0

GERÇEK

Profesörün kalbi normalden daha hızlı atıyordu. Boğazı öylesine kurumuştu ki, ağzına çektiği hava görünmez bir bariyere çarpıyor, yavaşlıyor ve nefes borusuna ulaşmakta zorlanıyordu. Amfideki derin sessizlik ve üzerine düşen yüzlerce göz, beyninin hasta kısmı ile döngüsel bir bağ kurmuştu. Profesörün bir türlü konuya girememesi, ağzından çıkacak sözcükleri bekleyen kalabalığın sessizliğini artırıyor, giderek sessizleşen sessizlik adamın diyaframını iyice daraltıyordu. Titreyen parmakları ile masadaki suya uzanırken Keşke diye düşündü profesör. Keşke ilacını alsaydı. Unutmamıştı, bunu bilerek yapmıştı. Ön beynine güvenmişti. Fakat ilkel beyninin ne kadar güçlü ve köklü bir geçmişe sahip olduğunu bir kez daha anlıyordu.

Sabırsız kalabalık dünyanın en ünlü fizikçisinin dudaklarına odaklanmış, insanüstü bir merakla bekliyordu. Profesör pet şişenin kapağını açtı. Bu basit, sıradan eylem ona sonsuzluk gibi geldi. Sanki kıytırık bir şişe kapağını değil de paslanmış tirbuşonla yıllanmış bir şarabın inatçı mantarını açmıştı.

Sudan birkaç yudum aldıktan sonra cesaretini topladı ve nihayet; insanlık tarihini peşinden sürükleyen, zihinlerde doğan, büyüyen ve kimi zaman ses kimi zaman ışık hızında yayılan o lanet olası kelimeyi çıkardı ağzından:

“Gerçek”

Ses dalgası salonda en arka sırada oturan, içten içe yaşamın nihai anlamını arayan dinleyiciye bile anında ulaştı.

“Nedir?”

Soru amfide kısa süren bir uğultu yarattı. En ön sırada, profesörün kaş çizgisinde beliren ter damlasına odaklanmış bir çocuk oturuyordu…

***

Buruşuk ve kibirli küçük bir adam elindeki deri parçasını var gücüyle çekiştiriyor, kalite testi yapıyordu. “Hım” dedi. “Tam istediğim gibi!”

Az ötesinde duran kendine uygun dikiş makinesine doğru gitti. Tokalı pantolonu, deri çizmeleri, altın rengi ceketi ve külahı ile muhteşem görünüyordu. Ancak bir biblo kadar olan bedenini görmezden gelerek neşeli tavırlarla minik aynasında kendine çekidüzen verdi.

“Bugün harikasın!”

Sonra da makinenin taburesine yerleşti.

“Pedallar Goldax!”

Altın gibi parıldayan dişliler yavaşça harekete geçerken alete bir öpücük kondurdu adam.

“Haydi bebeğim! Işılda…”

****

Profesör terliyordu. Gerçek neydi? Neyi arıyordu insan? Felsefenin amacı neydi? Fizikçilerin?

O bunları düşünürken orta sıralardan bir ses yükseldi:

“Profesör!”

Profesör zihnini kemirmekte olan sorulardan sıyrıldı ve genç öğrencisine baktı.

“Evet, genç adam.”

Son sözcük cılız çıkmıştı. Kaşının yanından süzülmeye başlayan ter damlası beynindeki hormonların yeniden düzensizliğe geçtiğini gösteriyordu. Birkaç dakikadır azalmış gibi görünen sosyal fobisi yeniden canlanıyordu.

“Bilinen evren, anlayamayacağımız büyüklükte bir sistemin mikroskobik bir parçası olamaz mı?” diye sordu hayatına anlam aşılamaya çalışan genç adam.

“Gördüğünü söylüyor…” diye düşündü profesör ve düşünmeye devam etti. Boğazı kurudu, kalbi hızlandı. Teni soğudu… Su içti.

“Bunu asla bilemeyiz” dedi.

Saçmalık, saçmalık, saçmalık… Her şey saçmalıktı. Algılarımız, diye düşündü. Ter damlası dudağının kenarına takıldı, ikiye ayrıldı. Bir parça yüzünde dağılırken, diğer yarı çenesine doğru yöneldi.

Çocuk sarı spot altında parıldayan damlayı takip etti.

****

Yaptığı işten büyük zevk aldığı her halinden belli olan adam, ağzına tutturduğu melodik ıslıkla altın sarısı pedallara durmaksızın basıyor, elindeki deri parçasına da tüm detaylara dikkat ederek şekil vermeye çalışıyordu. Adam için hayatın bir anlamı varsa o da ayakkabı dikmekti… Bulunduğu tek kişilik tuhaf oda, mutfak ve diğer her şey tıpkı kendisi gibi mini porsiyondu. Duvarda, deri önlük ve hemen üzerinde altın çerçeveli bir fotoğrafı asılıydı. Görünüşe bakılırsa uzun zamandır yalnızdı… Kendi kendine gevezelik etmeyi sürdürdü.

“Goldax, Goldax!

Ayakkabıları yapıştırmak için yapıştırıcı. Derileri kesmek için bıçak. Ve çalışkan ayaklar…

“Ah! Bayan terlik mi dediniz?”

Evet bayım, çizmeleriniz!”

*****

Profesör derin bir nefes aldı.

“Size insanlık tarihinin tek gerçeğini itiraf etmeliyim çocuklar!”

Bu çıkışın ardından herkes sessizce, pür dikkat ve heyecanla bekledi. Öyle ki cama tıkırdatan bir sineğin sesi bile işitiliyordu. Sonra o da kesildi… Profesörün çenesine varan ter damlası önüne çıkan ben nedeni ile biraz yavaşlasa da yoluna devam etti.

“Küçük gerçeği görebilirsiniz, çünkü onun zıttı yalandır; ama büyük bir gerçeğin zıttı başka bir büyük gerçektir, gerçek belki de kafamızın tam arkasındadır.”

Ter damlası çenesinin ucuna geldi ve kopmak için hazırlandı.

“Gerçek, iki heceden oluşan bir kelimedir. Sadece bir kelime…”

Ve ter damlası koptu…

Gülümsedi çocuk.

***

Deri parçaları, ayakkabılar, altın eşyalar, odadaki her şey aynı anda ağırlığını kaybedip havaya yükseldi.

Yerçekimsiz ortamda havada asılı kalmak çoğu zaman eğlenceli olsa da bazen can sıkıcı olabiliyordu. Bir yerden bir yere geçerken baş üstü takla atmak zorunda kalmak türlü sakatlıklara yol açıyor, her seferinde havada uçuşan eşyaları yerli yerince düzenlemek epey zaman alıyordu. Kırılan ve çizilenler ise cabasıydı… Tavanda baş aşağı konumdayken makinenin hasar aldığını görüp elini alnına götürdü adam.

“Offf, bebeğim!”

Ali Doğan

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler