mırrr!” demiştin. Ne demekse bu yanıt? ‘Sana ne’ olsa, bir de cırnak atardın parmağıma; ‘kralım ben, her yer benim’ anlamına gelse, yüzüme bile bakmaz, mağrur mağrur dikerdin kuyruğunu. Buğulu buğuluydu bakışların, göz bebeğin çatal mataldı anam, bir anlam veremediğim. Televizyondan aklıma gelmişti de, “Kız yoksa sen âşık mı oldun birine?” demiştim. Öf, öyle tuhaf bakmıştın ki yüzüme! Sonra, ne anlama geliyorsa yine “Mırrr!” deyip bir patiyle atlattıydın sorumu. Yalan değil kız, gerçekten…

Ah! Daha ne yapayım ben sana Sarman’ım? İşte, dönüp dolaşıp buldun beni, ama öyle kapatı kapatıverme gözlerini n’olur! Allah aşkına yapma böyle! Baksana, hal hatıra bile sıra gelmedi kız, yaralarını sarma telaşımdan. Merak etme aman, çabucak iyi olacaksın, eminim! Nice yaralar gördüm ben kız, sokakta oynamak kolay mı sanıyorsun bizim için de.

Yine toz dumana katacaksın sokakları, yine kucaktan kucağa hoplayıp duracaksın Sarman’ım. Deli Zeynel bile sevecek seni, ceplerini çör çöple doldururken başını okşayıp. Hayriye seni soruyordu geçen gün, ayırdığı ciğer dolapta seni bekliyormuş. Nalân, kızamıkcık çıkardı, çil çildi yüzü, senin burun üstün gibi.

Neden gözlerini kapatıyorsun ki anam? Neden… Yardım istemek için kapıma kadar geldin, ama hiç özlemedin mi beni can yoldaşım? Aç gözlerini, haydi kara sevdalım. Bak, oyun arkadaşın kumrular da kondu az öteye, hani yakalayacak gibi yapıp da hiç dokunamadığın. İnsan konuğuna böyle mi davranır? Bir ‘merhaba’ çeksene kız şu gariplere! Öf, ne kadar kayıtsızsın böyle! Kızdırma beni ha, başlarım bıyıklarından sonra senin! Ha ha! Şaka kız şaka! Yapar mıyım böyle bir şey Sarman’ım, yaralısın sen. Yapar mıyım anam…

Kız, neden göğsün inip çıkmıyor, kaç dakikadır? Nefesin mi daraldı yoksa? Ha, neden anam? Canını tırnağına takıp bana ‘nanik’ mi yapıyorsun yoksa? Yapma oğlum, dinlenmen gerek senin, dinlenmen…

İnsan bir dakika soluksuz kalsa… Ya da Sarman gibi iki, üç dakika tutabilir mi acaba? Kediler bizden çok mu dayanıklıdır nefessiz kalmaya? Ah bir bilsem!

Otuza kadar sayacağım Sarman, ya gözlerini açar soluğunu bırakırsın, ya da bak pençelerim hazır, mıncık mıncık yaparım seni ha!

Otuz, otuz bir… Yaralı maralı demiyorum işte, acıyan biber olsun… Al sana, tat bakalım ne menemen şeymiş mıncığımın lezzeti. Al, al, al kız…

Aa! Sırt üstü dönüverdin parmaklarımın ucunda, bacakların bir tuhaf, gergin. Cırnaklarını bile açmadın kız. Oysa ne müthiş oyundur bu, dayanamazsın bilirim. Garip, ama neden?

‘Bir uyku mu sardı’ desem, bu kadar derin değildir ki senin uyuklaman. ‘Bir oyun’ desem, hiç de iyi bir oyuncu değilsin deli!

Öf be Sarman, uzattın amma…

Yoksa! Yok… yok olamaz böyle şey! Amanın! Aklıma gelen her neysen defol, çık git kafamdan! Defol! Öf, olamaz bu ama…

Ah, dilimin ucuna geliveren şey için ‘zamanı geldi’ desen, nasıl inanayım sana kız! Nasıl gidersin böyle apansız? Hem de nereye?

Kızdırma beni Sarman, gitmek de neymiş? Sana mı kaldı be? Babaannem de gidivermişti bir akşamüzeri, öyle ‘allahaısmarladık’ bile demeden, ama sen onu tanımıyorsun ki anam. Ardına niye takılasın ki yabancı bir insanın…

Gitme be sevgili Sarman’ım! N’olur gitme gözümün akı! Etme canımın içi, yapma bunu bana deli oğlan! Sensiz mahalle sokaklarında n’aparım yapayalnız?

Bak, nasıl da ağlatıyorsun beni! Baktıkça sana nasıl da yanıyorum cayır cayır… Kulaklarım zonkluyor, başım ha patladı ha patlayacak. Kumrular da ‘guk guguk guk’ çekiyor senin için. Uyan be aslanım! Kalkıver de bir cırnak at kollarıma okkalısından, ısırıver parmaklarımı. Olmaz mı ha yiğidim, bir kere daha indiriversen patilerini…

 

Şaban Şimşek

 

 

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler