KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
Ve değişmeyen tek şey, değişimdi.
‘Zamanın belirsiz bir dönemine tanıklık eden Theador’ un hikayesi…’
Alarm 06:30’ da çalmaya başladı. Gece boyu aralıklarla uyanan Theador, sesi duyuyor ama o uykunun en çekilmez hali, kendine gelmesine engel oluyordu. Son bir aydır, iki fincan kahve ile güne başlar olmuştu. Hayatının en zor dönemini yaşıyordu. Ama asıl zorluğu, sonraki döneminde yaşayacağını nereden bilebilirdi?
İstemeyerek yatağından kalktı. Her zaman yaptığı gibi kahve makinasının düğmesini açtı. Ve penceresinin önüne geçti. Ayakta tüm şehri izlemek, ona geçici bir umut veriyordu.
Kahvesini içtikten sonra ofise gitmek için yola çıktı. Bir yazılım şirketinde çalışıyordu. Gün boyu bitmeyen işlerle oyalanıyor, eve döndüğü zaman yalnızlık onu ele geçiriyordu. Altı ay öncesine kadar evliydi. Eşi, Theador’ un baskıcı tutumuna daha fazla dayanamadı ve evi terk etti. Theador eşini çok seviyordu. Ama bazen çoğunlukta eşine olan üstünlüğünü her fırsatta dile getiriyordu. Kendine olan o anlamsız özgüveni, her şeyi bilirim tavrı, şimdilerde anlamını yitirmişti. Davranış şeklinin ve kişiliğindeki yanlış dürtülerin farkına varmıştı ama artık çok geçti. Bugün eşinin avukatı aramış ve imza için görüşme ayarlamıştı.
Theador öğle arasında avukat ile görüşmeyi beklerken, eşiyle karşılaşınca, içindeki derin hüznü patlak verdi. Duygusal, bir o kadar da tartışma içinde geçen buluşmadan sonra yollarını tamamen ayırdılar.
Akşam eve döndüğü zaman, bomboş evinde dolandı. Canı sıkılıyordu. Arkadaşlık sitelerinde dolaştı ama dolaştıkça iğreti oldu. Geri çıktı. Bu boşluk onu tüketiyordu. Her gün yaşanan şeyler artık tatsızlık vermeye başlamıştı. Hayatında bir değişime ihtiyacı vardı. Ama o nedir, nerededir? Hiçbir fikri yoktu.
Günler aynı hızla ve olağanlıkla geçerken bir gün bir şey oldu. Ofisinde çalışırken panoya asılan bir yazı dikkatini çekti. Yazıda denek arandığı yazıyordu. Ama ne için arandığına dair bir bilgi yoktu. Biraz oturdu, düşündü. Zihninde parlayan o ışıkla;
‘Neden olmasın? Ne kaybederim ki! Şu yaşadığım hayattan daha mı kötü durumda olacağım?’ diye düşündü. Üstelik verilecek para da küçümsenemezdi. Bu para ile halihazırdaki kötü yaşamının çok üstüne çıkabilirdi. Yazıya tekrar baktı. Telefon numarasını kaydetti. İlk fırsatta aradı. Görüşme ayarladı. Saat 14:30’ da laboratuvarda olacaktı. O çok ünlü laboratuvar! Korkacağı hiçbir şey yoktu. Uzun zamandan sonra içinde bir kıpırtı hissetti.
Laboratuvara gelen Theador, saatine tekrar baktı. Saat: 14:25’i gösteriyordu. Onu kapının hemen girişinde beyaz önlüklü iki kişi karşıladı. Theador, gelmeden önce, ciddi bir araştırmadan geçtiğini bilmiyordu. Görevlilerin onu kapıda karşılaması… Ve Theador’un şaşkınlığı da bu yüzdendi. Birlikte yukarıdaki bir odaya girdiler. Yapılan açıklamada bir aşıdan bahsettiler. Amaçları; yapılacak testin denek üzerinde nasıl bir etki yaptığını gözlemlemekti. Önce vücudunda biraz karıncalanma olacak, sonra tepkileri ölçülecek ve ardından her şey normale dönecekti. Böyle söylemişlerdi.
Çok da heyecan verici bir durumu yokmuş, diye iç geçirdi. Ama kabul etti. Ve ilk deney birazdan yapılacaktı. Onu hazırladılar ve ‘çok özel’ yazılı bir odaya aldılar. Odada sadece uzun bir masa vardı. Tepesinde de beyaz ışıklar. Beyaz önlüklüler, masaya uzanmasını söyledi. Theador, boylu boyunca uzandı, tepkisiz ekibe baktı. Beş kişilik ekip onun etrafını sardı. Ve ilk uygulama başladı. Ufak dozlarda bir aşı vücuduna enjekte edildi. Değişim var mı diye yarım saat beklendi. Ama hayır, hiçbir farklılık olmadı. Theador, değişime direniyor gibiydi. Grup, ikinci bir doz ekledi. Bu kez vücudunda bir karıncalanma hissetti. Bu normaldi. Sonra birden beyaz ışıklar mor renge büründü. Ve en son beyninde kontrol edemediği tepkiler hissetti. Böyle bir değişimin olacağından hiç bahsetmemişlerdi. Neler oluyordu? Hâlâ duyabiliyor ve konuşabiliyordu ama kalkmak istiyor, vücudu ve beyni ondan ayrı hareket ediyordu. Elleri ve ayakları bedenine dar gelmeye başladı. Bir süre zihnin ve tepkilerin değişimini birlikte izlediler. Theador, kendisini daha önce hiç olmadığı kadar iyi hissetmeye başladı. Ardından ekipten bir adam neler hissettiğini sordu. Alt yapısı da bu duruma uygun olan Theador:
“Harika hissediyorum. Ve daha önce bilmiyorum dediğim her şeyi şimdi çok iyi biliyorum. Her şeyin en doğrusunu bildiğime yemin edebilirim. Hatta sizinle her konuda tartışabilirim.” dedi büyük bir heyecanla!
Evet! Aşı amacına ulaşmıştı. Eyleme geçmiş yüksek bir ego karşılarında duruyordu. Ekip bir kutlama daha yaptı. Theador ‘bininci kişi’ olarak cehalet ülkesine gönderilmeye hazırdı.
“Şimdi hazırlan. Biliyoruz ki şu an, bildiklerin ya da bilmediklerin! Ne varsa paylaşmak istiyorsun. O yüzden seni keyifli bir geziye çıkarıyoruz.” dediler ve onu bir araca bindirdiler. Yolda ilerlerken nereye gittiklerini sordu. Verilen cevap kısa ve özdü:
“Ayrıcalıklı bir ülke!”
Theador büyük bir gururla arkasına yaslandı. Uzun bir yoldan sonra sınıra yaklaştılar. Etrafta üniformalı adamlar dolanıyordu. Bu adamlar, ellerinde Theador’un daha önce görmediği bir silah taşıyordu. Ama daha önce bir yerlerde görmüş olmalıydı. Dayanamadı. Yanındaki adama;
“Bu silahlar da nedir?” diye sordu.
Adam:
“Burası bir sınır, izinsiz geçişler yasak, geçmeye kalkarsan o silah dediğin aslında bir ışındır, o ışına maruz kalırsın, ömrün boyunca tekrar insana dönmen mümkün olmaz.” cevabını verdi. Cevabı hazmedemeyen Theador;
“Peki neye dönüşeceğim?” diye sordu.
“Bunu da sınırı geçince göreceksin.” cevabını aldı.
Öğrendiği kısa bilgiyi hemen beynine kaydeden Theador, ofise döndüğü zaman bunu uzun uzun anlatacaktı. En derin bilgiler ondaydı.
Sınırın girişinde büyük bir kapı vardı. Hemen üzerindeki yazı dikkat çekiciydi. ‘Büyük tehlike, yarı aptallarla yarı akıllıların arasında yatar.’ (Goethe)
Araç durduruldu. Ve üniformalı biri yaklaştı. Cebinden bir alet çıkardı. Yanındaki adam:
“Şimdi sakin ol ve sırtını dön.” dedi.
Theador sırtını döndü. Ve ardından, ensesine bir ‘çip’ yerleştirildi. O anda kolunda, dijital bir saat izi belirdi. Ve bu saat sadece dakikaları gösteriyordu. Bin dakika geri saymaya başladı. Theador bunun ne olduğunu hiç sormadı.
“Bin dakika sonra geri döneceğimi biliyorum.” dedi emin bir şekilde.
Ama durum düşündüğünden çok farklıydı. O süre içerisinde neler konuşacağı ve nasıl davranacağı, kısaca; cahilliğin sunduğu tüm izler, gözlemlenecekti. Duruma göre bedeninde ciddi değişimlere maruz kalacaktı.
Sınırı geçip ülkeye girdikleri anda, çok farklı insan türüyle karşılaştı. İnsan demek belki biraz hafif kaçardı. Yaratık demek belki daha çok anlamlıydı. Theador biraz korkmuş ve şaşırmış halde yerinde kıpırdandı. Ama yanındaki adam ona dönerek;
“Korkma sen bu yaratıkları bilginle insanlaştıracaksın. Bu yüzden buradasın. Sana zarar veremezler.” dedi.
Adam, bu cümleleri bininci kez kurdu. Theador ise az önce, sınırın girişinde okuduğu yazıyı kendi üstüne aldı.
“Demek ki ben, o tehlikeyi yok etmek için buradayım.”
Abartı bir cesaret ve özgüven hissetti. Ruhunu gurur duygusu kapladı. Daha emin ve daha bilmiş tarzıyla etrafa baktı. Bu hisle daha arabadan inmeden yüzünde ufak değişimler olmaya başladı. Ama bu ülkenin bir şeyi eksikti. ‘Ayna’ o yüzden o değişimi bir süre kendisi göremeyecekti.
Araba durdu. Ve Theador’u indirip, hiçbir şey söylemeden çekip gittiler. Yine tek başına kalmıştı ama bu defa kendini yalnız hissetmedi. Yanından gelip geçenler kesinlikle birer insan değildi. Yüzleri yemyeşildi. Bunun kaynağının ‘özgüven zehirlenmesi’ olduğunu daha sonra, kendisi deneyimleyerek öğrenecekti. Burada herkes sürekli muhabbet halindeydi. Sanki herkes olmayan bilgisini konuşturuyordu. O ara bir konuşmaya kulak verdi. Ülkeyi kurtarmaktan söz ediyorlardı. Ve kendi çaplarında çözümler üretiyorlardı. Daha fazla buna dayanamayan Theador ona verilen, verildiğini zanneden, görevinin gururuyla konuya girdi.
“Önce bakanları değiştirmek lazım! Eğitimli ve işi bilir kişiler başa gelirse bu ülke kurtulur.”
Hemen ardından diğeri söze karıştı.
“Olur mu önce insanlara bizden bahsetmeliyiz. Bu ülkeden hareket etmeliyiz. Bizler deneyimlerimizi, düşüncelerimizi diğer insanlara aktarmalıyız. İnsanları ikna etmek kolay olur. Onlar her söze kanar.
Theador içinden tekrar etti. “Onlar her söze kanar!”
Sürü psikolojisinden bahsediyordu. İnsan dışı yaratıkları, bu politikayla ikna edebilirim, diye düşündü.
Her söz alışında, her düşünüşünde bedeninde ciddi değişimler oldu. Yüzü önce sarardı, konuştukça yeşile döndü. Ama o, bunları göremeyecek kadar bilgi sarhoşuydu.
Kolundaki saate tekrar baktı. Burada zaman hızlı ilerliyordu. Geriye altı yüz dakika kalmıştı. Ama Theador henüz bir şey yapamamıştı. Daha hızlı karar verip çözümler üretmeliydi.
Bu ülkede dikkat çekici bir durum daha vardı. Kitabın, derginin ya da gazetenin olmamasıydı. Çünkü burada yaşayanlar, buna ihtiyaç hissetmiyordu. Olmadığının farkında bile değillerdi. Kendi bilgilerinin kurak denizinde yüzdüklerini zannediyorlardı. Ama boğulduklarını görmüyorlardı. Gözleri o kadar kapanmıştı ki! Ne değişimlerini fark ediyorlardı ne de düştükleri durumun farkındalardı! Ve üstelik kendilerini mükemmel görüp, karşı tarafın çirkinliğine anlam veremiyorlardı.
Gerçek bilgi azaldıkça, beden ve ruhtaki çirkinleşme artıyordu. Ve bu deneyleri yapanlar aslında insan görünümüne sahip birer robottu. Dünyanın gidişatını uzaktan gözlemleyenler iki şeyi fark etti. Yüksek ego ve her şeyi bilme yetisi! Bu yüzden adını Cehalet koydukları bir ülke kurmaya karar verdiler. Sisteme has robotlar ürettiler. Denek olmak isteyen insanlar arasından tahsilli olanları seçtiler ve üzerinde bir deney yaptılar. Bu sistem ile insanların cehalet sınırını ölçmek istediler. Ve teknolojinin insanı, istediği anda, her şeye dönüştürebileceğine defalarca şahit oldular.
Peki bu insanlar bu gerçekle, bir gün yüz yüze gelir mi? Sanmıyorum. Herkesin her şey hakkında bilgisi oldukça, öğrenmek ve araştırmak yerine ders vermeyi tercih ettikçe bu ‘bilgi terörizmi’ evren yok olana kadar devam edecektir.
Özden Çelik