GÜMÜLCİNE ANLAYANA Türk Gençler Birliği’yle Çukur Kahve arasındaki Trakya Aile Lokantası’nda sabah çorbası içiyoruz. Sulu yemek, pilav, döner, ızgara et de yenebiliyor. Çorbalar ve...
İtiraz etmek, her söylenene bir kulp bulmak günümüzde adeta moda hükmünde bir alışkanlık… Birbirimizin fikirlerini kabul etmemek üzere koşullanmışız bugünlerde. “İşittim, kabul ettim” diyebilmek ne güzeldir, ne övülesidir oysa.
İşitebilmek başlı başına bir marifet. Aramıza görünmez duvarlar inşa etmişiz farkında bile olmaksızın. Bu duvarları aşmadan hatta aşmaya çalışmadan yaşıyoruz her birimiz. Birbirimizi işitmek için değil işitmemek için çaba gösteriyoruz ha bire. Biri derdini söylüyor, halini arz ediyor; bir diğeri kulaklarını tıkıyor. Karşısında buğulanan kederli gözleri görmemek kastıyla etrafındaki cümle eşyaya bakışlarını yönlendiriyor. İnsan hariç her şeye bakıyor kısacası. Böylelikle çevremiz sadece kendi türküsünü dinleyenlerle doluyor. Bu gürültünün ortasında herkes sağır olmuş durumda. Keşke dilsiz de olsaydık!
Komşusu açken tok uyuyamayan bir neslin yirmi birinci yüzyıl adındaki aşüfteye aldanmış evlatlarıyız bizler. Ne kadar şuh fakat aslında ürkünç bir siması var onun. Kilometrelerce ötelerdeki yabancılarımıza yaklaştırdı bizleri bu aşüfte, yanı başımızdaki aşinalarımıza küstürdü. Yusuf’u Kenan ilinde yitiren Yakub’un gözyaşlarıyla ağlamalıyız. Yunus’un nedametiyle yanmalı, Eyub’un sabrını dilemeliyiz Mevla’dan. Gönlümüz hep mahzun olmalı gül yüzlü Peygamberimiz ’in gönlü kadar olamasa da. Birbirimize olan güvenimizi yitirdiğimiz için uzay çağı boşluğunda…
İşittiğimiz doğrulukları ve güzellikleri kabul etmek de oldukça kıymetli bir marifet. Samimiyetimizle, gönül temizliğimizle işittiklerimizi onaylamak neden bu kadar ağır geliyor bizlere? Çoğunlukla burun kıvırıyoruz karşımızdakiler konuştukça. Hep mi yalan hep mi yanlış işittiklerimiz? Artık herkes mi bize düşman? Bir de inanmadan kafa sallayanlar var ki ömre ziyan…
Birliğin dirlikle eşanlamlı olduğunu çoktan unuttuk. Ötekiler kavramı hem dillerimizde hem kalplerimizde hem de akıllarımızda hak etmediği kadar kapsamlı bir yere sahip. Eğer birilerini öteki olarak kabul ettiysek –ki bu kabul ediş öteki kavramını oluşturmak kadar basit geliyor bizlere- onlar ne söylerlerse kötüdür, çirkindir ve yanlıştır. “Nuh der peygamber demez” sözü de insan neslinin inkâr hastalığından kaynaklanmamış mı? Gözleriyle gördükleri mucizelere illüzyon ya da sihir diyebilen zihniyetler galiba soyumuz devam ettikçe var olacaklar.
En önemli marifet ise işitip kabul ettiklerimizi dile getirebilmek bana kalırsa. Evet, gereksiz iltifatlarda bulunmak, her söyleneni beğenip kabul etmek karakter zafiyetinin belirtisi olarak değerlendirilebilir. Bu değerlendirme çoğunlukla doğrudur üstelik Buna rağmen bir sözü doğru, bir şeyi güzel buluyorsak bunu ifade etmekten hicap duymamalıyız. Asıl mahcubiyetimiz Hak tanımazlık, kıymet bilmezlik olmalı.
İnsan sevdiğinden gelen her sözü işitir işitmez beğenir çoğu kez. Bu anlamda sevmek ne derece kıymetli bir mucizeyse sevilenden gelen her şeyi kabul edebilmek de sevebilmeye denk bir mucizedir. Sevgiliye duyulan aşk, onun söylediklerine duyulan hayranlığı da oluşturuyor ister istemez.
Zorla güzellik olmaz, demiş atalarımız. Çok doğru bir söz bu… Kendi adıma şunu söylemeliyim ki hiçbir şeyi zorla kabullenemem. Sustuğum olur zaman zaman baskılar karşısında. Fakat ne baskı yapan kişileri affederim bir ömür boyu ne de onların söylediklerine kalbimde zerre kadar yer ayırırım. Zaman zaman cümle varlığı sığdırabileceğime kanaat getirdiğim, şaşılası enginlikteki gönlüme onlara dair hiçbir şeyi almam. Eğer alsaydım bile sığmazlardı eminim. Onların sesleri kulaklarımı tırmalar, sözleri ise vicdanımı… Her işittiğimizi de kabul edecek değiliz ya bu anlamda…
Söylenen sözü değerli kılan sözün kendisinden çok o sözü söyleyen dil, daha doğrusu o sözü söyleten kalptir. İşittiğim sözlere dönüp bakmadan çok daha önce bu sözleri söyleyenlere bakarım. Kalplerini göremesem bile onların, samimiyetlerini görürüm o kişilerle olan anılarımdan da yola çıkarak. Önceki tecrübelerimden bana güven veren kişilerse sözün sahipleri kolayca “İşittim kabul ettim” derim aksi takdirde ruhum asla yanaşmaz bu sözlerin rıhtımına.
Ebubekir (r.a.) Miraç hadisesini ilk önce Peygamberimiz ‘in ağzından dinlememişti. Fakat duyar duymaz bu mucizeyi “Eğer Muhammed (s.a.v.) söylediyse bütün bunları, şüphesiz doğrudur.” demişti. Sevgi, hürmet ve itimattı ondaki muhteşem kabul edişi sağlayan… Eğer bu sözün sahibi Muhammedü’l –Emin, işiten Sıddık sıfatıyla maruf Ebubekir olmasaydı, Ebubekir bu sözün sahibini o kadar candan ve gönülden sevmeseydi, O’nu Allah’ın elçisi bilmeseydi; öylesine kolay “İşittim kabul ettim.” diyebilir miydi?
Çağlar çağları kovaladı. Zaman adlı ırmak hiç durmadan aktı. Bizler artık kalaylı bakır taslardan su içmiyoruz, mis kokulu bahçelerde gül ile bülbülün muhabbetlerine şahitlik etmiyoruz. Birbirimizin dediklerine de kulak asmıyoruz. Bırakın başkalarının sözlerine, kendi sözlerimize inanasımız kalmadı. Söylediğimiz sözleri gönlümüzün eleğinden geçirip söylesek, bu sözleri söylemeden önce onların narıyla yansak, başkalarının canlarını acıtmak için değil yaralarını sağaltmak için konuşsak dönebilir miyiz acaba o kutlu demlere?
Hatice Eğilmez Kaya