0

KARAKTERİ ÖLDÜRMEK

Barış, elindeki mektubu kâh gülümseyerek kâh üzüntüyle ne düşüneceğini bilemeden okumaya devam ediyordu.

“Barış Bey, sizi ilk öykünüzden itibaren sözcük sözcük izliyorum. Duygularınızın derinliğini sizden daha fazla hissederek yaşadığıma eminim. Dediklerinizi okuyorum ama demediklerinizin kokusunu cümlenizin sonundaki fiillerden algılıyorum. Eliniz açık olsa hikâyelerinizin hangi deryalara savrulacağını tahmin edebiliyorum. Size kimse Oscar davetinde bulunmamıştır belki ama benim gönlümün Oskar’ını almışsınızdır, şu ana kadar ki külliyatınızla… Patronumun aylık toplantılarımızda yaptığı gibi ben de önce olumlu duygularımı serdim ortaya, sırada olumsuz diyemeyeceğim ama yaparsan acizane beni, tek bir okuyucunu çok mutlu edeceğini belirterek sizden bir ricam mı, bir eleştirim mi olacak, bilemiyorum. Bu kadar iyimserlikten sonra ben de eleştiriyi bir hak gördüm. Öykülerinizdeki mutluluğu, bahar havasını, umut aşılayan olayları okurken sizin sadık bir okurunuz olmuş biri olarak, dikkatimi çeken bilmiyorum diğer okurlarınızın ya da kılı kırk yaran eleştirmenlerin de dikkatini çekmiş midir? Tüm romanlarınızda bize anlattığınız, özdeşleştirdiğiniz, kötü dahi olsa arka plandaki iyilikleri iyi olumladığınız karakterlerinizi mutlaka öldürüyorsunuz. Her kitabınızın bitiminden sonra içimizde, midemizde bir kesilme, bir kasılma olması mı amacınız? Eğer öyleyse bunu da çok iyi başarıyorsunuz. Ama kabul edersiniz ki sosyal yaşantımızda, sabahları uzaktan kumandayla açtığımız kutudan gelen vahşet haberleri ile yeterince üzülmekteyiz zaten, bir de siz üzmeyin bizi. Öldürmeyin o zavallı karakterlerinizi. Bize de acıyın lütfen… Lütfen!”

Pek fazla alışkanlığı yoktu okuyucu mektuplarına cevap vermek için, ama bu çok özel mektup onu yazmaya içindekileri sunmaya yöneltti. Hiç vakit kaybetmeden bilgisayarını açtı ve yeni bir öyküye başlamışçasına saniye ara vermeksizin kafasından geçenleri olur da unuturum diye noktasız virgülsüz yazmaya başladı. Arada yanlış tuşa bassa bile dönüp düzeltmiyordu ki dikkati dağılmasın, yazacaklarını unutmasın diye.

“Sevgili Ömer, beni çok mutlu ettiğinin yanında çok da hüzünlendirdin. Sizler için güzel duygularla yazmayı, sizlere güzel vakitler geçirtmeyi yazmaya başladığım ilk günlerden kendime hedef belirlemiştim. İnan yüzlerce eleştiri aldım, hem de medyada profesyonel duayen edebiyat yazarlarından, ama senin gözünle bakan böyle bir ricada bulunan ilk kişi olmanız nedeniyle size cevap yazıyorum. Yazmaya başlamadan önce televizyon programlarında ya da kitap tanıtım toplantılarında yazarla yapılan söyleşilerde mutlaka yazarla karakterleri arasındaki ilişkiler sorulurdu. Neredeyse birbirinin kopyası laflar sıralanırdı. Efendim neymiş karakter; onunla konuşurmuş, onunla çatışırmış, bazen ne istiyorsa yaptırırmış, hatta hiç unutmuyorum bir yazar karakteriyle küs bitirmiş olduğunu söyledi, romanını da salon Cem Yılmaz’ın stand up’larında duyduğumuz kahkahalardan bir perde yüksek reaksiyon vermişti. Sırf okuyucuda bir merak uyandırsın onları kitabı almaya kamçılasın, diye böyle konuştuklarını düşünürdüm. Güler geçerdim bu laflara ta ki kendim de farklı farklı karakterler yaratmaya, onlara sevgi, aşk postunu giydirmeye başladığımda, aldanan, aldatan iç seslerini aktarmaya çalışırken ki hâllerinde; ellerine bir silah verip acımaksızın gözlerini kırpmaksızın insanları tek tek ya da topluca öldürtmeye başlayana dek. Baktım ki bizimkiler de masa başında yerlerini almaya, sıralarının gelmesini beklemeye başladı. Neredeyse klavye üzerinde gezinen elime müdahale etmeye, orada başarısız kalırlarsa sessiz ve derinden laf atmaya, topa girmeye başlamışlardı. Şimdi düşünüyorum da meğer böylesi hayal de diyemeyeceğimiz bir yazın dünyası, yazarın etrafında oluşan karakterler aurası gerçekten varmış.

Karakterlerimi öldürmeye gelince; benim kavgacı kişiliğimden mi geliyor bilmiyorum, bunu bir psikoloğa soracağım. Ama daha hiçbir karakterimle fikir birliğine varamadım. Hepsini doğurduğum iç sesimden, kendi duygu dünyamdan hep maksimum kötülükler yapsınlar diye kurguladım. Her kurguma, “Biz bu kadar kötü olmak istemiyoruz biraz yumuşat bizi insanların gözünde, edebiyat dünyasının sadece kötülerden oluşmuş bir cehennem olduğu sanrısını yaratma.” diyorlardı. Ama ben bu kötülüklerin durulmadığı, Habil’le Kabil’den bu yana kavganın, vahşetin durmadığı bu dünyaya ayna olmak, insanlığın bu kötü yüzünü en ince ayrıntısıyla önünüze sermek istediğimden bu yola başvurduğumu açıklasam da maalesef kızgınca masayı terk eden arkadaşlar, orada ikna edemedikleri beni rüyalarımda da ziyaret edip kabuslara gark ediyorlardı. Terli terli uyandığım kaç sabahım olduğunu söylesem inanmazsınız. Gel de intikamını alma, gel de öldürme bunları. Yaşatsaydım da onlardan bir elbise giymeye mi çalışsaydı okuyucularım. Masallarla büyümüş bir genç olarak, içimde yaşattığım kötülükler mayalanmış yer etmiş olsa da sonu iyilerin kazandığı çocuk masallarından daha henüz arınamamışım demek ki. Hâlâ köküne kadar kötü olmayı beceremiyorum.

Sevgiyle ve barışla kalın. Barış K.”

 Ümit Ahmet Duman

 

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler