KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
Yine sahilden dönüyordu. Günde en az bir kere Marmara’nın mavisine varmadan yapamıyordu. O kokuyu duymadan, o dalgalarla dertleşmeden bir gün geçiremiyordu asla. Boş hayatında en yüce ve huzur dolu aktivite buydu. Yüreğinde diğer bir huzur yaratan şey ise namazdı. Tek bir seccadesi bile yoktu ama namaz kılmadan da yapamazdı. Çok yorgun olsun yine de yatsıyı kılmadan gözüne zerre uyku girmezdi, huzursuzluğa kapılırdı.
Adeta bir virane haline gelmiş evinin bahçe kapısını ittirdi. Yüreğinde her zaman olduğu gibi derin bir yalnızlık duyuyordu. Ceketini çıkardı ve tam da sofanın göbeğinde duran iskemleye bıraktı. Zaten evde iki yırtık çekyat, bir yatak ve bu iskemleden gayrı tek bir oturmaya-yatmaya eşya yoktu. Fakirdi. Ama bu hayata doğduğu günden itibaren atılmamıştı. Durumları iyiydi. Babası o çocukken Atölye sahibi bir iş adamıydı. Her akşam babası elinde ayrı bir oyuncakla evin eşiğinde beliriyordu. Ama o mesut günler çok sürmedi. Babası veremden gidince ahrete, anasıyla kaldı. Anası bir vakit el ayağını yıkasa da, evini geçindiremedi. Bu kahır ve üzüntüden ötürü de bir gece yattı ve sabahına gözünü açamadı. O sabah 12 yaşındaydı kahramanımız. Şu an ise 46… Bu uzun dönemde sürekli bir iş ve aş çabasında bulunsa da, bu gayretleri hiç sonuç vermedi. Hangi işe girse kovuldu, hangi kapıyı çalsa suratına kapandı. Son on yıldırsa kendi kendine yaşayıp gidiyor. İnsanların bir ekmeğe muhtaç olduğu dönemde o da kırıntıları topluyor. Tek bir ahbabı yok bu kentte, tek bir akrabası… Kendi başına meydan okuyor hayata.
Sıcak havadan ötürü yorulmuştu. Yatmak üzere yatağın bulunduğu odaya doğru ilerledi. Daha odaya girmeden sonuna kadar açık pencereyi ve sigara dumanından sararmış, habere sallanan tül perdeyi gördü. Bu onu şaşırttı. Hâlbuki sahile çıkmadan önce kapadığına adı kadar emindi. Odaya girince şaşkınlığı katlandı. Yatağının üzerinde bir köpek uzanmış, öylece yatıyordu.
– Hoşt! Ne işin var senin lan içerde it? diye bağırınca hayvan da korkuyla kalktı tabi. Ama bağırmasını umursamadan kuyruğunu sallayarak dilini çıkarıyor, ona kur yapıyordu. Ama bizim çulsuz dinler mi? Aldı meşeyi başladı hayvana vurmaya. Acı acı inledi zavallı. Yine açık pencereden çıktı sokak köpeği.
Bu hadisenin üzerinden aylar geçmiş ve mevsim kışa gelmişti. Bizimki de gecenin bir vakti babasının üç kuruş maaşını çekmiş, bir güzel Barbaros’ta balık yemiş, eve dönüyordu. Sokakların arasından rüzgâr adeta ıslık çalıyordu. Hatta bir ara bu ıslık o kadar çığırından çıktı ki, kulaklarını tıkamak zorunda kaldı.
Hafif alkol hâkimdi zayıf bedeninde ama bu onu fazla etkilemedi. Dün ki yağmurdan kalan su birikintilerine bata çıka ilerlemeye devam etti. Az sonra kent merkezine varmıştı. Evinin sokağının bir alt sokağına girdiğinde ise birden yere düştü. Birisi onu itmişti. Kendini toparlayıp ayağa kalkınca ise iki karaltı fark etti. Belli bu heriflerin niyeti iyi değildi.
– Ne itersiniz be! Diye çıkıştı. Adamlardan biri sokak lambasının altına kadar ilerledi. Gayet rahat olan Adam:
– Senin ne edeceğin, nereye gideceğin umurumuzda değil. Tabi paranı verirsen.
Bankadan beri kendini takip ettiklerini anlamıştı bizimki ama salağa yattı.
– Ne parası? Siz benle alay mı geçersiniz? Şu halimi görmüyor musun? Allah’ın kışında giymeye bir paltom yok.
Diğer adam da, sokak lambasının altına geldi. Bu sefer o konuştu:
– Kes! Seni takip ettik. Bankadan para çektin, bir de gittin Barbaros’ta keyif yaptın. Ta bankadan beri peşindeyiz. Ama dolu cebine değecek galiba.
Pis pis sırıttılar.
Bizimkinin yüzünde korkmuş bir ifade hâkimdi. Tir tir titriyordu. Bu para da olmasa açlıktan geberirdi evinde. Kimsede fark etmezdi onun öldüğünü. Belki haftalarca evde kalacak leşi, ancak sineklerin secdesiyle biraz yücelirdi.
Bu saçma ve korkunç ihtimalleri atmaya gayret gösterdi kafasından. Ama durum vahimdi. Adamlar ellerinde çakı, suratlarında aşağılık bir tebessüm yaklaşıyorlardı. Geri adım atmaya başlayan fakir, artık kalem kırıldı sanıyordu. Artık aklından geçen tüm kötü ihtimaller gerçek olacak gibiydi. Gözlerini yere doğrultmuş ve belki de tek bildiği dua olan Fatiha’yı okuyordu. Tam “Âmin!” dedi ki, adamlardan biri “Ah!” narasını atarak yere yıkıldı. Ne diğer hırsız ne de bizimki ne olup bittiğini kavrayamamıştı. Sonradan fark ettiler ki, yerde acıdan kıvranan adamın üzerine bir köpek atılmıştı. Tüysüz bir sokak köpeği. Fakir adamımız bu köpeği ha çıkardı, ha çıkaracak. O kadar tanıdık geliyordu ki gözüne. Bu esnada azmış köpek diğer adama dönmüş ve dişlerini göstererek havlıyordu. Diğer adam taş maş atsa da köpek ne anlar? Kudurmuş vesselam! Tam ikisi kozlarını paylaşmak üzereyken bizim Fakir köpeği çıkardı. Bu köpek, aylar önce penceresini açıp da evindeki yatağa sızan sokak köpeğiydi. Bir an utandı. O, hayvana hayvandan beter davranan bir hayvandı. O melaike köpek ise belki de beş dakikadan az keyif sürdüğü yatağın sahibini unutmamış ve onu zor bir ahvalde görünce ona sahip çıkmıştı.
Sonunda diğer hırsız da dayanamadı ve yerde baygın yatan arkadaşını da sırtlayarak kaçtı. Köpek ise arkalarından birkaç kez havladıktan sonra Fakir’in ayağının dibine geldi. Sanki karşısındaki bir insanmış gibi derin bir utanç hissediyordu içinde. Ama köpek bu utancı yıkmak istercesine üstüne atıldı ve ona sevgi gösterileri yapmayı sürdürdü. Bu sefer bu cilvelere karşılık verdi bizim Fakir ve başını okşadı köpeğin ve şu sözleri söyledi kurtarıcısına:
– İşte sen gerçek dostsun. Diğer tüm dostlarım param bitince beni terk etti. Ama sen, seni dövüp sokağa uğratmama rağmen beni unutmadın. Sahip çıktın. Andım olsun ben de telafi edeceğim! Bundan sonra bir yen içinde iki koluz. Ayrılmayacağız mezara kadar!
Dediği gibi oldu. Bir gece ağır zatürreeden vefat edince efendisi, kahraman köpeğimizde bulduğu en yüksek tepeden koy verdi kendini.
Deniz Orallı