0

GÜMÜLCİNE ANLAYANA

 Türk Gençler Birliği’yle Çukur Kahve arasındaki Trakya Aile Lokantası’nda sabah çorbası içiyoruz. Sulu yemek, pilav, döner, ızgara et de yenebiliyor. Çorbalar ve sulu yemekler öğleden sonraya kalmıyor.

Doyduğumuza göre, Gümülcine’yi gezmeye bugün de başlayabiliriz. Yalnızca yayalara açık Eirínis (Barış) Alanı’ndayım. Geceleyin önünden geçerken dikkatimizi çekmişti. Belediye burasını kentin merkezi sayıyor. Gençlerin ilgi gösterdikleri bir alan. Havanın serinliğinden ve saatin erkenliğinden olsa gerek, kalabalık değil. Dimokratias Caddesi’nin yürüyüş yönüme göre solunda yarı soyut bir anıt duruyor. Ulusal Direniş Anıtı’ymış.

Bir kadın ve erkek iç içe. Türklere, Bulgarlara, Almanlara ya da hepsine birden gerçekleştirilen direnişleri simgeliyor olabilir. Sanırım, 2’nci Dünya Savaşı’nda uğranılan işgalle ilgilidir. Barış Alanı’nın ilerisindeki Aya Paraskevi Parkı, fıskiyeli havuzlarıyla geniş bir yeşil alan. Parkın girişindeki Kılıç Anıtı’nın karşısındayız. Savaşlarda ölen Yunan askerlere adanmış. Beyaz mermerlerin üstüne altın rengi bir kılıç yerleştirilmiş. Eğer başka bir yere önceden konulmuş benzeri yoksa özgün bir buluş.

Cunta Dönemi’nde yapılan, on dört metre yüksekliğindeki anıt, Demokrasi Dönemi’nde de benimsenmiş. Yunan ulusal ve dinsel günlerinde önüne çelenk bırakılıyor. Biraz ilerleyince Soykırım (Holokost) Anıtı’na varıyoruz.

Yunanistan’daki Yahudiler, 1821 yılından başlayarak yapılan ulusalcı ve dinsel kırımlarla epey azaltılmışlardı. Kalanlar da yerli ve işgalci faşistlerin kıyımlarıyla karşılaştılar. Gümülcine’nin Yahudileri de İkinci Dünya Savaşı sürecinde toplatılarak ölüm kamplarına gönderilmişler. Aya Paraskevi Kilisesi, parkın Andrianoupoleos Sokağı yönündeki sağ kıyısında kendini gösteriyor. Küçük bir kilise. Adını, Gümülcineli Hristiyanların koruyucu saydıkları kişiden almış.

Ortodoks anlatıya göre, ikinci yüzyılın başlarında Roma’nın varsıl bir ailesinde doğan Paraskevi, babasından kalan varlığı kiliseye, dindaşı kızlara ve yoksullara dağıtmış.
Putperestler ve Yahudiler arasında Hristiyanlığı yaymak ve o uğurda şehitliğe ermek amacıyla yola çıkan Paraskevi’ye, uğradığı beldelerde yöneticiler çeşitli işkenceler uygulatmışlarsa da hiçbir zarar veremediklerini görünce İsa’yı doğrulamışlar. Selanik yakınında bir yere gelen Paraskevi, orada da işkenceden geçirilmiş. Son yaptırım olarak başı kesilmiş. Hristiyan inancına göre, bu kez ölmek için dua eden Paraskevi ölmüş! Paraskevi Parkı’nda her Temmuz ayının 25’inde Aya Paraskevi Festivali düzenleniyor.

Dimokratias Caddesi’yle Gratinis Sokağı arasında yukarı yönde biraz ilerleyince önce minik, ardından büyük bir kilise görüyoruz. Minik tapınağın adı Paisius Kilisesi, büyük tapınağın adı Muştu (Beşaret) Katedrali’ymiş. Katedralin önünde büyük bir avlu var. Avluda, sol eliyle göğsü arasında kitap tutan bir papaz heykeli var. Yazıtında “1821” yılı, Yunanca “Konstantin” adı ve daha birkaç sözcük yazılı.

1821’in Osmanlı’ya karşı Yunan başkaldırış yılı olduğunu biliyorum. Konstantin ise Maronya Metropoliti. Maronya, Gümülcine yakınında bir beldenin adı. Türkçe Sözlük, “Ortodokslarda patrikten sonra gelen ve bir bölgenin din işlerine başkanlık eden din adamı” sözcükleriyle tanımlıyor metropoliti.

Şatafatıyla göze çarpan bir tapınağa varıyor yolumuz. Agios Georgios (Yorgi) Kilisesi, yeni görünümlü ancak eski olabilir. Gümülcine’nin en yüksek çan kulesi buradaymış. Hayli değişik bir çan kulesi. Hristiyanların milattan sonra 3’üncü yüzyılda yaşadığını sandıkları ve aziz saydıkları Yorgi, çok sayıda tapınağa ve kişiye ad olarak verilmiş.

Gümülcine’yi adımlamayı sürdürüyoruz. Sokağın birinde küçük bir kitapçı dükkânı: Bibliographe. Türkçe kitaplar satılıyor. Türk yazarlar Orhan Pamuk’un Kar, Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan, Latife Tekin’in Zamansız, İskender Pala’nın Arumrabum, Nevzat Tarhan’ın Değerler Psikolojisi ve İnsan adlı kitapları ve diğerleri. Çeviri kitaplar da alabilirsiniz. Onlardan da örnek sunuyorum: Cengiz Aytmatov’dan Cengiz Han’a Küsen Bulut, Umberto Eco’dan Yanlış Okumalar, Mircea Eliade’den Mitlerin Özellikleri, İvan İllich’den Okulsuz Toplum.

Çocukları da düşünmüşler. Birkaçının adını söylüyorum: Arkadaşım Dişçi, Şu Acayip Kediler, Koala Kori ve Sevimli Dostları, Masal Otobüsü Düt Düt. Bu kitapların tümü Türkiye’de basılmış. Aynı sokaktaki yapıların girişlerinde sıralanmış metallerin üzerinde Türkçe sözcükler görüyorum. Yanlarına Yunanca yazılıları da konulmuş metallerdeki adları ve meslekleri okuyalım: Hukuk Bürosu – Av. İlhan Ahmet (Rodop Milletvekili), Avukatlar İlker Çavuşoğlu (Yargıtay Avukatı) – Ayşe Sali Ahmet, Caner İmamAvukat, Dil ve Konuşma Terapi Merkezi, Op. Dr. Hüseyin Sali – Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı. Türklerin Batı Trakya’da avukatlık ve doktorluk yapabildiklerini, iş yeri levhalarına kimliklerini dilediklerince yazabildiklerini öğrenmiş oldum.

Gide gide Sofili Sokağı’na, Gümülcine Kalesi’nin kalıntılarına ulaşıyoruz.

Küçük bir kale. Yıkık durumda. Görünüşe bakılırsa, onarıma girişmek üzereler. Yapılış tarihi belirsiz; 4’üncü yüzyıldan kalıt bir Bizans Kalesi olduğu ileri sürülse de, 10’uncu, 14’üncü ve aralarındaki yüzyıllar olasılıklar arasındalar. Kale, Evrenos Bey’in 1363 yılında Gümülcine’yi ele geçirmesi sırasında biraz hasar görmüş. 1919 yılındaysa Bulgarlar büyük bölümünü ve kulelerini yıkmışlar.

Kalenin karşısında bir tapınak var. Şimdiye dek gördüklerimize benzemiyor. Dinsel bir yapı olduğunu çatısındaki haç olmasa anlayamazdım. Meryem Ana Metropoliten Kilisesi’ymiş. 16’ncı yüzyılda, eski bir Bizans kilisesinin temelleri üzerine yapılmış.

Tek şerefeli bir cami minaresi görüyorum. Serdar Mahallesi’nin küçük bahçeli Serdar Camisi.
19’uncu yüzyıl yapıtı. Kubbesiz, çatılı. Bir deprem sonrası onarılırken kubbesi kaldırılmış, üstü çatıyla örtülmüş. Duvarlarındaki yeşil zemine beyaz kenarlı yıldızları ve tombul (yuvarlak) taş minaresi ilgimi çekti. Küçük şadırvanının kubbesi hilalli. Minaresi yine tek şerefeli başka bir camiye geliyoruz.

Tabakhane Mahallesi’nin kapısı doğrudan sokağa açılan Tabakhane Camisi. Yapılış tarihini gösteren bir levha göremedim. Müftülüğün internet sitesinde, Balkan Savaşı’ndan önce tabak (deri) esnafının yardımıyla yapıldığı, başka bilgi bulunmadığı açıklanıyor. Camiye adı verilen Tabakhane Mahallesi’nde tarihin birinde Süleyman Bey’le Macide Hanım arasında türküleşen bir ilişki yaşanmış:

“Tabakhane taşları/ Süleyman Bey’in kaşları/ Süleyman Bey’i sorar isen/ Tabakların başları/ Ar geliyor Macide’m/ Zor geliyor.”

Gümülcine’de adlarını andıklarım dışında da çok sayıda mahalle camisi bulunuyormuş. Yön levhalarında ikide bir karşıma çıkan Fanari’yi merak ettim. Gümülcine’nin Ege Denizi kıyısındaki yerleşim yerinin adıymış.

Gün geceye erişti.

Akşam yemeğini Kilkis Sokağı’ndaki King Food adlı lokantada yiyoruz. Türklerce çalıştırıldığı, duvarındaki “Dana Döner, Tavuk Döner” yazısından anlaşılıyor. Batı Trakya’da ağız tadımı değiştirmek gereksinimi duymuyorum. Yıllardır alıştığım yiyecekleri, içecekleri bulunca yenilik aramıyorum. Demek ki bazı şeylerde konfor alanımızda kalmak kolayımıza geliyor ve dahası hoşumuza gidiyor.

Yağmur başladı, kalkmakta ivedi davranmıyoruz.

Yan masada yemek yiyen Emine’yle söyleşmek olanağı doğdu. Burada sıkılıyormuş. Olağan sayılır. Küçük kentte her genç sıkılabilir. On sekiz yaşında. Lise öğrencisi. Anneannesinin adını taşıyormuş. Babasının adı Ergun, annesinin Fatma. Gümülcine’nin bir köyünde doğmuş. Atina’da ya da Selanik’te tıp okumak istiyor. Türkiye’de okumayı düşünmüyor. Konuştuğum azınlık üyeleri, Osmanlı Türkü olduklarını kesin bir dille söylüyorlar.

Aynı otobüste geldiğimiz kişiye, kalacağımız otel oraya yakın diye Kılıç Anıtı’nın yerini sormuştum. Konuşkan çıkmıştı. Adı İmam’mış. Seksen bir yaşında. İskeçeli. Biraz takılınca coşkulanarak, “Biz Osmanlı Türküyüz!” dedi ve kanıt olarak cebinden bir mühür çıkardı. Batı Trakya’da yaşayan Türklere, “Siz Türk değilmişsiniz, Müslüman Yunanmışsınız!” derseniz, tepki görmeye hazır durmalısınız. Emine’nin durumuysa biraz değişik. Öncelikle adını beğenmiyor, eski buluyor. Kendini Türkçe konuşan Yunan gibi duyumsuyormuş. İnanç olarak Müslümanmış. Bu eğilim Batı Trakya’nın Türk gençleri arasında yaygın bir eğilim mi bilmiyorum.

Gümülcine’ye iki buçuk gün ayırmıştım, az gelecek. Bir günde gezilebileceğini söyleyenlere katılmıyorum. Her gezi eksik kalır ayrıca.

Örneğin, Tevfik Fikret’e Hakikatin Yıldızı başlıklı şiirini yazdıran olayın geçtiği otel Gümülcine’nin neresindedir, şimdi de duruyor mu, öğrenemedim; duruyorsa göremedim. Olay şu: Serab-ı Ömrüm kitabının şairi Feylesof Rıza Tevfik, Hürriyet ve İtilâf Fırkası adına seçim çalışması yapmak üzere trenle geldiği Gümülcine’de İttihat ve Terakki Fırkası yanlılarından dayak yemiş. 1912 yılı Mart ayının 23’ünde Rumeli Oteli’nde başlayan dayak, Tren İstasyonu’na dek sürmüş gibi! Orada duruma el koyan kolluk görevlileri, Rıza Tevfik’i alıp doktora götürmüşler. Fikret, yakın arkadaşının uğradığı saldırıda yaralanmasından kapıldığı üzüntüyle Hakikatin Yıldızı’nı kaleme almış.

Rahmi Ali’nin Gümülcine şiirinin son dizesiyle bitirelim: “Gümülcine anlayana ah, neler anlatır.”

Erdal Noyan

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler