0

Uçan bir kuş, göğe kanatlarıyla dokundu, ben gördüm, ruhumla eşlik ediyordum ona çünkü. Beyaz, mor ve pembe çiçekler açmış ağaçlarla dolu bir bahçe olmuştu bulutlar. Sonra o kuşlar geri dönüp hızla aşağıya doğru süzüldüler, geçilmez vadilerin içinden geçip yere indiler. Göğün kalbine upuzun basamaklar inşa eden kuşlar beni yağmurla ve ıslak ışıklarla müjdelediler. İnce ince sakin bir yağmur yağdı. Derken o yağmura sevindi kuşlar, bütün herkes gibi. Yağmurun içine sevgi pütürcükleri dolmaya başladı kuşların kanadından.

Ben her yaşımda, her yerde böyleydim. İliklerime kadar, ağzıma kadar berrak ve saf bir sevgi ile dolu olurdu asude yüreğim. Ağılımızda yeni doğmuş bir kuzunun ayaklarındaki titreyiş gibi titrerdi kalbim. Çok sevdiğim o dağlara tırmanacak olsam, dizlerimdeki kuvvetle en yüksek noktaya kadar rahatlıkla gidebilirim. Kuşların ve çiçeklerin dilinden konuşur iken, çocukların sevgisi içimde iken ben her işe kalkışabilirim. Oradan geliyor çocuk gülücüklerine tutkunluğum. Kuşlar gibi kuşbakışı bakıyordu ruhum o esrik coğrafyaya. Oradan geliyordu mahsun gözlerine, katlanmış gizlerine, masum bakışlarına olan arşı alayı aşmış âşıklığım.

Eski zamanların geri gelmesini ne kadar çok istiyordum. O eski huzurun, o huşunun, o eski gecelerin, o eski iş güç koşuşturmalarının geri gelmesini ne kadar çok istiyordum. Yeni yetme uyuşukluklar gitmeliydi artık, silinmeliydi yeryüzünden. Annemin göğsünden nefes alıp sevgisinden beslenip babamın güven veren bakışlarıyla canhıraş, cansiperane çalışmak istiyordum yine. Ay gördüm oyunu oynardım dolunay ışığında o gizemli, güzel gecelerde. Dağa, doğaya ve doğuya âşık bir ruhla kuytu noktalarına doğru yaklaşırken içime nakşedilmiş olurdu babaannemin boynuma dolanan, saçlarımı okşayan bakışları.

Kendime sığmazdım, coğrafyaya sığmazdım doru atlarla doruklara doğru akıp giderdim sanki. Damarlarıma dolan sonsuzluk iksirini, oksijenini taşırdım, çıkmazdı hiç içimden huzur. Kanımda dolaşan huşuydu bana güç veren. Göç veriyordu kalbim dışarıya. Beni yine o eski huzura ve huşuya çağıran bir çağrı duydum. Coşkulu bir deniz oluyordu gözlerim.

Evler, köyler, ülkeler dolaşırdım, yakamozlar oluşurdu içimde. Hüznüm sevinç ile birlikte kabarıp taşardı yatağından.

Bıçak gibi karnımı delerdi çığlıklar.

Her sabah kuşlarla hasret kokulu çağrılar gönderirdim evlere. Orada yaşamasam da hissediyordum her an orayı, onunla yaşamasam da yanımda değil içimde hissediyorum onu her an. Hissettiği kadar yaşar hayatı her insan. Hissiz, duygusuz, muştusuz ve mutsuz bir hayat, hayat değildir aslında. Öylesine geçip gitmiş, israf olmuş günlerdi işte.

Belli bir saati yoktu, kalbimin içinde her an görüşüp hasret gideriyordum onunla. Yağmur olup gönlümün susuz topraklarına yağıyordu usulca. İçimdeki yanardağ püskürdü yine her yöne. İçimin bütün direk lambaları yandı. Dinledim kendimi umutların içinde. Dinlendirdim kendimi biraz arafta. İtiraf ve pişmanlık oluşan birçok karanlığı aydınlattı içimde. Vicdanımın süzgecinden geçirdim bütün eylemlerimi. Hüzünler dağılıyor duvarlarında, o sırada yüreğimin duvarlarını siyaha boyuyordu, boyuna. Göğsüme batan deli saçma bir ıstırap kanattı işte yine içimi.

Sonrası sessizlikti. Sonra siyaha dönüştü kızıllık. Kalabalık yalnızlığa, sessizlik gürültüye, gürültü patırtıya gebeydi. Kuşların gök katlarına inşa ettiği merdivenlerden inmeseydim keşke. Uzak dursaydım keşke tünelin çıkışından. Dolunayda çıktığım yolculukta doru atım hiç yorulmadan vardı doruklara. Küt küt atıyordu kalbim. Sıcak tenim soğumadan yeniden çıktım yeni bir yolculuğa, kanatlanarak gidiyordu yine doru atım.

Üstüme devrilecekti gök, merdivenleri çektim. İçimde kopan hasret tufanı sükûnete erdi sonra. Sıcak bir vuslatla sona erdi yolculuğum. Karanlığın bittiği yerde ben de bittim.

İsmail Okutan

Leave a Comment

İlgili İçerikler