0

Dünya edebiyatında distopik eserden söz etmek gerekirse ilk akla gelen George Orwell’in ‘1984’ adlı başyapıtıdır. İlk defa John Stuart Mill tarafından kullanılan “distopya” kelimesi gerçekte hangi anlama karşılık geliyor diye soracak olursak, ütopyanın tersi denilebilir. Ütopya, gerçekte mevcut olmayan, ileriye yönelik tasarlanan ideal toplum biçimidir oysa distopya, ütopik toplum anlayışının antitezi olarak kullanılır. Yani distopik bir toplum; otoriter ve baskıcı bir sistem olarak ifade edilir. Distopyada baskıcı toplum beraberinde kişilerin özel hayatlarının olmaması durumunu da getirmektedir. Bir üst akıldan söz edilmektedir ve bireyler de bu düzene sonsuz boyun eğme halindedir. Distopik toplumlar, özellikle konusu gelecek zamanlarda geçen hikâyelerde yer alır ve George Orwell’in ‘1984’ü önemli distopik eserler arasındadır. Başka “distopik” eserler de vardır ama ‘1984’ bu anlamda başı çeker.

George Orwell, İngiliz bir ailenin çocuğu olarak 1903 yılında Hindistan’da doğar. Gerçek adı Eric Arthur Blair’dir. Babasının İngiliz sömürgesinde bulunan Hindistan’da görevli bulunmasından dolayı çocukluğu bu topraklarda geçer. Dört yaşına geldiğinde aile İngiltere’ye dönme kararı alır ancak babası, Hindistan Devlet Örgütünün Afyon Dairesinde görevli olduğundan emekliliğine daha dört yılı daha vardır, eşi ve çocuklarıyla ne yazık ki İngiltere’ye geri dönemez ve Orwell sekiz yaşına gelene kadar babasından uzak kalır.

Sekiz yaşında Sussex’teki özel bir ilkokula yatılı olarak gönderilen Eric, on üç yaşına kadar burada kalır. Burada yaşadıkları artı ve eksileriyle hayatına pek çok anlam yükler ve henüz çocukluk çağındaki Orweel bu okulla ilgili olarak şunları söyler:

“St. Cyprian’s’a vardıktan kısa bir süre sonra (hemen değil, iki üç hafta sonra tam okul hayatına alışmayı başladığımı düşündüğümde) yatağımı ıslatmaya başladım. Artık sekiz yaşındaydım ve bu en azından dört yıl önce bırakmış olmam gereken bir alışkanlıktı. Böyle durumlarda yatak ıslatmanın şimdi normal karşılandığına inanıyorum. Yerinden edilmiş ve yabancı bir yere taşınmış çocukların verdiği normal bir tepkiydi bu. Lakin o zamanlar bunun iğrenç bir suç olduğunu düşünüyorlardı. Benim durumumda bunun suç olduğunu söylemelerine gerek yoktu. Daha önce etmediğim içtenlikle her gece dua ediyordum; “Ah, Tanrım, lütfen yatağımı ıslatmayayım! Fakat durumunda görünür bir değişiklik olmamıştı. Bazı geceler oluyordu, bazı geceler olmuyordu.”1
Yatılı okul hayatı lisede de devam eder. Bir dönem Wellington, dört buçuk yıl da Eton Özel Liselerinde burslu ve yatılı olarak okur. Eğitimini tamamladıktan sonra Hindistan İmparatorluk Polisi teşkilatına katılır ve 1922-27 yılları arasında Birmanya’da görev yapar. Ancak görevi sırasında karşılaştığı olaylar, ona sömürgeciliğin gerçek yüzünü gösterir, bu nedenle de istifa etmeye karar verir. İstifasının diğer bir nedeni ise ilk gençlik yıllarından beri yazar olmak istemesi ve İmparatorluk polisliğinin bunun için uygun bir meslek olmadığını düşünmesidir.2 Hem iyi bir yazar olmak hem de Fransızcayı öğrenebilmek için soluğu Fransa’da alır.

Parisli arkadaşlarından biri Orwell’a kalması için işçi mahallesinde bir oda bulmuştur. Bu mahalle de ‘Paris ve Londra’da Beş Parasız’ yapıtının ilk kısmında betimlenen mahalledir. 1929 yılı yazında yayımcılar tarafından reddedilen iki romanını tamamlamışken, Orwell kendini neredeyse kuruşsuz ve acil şekilde bir işe gereksinim duyarken bulmuştur. O dönemde yabancıların Fransa’da kalıp çalışmaları yasak olmadığından ve yaklaşık iki buçuk milyon işsiz insanın bulunduğu İngiltere’ye dönmekten daha mantıklı bulduğundan, Paris’te kalıp iş aramayı seçer.3

Paris’te kaldığı süre zarfında otel ve lokantalarda bulaşıkçılık yapar. Her ne kadar buradaki deneyimlerini ‘Paris ve Londra’da Beş Parasız’ adlı kitabında paylaşsa da burada zatürreye yakalanıp zor günler geçirir ama şu bir gerçektir: Orwell, gelecek eserlerinin inşasını burada atar. Kafasındaki sınıf farkı yerine oturmuştur. Hem Hindistan’daki hem de Fransa’daki yaşamı boyunca çektiği ekonomik sıkıntılar, onun fikirlerini ve böylelikle de gelecekteki eserlerini şekillendirir. Orwell hastanede yattığı günlere ait yaşadığı sıkıntıları şu cümlelerle dile getirir:

“1929 yılında Paris’in on beşinci bölgesindeki X hastanesinde birkaç hafta geçirdim. Resepsiyondaki görevliler beni her zamanki gibi sorguya çekti ve gerçekten de içeri kabul edilene kadar yaklaşık yirmi dakika boyunca sorulara cevap verdim. Sorgudan sonra banyo sırası bana geldi; görünüşe göre bu, tıpkı hapishane ve ıslahevindeki gibi, yeni gelenler için zorunlu ve sıradan bir uygulamaydı. Giysilerimi aldılar ve on santimetre yüksekliğindeki suyun içinde birkaç dakika titreyerek oturduktan sonra keten bir gecelikle kısa, mavi, pazen bir sabahlık verdiler- terlikler hariç, dediklerine göre büyük ayaklarıma uygun terlikleri yokmuş- ve açık havaya çıktım. Bu, bir şubat gecesiydi ve ben zatürreden mustariptim. Gideceğimiz koğuş 180 metre kadar uzaktaydı ve görünüşe göre oraya ulaşmak için hastane arazisini geçmek gerekiyordu. Oda uzun, basık kötü aydınlatılmış ve mırıldanma sesleriyle doluydu, içeride şaşırtıcı şekilde birbirine yakın üç sıra yatak bulunuyordu. Etrafta dışkı kaynaklı kötü ama yine de tatlımsı bir koku vardı. Uzandığımda hemen karşı yatağımda küçük, yuvarlak omuzlu sarışın bir adam, bir doktor ve öğrencisi ona tuhaf bir operasyon yaparken yarı çıplak bir vaziyette oturuyordu. İlkin doktor, siyah çantasından bir düzine şarap bardağı benzeri küçük bardak çıkardı; sonrasında da öğrencisi her bardağın içine, içindeki havanın tükenmesi için birer kibrit yaktı ve sonunda adamın göğsüne veya sırtına yapıştırılan bardaklar vakum etkisiyle kocaman, sarı kabarcıklar oluşturdu. Ona ne yaptıklarını belli bir süre sonra fark ettim. Adına kupa çekme dedikleri, o ana kadar sadece atlara yapıldığına dair belli belirsiz düşüncelere sahip olduğum ve ancak eski tıp kitaplarında rastlayabileceğiniz bir tedaviydi bu. Dışarıdaki soğuk hava muhtemelen ateşimi düşürmüştü ve ben bu ilkel tedaviyi kayıtsızca hatta bir miktar da keyifle izledim. Ancak bir süre sonra doktor ve öğrencisi yatağımın yanına geldi, beni dik oturtturup tek kelime dahi etmeden aynı bardak setini üzerimde uygulamaya başladılar- üstelik hiçbir şekilde sterilize edilmemişti. Dile getirdiğim birkaç çelimsiz itiraza da ancak bir hayvan olsam alabileceğim kadar karşılık aldım.”4 demektedir.

Paris’teki günlerinden sonra Orwell ülkesine geri döner. Polislik yaparken edindiği deneyimler nedeniyle değişen fikirleri artık netleşmektedir. Birmanya dönüşünde kendini anarşist sayan yazar, 1930’lu yıllarda kendini sosyalist olarak görmektedir. Fakat gördüğü eksiklik ve yanlışlıklara eleştiri getirmeyi de ihmal etmez. Bu dönemde İngiltere’nin kuzeyindeki yoksul madencilerin yaşayışlarına ilişkin gözlemlerini anlattığı ‘Wigan Rıhtımına Giden Yol’ adlı eserinin sonlarında o günlerin sosyalist hareketlerine eleştiriler yöneltmekten geri kalmaz.5

Kitabın konusuna kısaca değinmek gerekirse; Orwell, Brooker ailesine ait bir pansiyonda kalmaktadır. Orada kendi gibi birçok pansiyoner bulunmaktadır. Karşılaştığı bu insanların kimi kömür madeninde çalışan bir teknisyen, kimi ise maden ocağındaki bir kazada üzerine koca bir kaya düşen ve bunun sonucunda 500 Sterlin tazminat alan İskoç bir madencidir. Okuyucuya bu pansiyonerlerin sorunlarını ve yoksulluklarını anlatan Orwell, kısa bir süre sonra başka bir şehre gitmek için oradan ayrılır. Gittiği bu şehrin kirliliğinden ve bu kirliliğin oluşum nedenlerinden söz eder. En önemlisi de madenciler ve aileleri, sözü edilen hava ve çevre kirliliğinde yaşamak zorundadır. Orwell, birkaç yoksul madenci evini ziyaret edip, tanık olduklarını okuyucu ile paylaşmaktadır. Kimi evin duvarlarının tamamen döküldüğünü, kiminin zemininde çökmeler yaşandığını, kimininse her tarafından su sızdığını ifade etmektedir. Kimi aileler ise yalnızca dökük karavanlarda yaşamaktadır. Orwell, konut sorunu ardından beslenme sorununa dikkat çekmektedir. Örnek bir aileden aldığı haftalık harcama listesi üzerinden, işsizlik maaşıyla temel gereksinimlerin karşılanamama durumunu tartışmaktadır. Daha sonra, “Kuzeyli” ve “Güneyli” olma durumu irdelenmektedir. Tüm bu sözü edilenlerden sonra Orwell, içinde bulunduğu toplumsal sınıfı ve kendi sınıfı ile diğer sınıflar arasındaki ilişkileri, çelişkileri ve önyargıları tartışmaktadır. Son olarak sosyalizmin zayıf yönlerini ve bunu güçlendirmek adına sunulabilecek çözüm önerilerini vererek, çalışmasını sonlandırmaktadır. Ardından 1938’de basılan ‘Katalonya’ya Selam’ adlı eser gelir. 14 bölümden oluşan çalışmada Orwell, P.O.U.M. (Partido Obrero de Unificación Marxista) yani Birleşik Marksist İşçi Partisi safında, bizzat milis olarak katıldığı İspanya İç Savaşı’ndaki deneyim ve gözlemlerini aktarmaktadır. Yalnız faşizme karşı olan mücadele değil, anarşistler ile komünistler arasındaki mücadeleler de dâhil olmak üzere İspanya’nın tüm siyasal sorunlarını ele almaktadır. 6

İkinci Dünya Savaşı başlayınca BBC’nin Hindistan yayınları bölümünün başına getirilir. Hindistan yurtseverlerine karşı İngiltere adına propaganda yürütür. Daha sonra belirttiğine göre Hindistan’a yönelik propagandayı makul sınırlar içinde tutmaya çalışıyordu. Orwell 1943 yılı sonlarında ‘Hayvan Çiftliği’’ni yazmaya başlar. Kitabını bitirdiğinde ise hemen yayınlatamaz. Bunun nedeni savaşta İngiltere’nin, Sovyetler Birliği ile aynı tarafta yer alıyor olması ve bu kitabın ilişkileri olumsuz etkileyebilme ihtimalinin olması idi. Bu yüzden kitap II. Dünya Savaşının sona erdiği, ABD ve İngiltere’nin Sovyetler Birliği ile ilişkilerinin bozulmaya yüz tuttuğu bir sırada, Ağustos 1945’te yayınlanır. Soğuk savaş döneminde birçok dile çevrilir. ‘Hayvan Çiftliği ve 1984’ adlı kitaplarından esinlenerek yapılan filmler CIA’in desteğiyle bütün dünyaya dağıtılır. 7

Orwell ‘Hayvan Çiftliği’ ni modern bir fabl şeklinde yazmıştır. İngiltere’de Jones adlı bir beyin çiftliğinde yaşayan bütün hayvanlar, insanların eşitsiz ve sömürücü uygulamalarına karşı ihtiyar majör adındaki zeki ve saygın bir domuzun hayvanizm öğretisinden etkilenerek birleşirler ve isyan ederler. Devrimi gerçekleştirmişlerdir. Başlangıçta devrim ilkeleri başarıya ulaştıran hayvanlar eşit ve özgür bir toplum oluştururlar. Fakat bir süre sonra devrim önderliği yapan domuzlar bir diktatörlük kurup diğer hayvanları kullanmaya ve sömürmeye başlarlar. Devrime ihanet ederek insanların sisteminden daha kötü bir sistem meydana getirmişlerdir. Orwell ‘Hayvan Çiftliği’ ile birlikte; Sovyetler birliğini ve Stalin’i hedef alıyor ve devrimlerin başarısız olacağını, diktatörlüğün hep olacağını, özgür, eşitlik ve barış içinde bir dünya olanağının imkânsız olup, var olan düzenle yetinmemiz gerektiğini sistemin sözcülüğünü yaparak vermek istemiştir. 8

Ayrıca Orwell’in ‘Birmanya Günlükleri,’ ‘Papazın Kızı,’ ‘Aspidistra’ isimli kitapları da yayımlamıştır. Orwell’ın bu saydığımız eserlerine baktığımızda kendi hayatından kesitler sunmakla beraber yaşadığı toplumun sorunlarına ve siyasi meselelere de özellikle değindiğini görmekteyiz. Toplumsal ve siyasal sorunları bazen mizah kullanarak bazen de denemelerle ele alan Orwell yazılarının içeriğiyle ilgili olarak;

“Eserlerimi tekrar gözden geçirince her nerede siyasi amaçtan yoksun kalmışsam hep aynı şekilde hayatiyetten yoksun kitaplar yazdığımı ve süslü pasajların, manası olmayan cümlelerle dekoratif sıfatların ve genel olarak martavalların içinde kaybolduğumu görüyorum.” diyerek aslında kendi özeleştirisini de yapmaktadır. 9

Orweel George ‘Kitaplar ve Sigaralar’ isimli kitabında da;

“Çağımızda entelektüel özgürlük fikri iki yönde saldırı altındadır. Bir yanda, özgürlüğün teorik düşmanları olan totalitarizm savunucuları; diğer yandaysa, uygulamadaki aleni düşmanları tekel ve bürokrasi. Dürüstlüğünü muhafaza etmek isteyen her yazar veya gazeteci kendisini bu aktif zulümden ziyade toplumun genel eğiliminden dolayı kısıtlanmış buluyor. Basının birkaç zenginin elinde olması, radyo ve sinemalardaki tekelleşme, halkın kitaba para harcama konusundaki isteksizliği yazarı/gazeteciyi zorluyor ve geçimini gündelik yazı işleriyle sağlamak zorunda bırakıyor. Bununla birlikte yazarlara hayatta kalmaları için el uzatsa da vaktini boşa harcayıp ne yazması gerektiğini dikte eden Ministry of Intelligence (Bilgi Bakanlığı) ve British Council gibi devlet kurumlarının tacizleri ve yıkıcı etkilerinden hiç kimsenin kurtulamadığı geçtiğimiz on yıllık savaş atmosferi de yazarı zorlayan faktörler arasında sayılabilir. Günümüzde her şey, yazarı ve diğer bütün sanatçıları yukarıdan dayatılmış konular üzerinde çalışan ve neyin doğru olduğunu asla söylemeyen küçük memurlara dönüştürmek için uğraşıyor.”10 diyerek aslında gerçek bir yazarın, yazar olarak hayatını kazanmasının zorluğuna dikkat çekerek yine sistemi eleştirir ve gelecek distopyalara ait bir yol haritası çizer.

George Orwell 21 Ocak 1950′ nin erken sabahında, akciğer rahatsızlığından hayatına gözlerini yumar. Londra yine sisler içindedir.

Serpil Tuncer

Kaynakça

1-Orwell George ‘Kitaplar ve Sigaralar ‘Çev: Levent Konca, Karbon kitaplar 1 Basım 2021 İstanbul

2-Savaşan, Ayşegül, ‘George Orwell’ın “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” Romanı ile Gâde Es-Semmân’ın “Kevâbisu Beyrut” Adlı Romanında Yabancılaşma Olgusu, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri ve Edebiyatı Anabilim Dalı Arap Dili ve Edebiyatı, Yüksek Lisans Tezi, 2019, İstanbul

3- Böğür, Bilge Yasemin, ‘George Orwell’in Edebi Gazetecilik Anlayışı: Paris ve Londra’da Beş Parası, Wigan İskelesi Yolu ve Katalonya’ya Selam Yapıtlarının Çözümlenmesi’ Eskişehir Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basın ve Yayın Anabilim dalı Yüksek Lisans Tezi Eskişehir 2019- (Orwell’dan aktaran Meyers, 2002)

4-Orwell George ‘Kitaplar ve Sigaralar’ Çev: Levent Konca, Karbon kitaplar 1 Basım 2021 İstanbul

5-Günay Kamil, “George Orwell’ın “Hayvan Çiftliği” Adlı Eserinden Türkçe ’ye Çevirilerinin Eleştirisi” Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Mütercim tercümanlık Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, 2007 Muğla

6- Böğür, Bilge Yasemin, ‘George Orwell’in Edebi Gazetecilik Anlayışı: Paris ve Londra’da Beş Parası, Wigan İskelesi Yolu ve Katalonya’ya Selam Yapıtlarının Çözümlenmesi’ Eskişehir Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basın ve Yayın Anabilim dalı Yüksek Lisans Tezi Eskişehir 2019- (Orwell’dan aktaran Meyers, 2002)

7-Savaşan, Ayşegül, George Orwell’ın “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” Romanı ile Gâde Es-Semmân’ın “Kevâbisu Beyrut” Adlı Romanında Yabancılaşma Olgusu,” İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri ve Edebiyatı Anabilim Dalı Arap Dili ve Edebiyatı, Yüksek Lisans Tezi, 2019, İstanbul

8-Gürel Zeliha, https://www.evrensel.net/haber/4135/sistemin-soguk-yazari-george-orwell

9-Savaşan, Ayşegül, ‘George Orwell’ın “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” Romanı ile Gâde Es-Semmân’ın “Kevâbisu Beyrut” Adlı Romanında Yabancılaşma Olgusu’ İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri ve Edebiyatı Anabilim Dalı Arap Dili ve Edebiyatı, Yüksek Lisans Tezi, 2019, İstanbul

10-Orwell George ‘Kitaplar ve Sigaralar’ Karbon kitaplar Çev: Levent Konca, 1 Basım 2021 İstanbul

Leave a Comment

İlgili İçerikler