0

Hafize kadın, ahretliği Suna ile hasbihalini akşam ezanı okunana kadar sürdürdü. Köyde olan biten her şeyi ilk önce Suna kadın haber alır, ancak ondan sonra, köy halkı öğrenirdi. Hafize kadın da Suna’nın en yakın arkadaşı olduğu için onun da bilmediği duymadığı bir dedikodu olmazdı. İki yaşlı kadın kendi gelinlerinden tut, köydeki bütün gelinleri gün boyu tek tek çekiştirdiler. Hafize kadın, en çok gelini Ayşegül’ün müsrifliğinden şikâyetçiydi. Suna kadına gelince o, gelininin akşama kadar o mahalle senin bu mahalle benim gezip durduğunu, çoluğuna çocuğuna bakmadığını anlatır dururdu.

Akşam ezanı okunurken, Hafize kadın ahretliğine veda edip, yolun hemen karşısındaki kendi evlerine geçmek üzere kalktı. Ancak, daha avlu kapısına varmadan evin bütün ışıklarının yandığını görünce kan beynine sıçradı. “Ah Ayşegül Ah! Sen adam olmazsın!” diye söylendi yüksek sesle.

Avluyu geçip daha üç yıl önce yeniledikleri, ona göre konaklardan daha güzel evinin giriş kapısını açarak içeri girdi. Ayakkabılarını ayakkabılığa koyduktan sonra, oturma odasının kapısını sertçe itti. Gelini Ayşegül, kumaşa teyel yapmakla meşguldü. Hafize kadın, gençliğinde yaşadığı kaynana zulmünün, fakirlikle geçen yılların, mutsuz geçmişinin sorumlusu, gelini Ayşegül’müşçesine hırsla hışımla bağırdı. “Kız gelin! Ne diye bütün ışıkları yakıverdin yine? Elektrik parasını baban mı ödeyiverecek…”

Ayşegül gelin, elindeki işe o denli dalmıştı ki, kayınvalidesinin bağırtısıyla yerinden sıçrayınca iğne parmağına batıverdi. “Ay! Ne bağırıyorsun kız ana? Bak sen bağırınca iğne parmağıma girdi.” Hafize kadın, “Ezan saatinde iş mi olurmuş? Girer tabi! ”derken Ayşegül’ün parmağına bir kez bile bakmadı. “Işıkların hali ne öyle?”

Ayşegül gelin,
“Çocuklar açmış her hal. ”dedi, parmağındaki kanı silerken… Sesi cılızdı. Hafize kadının öfkesi dinmemişti hâlâ.

“Senin görevin ne kız Ayşegül… Gündüzler çuvala mı girdi Akşam akşam eline o işi almışsın.”

Ayşegül gelin, derinden bir of çekerek elindeki kumaşı topladı ve dolaba kaldırdı. Evlendi evleneli, kocasının anne ve babasıyla beraber yaşıyorlardı. İki çocukları da burada doğmuştu. Geçen yıl, iyice eskiyen, kerpiç köy evini yıkarak betondan büyük bir ev yapmışlardı. Kocası ile mutlu bir hayatı olsa da, kayınvalidesi ömründen ömür götürmüştü. Hafize kadının söylenmesi dursun diye mutfağın, sonra da diğer odaların açık kalmış bütün ışıklarını kapattı. Kayınvalidesine duyurmak için yüksek sesle söylendi.

“Sanki ışıkları ben açtım. Hilmi Babanın ya da çocukların açmadığı ne malum! Gücün ancak bana yetiyor senin…”

Kayınvalidesinin duyduğundan emin olmak için durdu, dinledi sonra biraz daha söylendi. Biraz da olsa içi soğumuştu dinledi. Banyoya girip abdestini tazeledi. Akşam namazını kılmak üzere yatak odasına girdi. Işığı yakmadan ayın odaya vuran aydınlığıyla namazını kıldı. Namazı bitmesine rağmen on beş, yirmi dakika daha odada oyalandı. Çocuklar küçük odada televizyon izliyorlardı. Kayınvalidesinin yanına döndüğünde, sokak lambasının ölgün ışığı altında onu otururken buldu. Yaşlı kadın, Ayşegül’ü görünce yeniden söylenmeye başladı. Besbelli hırsını alamamıştı.

“Bakıver hele gelin! Karanlık mı bu oda? Sokak lambası tam kapımızın önünde… Ay desen tabak gibi. Bak, eyi bak.”

Ayşegül, Hafize kadının tam seçilemeyen yüzüne doğru dönerek, “Aman anne! ”dedi. “Karanlıkta oturacak halimiz yok ya! Hem sen mi ödüyorsun elektriği? Aslan gibi Kemalim öder her ay. Sen sıkma canını.” Hafize kadının canı daha da sıkıldı. “Tabi tabi.” dedi yüzünü buruşturarak. “Oğlum hep elektrik parasına çalışsın. Siz rahatınıza bakın.”

İyice bunalan Ayşegül, “Bu kadın mı yıllar geçtikçe çekilmez oldu, yoksa ben mi gitgide alınganlaşıyorum.” diye geçirdi içinden. Kayınvalidesinin duyması için yüksek sesle; “La havle vela kuvvete illa billahil azim. Sen sabır ver Allah’ım…” diye söylenerek odadan çıktı. Çocuklarının bulunduğu odaya doğru yürüyordu ki, her yer karanlığa bürünüverdi. Bütün köyün elektrikleri kesilmişti. Ayşegül, el yordamıyla dış kapıyı bulup, bahçeye ulaşmaya çalışırken kayınvalidesine söylenmeyi de unutmamıştı.

“Hafize Ana! Gözün aydın olsun, duaların kabul oldu bak… Hem de ne kabul… Bütün köyü tuttu duan…”

Kayınpederi Hilmi Baba, bahçede oturmakta olduğu sandalyede, geriye doğru kaykılmış halde uyuyakalmıştı. Ayşegül’ün sesiyle gözünü aralamaya çalışarak; “Ne oldu gelin kızım? Elektrikler mi gidiverdi ha?”

Ayşegül,

“Evet ya baba… Hafize Anamın duaları kabul oldu. Müjde!” dedi. Yaşlı adam, bir şeyler mırıldandıysa da ne dediği anlaşılmadı. Tam o sırada Hafize ana ve çocukların bağırışları duyuldu. Ayşegül onları karşılayarak altlarına birer sandalye verdi. Köy karanlığa bürünmüş olsa da, ay; ben ne güne duruyorum dercesine parlıyor, yıldızlar da ona eşlik ediyordu. Bulutsuz, güzel bir yaz gecesiydi. Az sonra, pırıl pırıl yanan yıldızların ve ay ışığının altında birbirlerini daha iyi görmeye başladılar. Ayşegül, durmadan kıpırdanan çocuklara ”Sessiz olun bakem.” dedi. “Babanız az sonra gelir.”

İki yaramaz erkek çocuğunun aklına bin bir muziplikleri gelmekteyse de, babalarının az sonra evde olacak olması onları durduruyordu. Bu evde, en çok babalarından çekiniyordu yumurcaklar. Hilmi dede çocukları oyalamak için yıldızları sayma oyunu teklif etti. Hep birlikte, başlarını göğe dikmiş yıldızları sayıyorlardı ki, birdenbire, gökyüzünde o güne kadar görmedikleri tuhaf bir nesne gördüler. Uzun, kuyruklu uçurtma gibi ışıl ışıl bir şey vardı gökyüzünde. Tam üstlerinden geçen bu pırıltılı nesne hepsini son derece heyecanlandırmıştı. Hilmi dede,

“Aaaa! Bu da ne böyle? Bakın çocuklar, bakın! Ne geçiyor öyle?” diye bağırdı. Hafize kadın da başını gökyüzüne kaldırmış, eşinin işaret ettiği tuhaf nesneye bakıyordu. Hilmi dede “Gördün mü Hafize?” diye bağırınca;

“Abovvv! O ne ki Hilmi öyle? Trene benziyor. Gökyüzüne de mi tren koydular acep?” dedi. Hilmi dede, “Olur mu Hafize?” dedi. “ Ne treni?”

“Niye canım; uçak oluyor da tren neden olmuyor?” Hakikatten vagona benzer, Işıl Işıl upuzun bir nesne geçiyordu üzerlerinden. Hafize kadın, “Kız Ayşegül yirmi, yirmi beş vagonu var bunun.” dedi. Oğlanlar, kahkahalarla güldüler. Küçük olanı yedi sekiz yaşlarındaydı, büyüğü de on. Büyüğün adı Ali, küçüğün adı Faruk’tu. Büyük olan, bilmiş bilmiş başını salladı. “Bence büyük bir uzay gemisi bu.” dedi. “Dünyayı işgale gelmişler.” Ayşegül, Ali’nin eline vurdu. “Çok biliyon sen.” dedi. “Hep çizgi film izlemekten beynin sulanmış.” Hafize Ana, bunun gökyüzü treni olduğuna emindi. “Durağı nerde acep bu trenin?” dedi. “Havaalanından mı kalkar bu da uçak gibi?”

Çocuklar gülüştüler. “Babaanne, sen de mi bineceksin trene?” Hafize Ana; “Densizler.” diye söylendi çocuklara. Yaşlı kadına göre her şeyden haberdar olan Suna kadın, karanlıkta süzüle süzüle geçen bu ışıltılı şeyi de mutlaka bilirdi. Yerinden kalkarak, karanlığı kanıksamış bir halde avlu kapısına doğru yürüdü. Hilmi dede, “Nereye gidiyorsun kız Hafize?” diye seslendi ardından. Hafize kadın bir cevap veremeden, avlu kapısında bir kadın silueti göründü. “Hafize kız… Hafize!”

“ Hah!” dedi yaşlı kadın. “İyi insan lafının üzerine gelir. Muhakkak Suna da gördü o treni.” Suna kadın, yalpalaya yalpalaya vardı yanlarına. “O geçen neydi kardaşlar? Dünyanın sonu mu geldi yoksa?” Hilmi dede, küçümser gibi baktı kadına. “Felaket tellalı da geldi. Tam oldu.” dedi.

Hafize kadın, kendi âlemindeydi. “Yok anam yok, dünya çok değişti. Amerika’yı göreceksin, o anda oradaki de seni görecek diyorlardı da inanmıyorduk. Bak, Muhtar Ahmet nasıl konuşuyor, Amerika’daki oğluyla ?” diyordu başını sallayarak. “Eee!” dedi Ayşegül, “Uçak olurda tren olmaz mı? Tren koymuşlar gökyüzüne.” Oğlanlar “Uzaylılar geldi, uzay gemisi o.” diye bağırıştılar.

Velhasıl, Ayşegül’ün eşi Kemal gelene kadar, türlü türlü iddialar havada uçuştu, bir türlü anlaşamadılar. Kemal gelince gördüklerini ona da anlattılar, fakat o, eve fabrikanın servis aracıyla gelmiş ve hiçbir şey görmemişti. Elektrikler bir türlü gelmedi ve onların tartışması uyuyana kadar devam etti. Ertesi sabah işe gitmek için erkenden kalkan Kemal, kahvaltı hazırlayan Ayşegül’e seslendi. “Ayşegül, gel bak, haberlerde ne var?”

“Ne var Kemal? “

“Elan Musk’ın uyduları geçmiş dün gece Türkiye’den.”

“ O da ne ki? “

“Uydu uydu, internet uydusu.” Ayşegül’ün aklına pek yatmasa da, kayınvalidesi kalkınca, Kemal’den duyduklarını ona da anlattı. “Ana, dün gece gördüğümüz Elan Musk’ın uydularıymış.” Hafize Ana, uykulu gözlerle Ayşegül’e baktı uzun uzun. “O ne demek kız Ayşegül? El âlemin uydurması da ne demek? Kendi gözümüzle görmedik mi treni?”

Nihal Danışman

Leave a Comment

İlgili İçerikler