0

GRİ ŞAPKA

Fırından yeni çıkmış simitlerin seyyar tezgâhlara dizildiği saatlerdi. Güneş karanlığı turuncu kollarıyla yavaş yavaş aralarken; kadifemsi bir buğunun kalktığı denizin koyu mavi suları, bu buğudan kendine ince bir şal örten kentin çeperleri güzel bir bahar sabahına uyanıyordu. Mor bulutların kundakladığı sıra dağları okşayarak gelen rüzgâr, aşağı doğru eserken bu buğulu örtüyü dalgalandırıyor; önüne kattığı reçine, hanımeli ve yasemin kokularını sahile kadar getiriyordu…

Kent işte böyle bir güne uyanırken insanı hafifçe sarhoşluğa sevk eden bu kokuların vurduğu limandan hafif yolcu gemisi kalktı. Sütlaç gibi kırışan denizde buğuların üzerinde uçarcasına ilerliyordu. Kamaşan gözlerle etrafı süzen yolcular güverteden yiyecek atmaya başlayınca gümüşi ışıltılarıyla kuşlar gelmeye başladı. Lacivert gökyüzünden adeta yağıyorlardı. Görüntüleri havai fişekleri andırıyor, harika manzaralar oluşturuyordu.

Nereden geldiği bilinmez, kuşların bu parlak oyununa sıra dışı bir martı da katıldı.  Tüm gözler ona döndü. Beyaz bir güvercine benziyordu. Şimşek gibi süzülüyordu diğerlerinin arasında.  Ama simidi kapınca dümeni sahile doğru kırarak buradaki oyundan çabucak çıktı. Baharın tatlı ışıkları altında beyaz bir yıldız gibi kaymaya başladı. Sahile yaklaşmak üzereyken üzerine bir gölge düştü. Yetişkin bir martı onu izliyordu. Medeniyetin içine sokularak peşindeki tehlikeyi atlatmak istedi. Ama başaramadı. Sahildeki bir apartmanın bahçesine yaklaştıklarında aldığı darbenin etkisiyle ağzındaki simidi düşürdü.

Aşağıda gri şapkasının altında küreğiyle çalışan yaşlı kapıcı önce havayı yırtan tiz bir ses sonra da bir çığlık duydu. Yetmişli yaşlarında, gür bıyıklı, zayıf ve topal bir adam olan kapıcı; alnı boyunca uzanan iri kaşlarının altındaki fersiz kara gözlerini yukarı dikti.

Acıyla feryat eden genç martı birkaç takla attıktan sonra denize doğru dönmüştü. Yetişkin martı ise aşağı doğru inmeye devam etti. Yaklaştıkça rüzgâra çarpan kanatlarından çıkan ses kabalaşıyor adamın üzerine düşen gölgesi büyüyordu.

Gökten inen felaket karşısında bir an donup kalan yaşlı kapıcı, küreği kaldırınca yetişkin martı devasa kanatlarını toplayarak gürültüyle yukarı doğru kanat çırptı. Biraz yükselince de daireler çizip vahşi çığlıklar atarak oradan uzaklaştı. Çığlıkların yankısı duyulmaz olunca küreği bırakan talihsiz adam, bahçedeki zeytin ağacına dayandı. Göğsü ağrıyordu. Aniden yaşadığı heyecan verici bu olaydan dolayı küt küt atan yaşlı kalbi dinmek bilmiyor, nefesini toparlayamıyordu. Gözlerini kapatıp gri şapkasını yüzüne doğru indirmişti ki arkadan gelen bir sesle tekrar irkildi.

Apartmanın birinci katında oturan kadın, mutfaktaki hamster kafesinin boş olduğunu görünce, “Çabuk gel! Juliet kaçmış!” diye bağırıyordu içerdeki kocasına. Kısa bir zaman sonra telaşla geldi adam, eşinin dağılan saçlarını topladı. Birlikte balkondan bakmaya başladılar.

Oturdukları bina sahil boyunca uzananların en eskilerindendi. Denize bakan yamacındaki dört başı mamur bahçesi göze çarpıyordu.  Burada her daim bakımlı çimlerin ortasından geçen ve apartman kapısına kadar uzanan yolun her iki tarafında bodur ağaçlar; duvarın kenarlarında erguvan, yasemin ve onların alt dallarına asılarak bir şerit gibi uzayan hanımelleri vardı. Bahçede ayrıksı duran tek şey olan asırlık zeytin ağacının yanından ayrılarak gelen yaşlı kapıcı çok yorgun görünüyordu. Gece çok yağmur yağdığından açık kahve ceketi ve pantolonu çamur içindeydi. Eliyle temizlemeye çalışırken daha fazla sıvamıştı üstüne başına bunları. Çok geçmeden bu beyhude işten vazgeçerek onlara bakmaya başladı. Güzel kokular geliyordu mutfaktan. Kızarmış ekmek ve demli çay kokuyordu. Adam; ince, uzun boynunu öne doğru eğip kalın camlı gözlüğünün arkasındaki soğuk mavi gözlerini ona dikerek: “Juliet yok, kaçmış.” dedi. Bu arada kadın, beyaz kazağının üstüne dökülen sarı saçlarını bordo bir eşofman giyen eşinin koluna dayamıştı. Kirpikleri nemlenmiş, kivi yeşili gözleriyle bir boşluğa bakar gibi duruyordu.

Yaşlı kapıcı başını salladı. Şimdiki manzara karşısında hissettiklerini gür beyaz bıyıklarının altına saklamaya çalışarak hemen Juliet Hanım’ı aramaya başladı. Balkondan bahçeye atlayan adam da ona eşlik etti. İlk defa dışarı çıkan küçük hanım taze çimenlerin, papatyaların, erguvanların kokularıyla mest olmuş özgürlüğün tadını çıkartıyordu. Kahverengi tüyleri otların arasında fark edilince minik gözlerini onlara dikti. Sessizce yaklaştılar ona. Bir iki adım kala gri şapkasıyla üstüne atladı kapıcı. Yaşlılara özgü boğuk sesiyle gülerek bağırdı ve sol elini çimenlerin üstündeki gri şapkasının altına soktu. Eliyle hamsteri ararken karşısına geçen adama şaşkınlıkla baktı. Şapkayı kaldırıp bir de içini kontrol etmeye başlayınca adam ona bakmaktan vazgeçerek Juliet’i aramaya koyuldu.

Bahçe duvarının yanında tekrar ortaya çıktı küçük hanım. Fakat firar eden bir mahkûm gibi korkuya kapılıp kaçınca duvarın yanındaki su arkına düştü. Tam yakalayacakları sırada bu kez de suda kayboldu. Bir süre beklediler ama ortaya çıkmadı.

Yanlarına gelen kadın ağlamaya başlamıştı. Duvarın dibinden akan su arkı apartmanın kenarından caddeye döndüğünde üstü kapalı şekilde devam ediyordu. Çaresizce beklediler bir süre orada.

Sessizliği bozan yaşlı kapıcı oldu. Kadını teselli etmek için kısık bir sesle “Kolay kolay bir şey olmaz bunlara! Kurtulur, çıkar gelir bir yerden.” deyince, adam öfkeyle baktı. Ama sesini yumuşatmaya çalışarak, “Yapma Efendi! O sadece evcil bir hayvan!” dedi.

Gözlerini hızla açıp kapamaya başlayan yaşlı kapıcı cevap vermedi. Usulca ayrıldı yanlarından. Gidip zeytin ağacına sırtını dayadı. Gri şapkasını yüzüne indirdi yine. Çenesini küreğe dayayarak dalıp gitti…  Yaklaşık on dakika sonra bağırdı: “Bakın hele misafirimiz var. Juliet Hanım gelmiş. Üşümüş!” deyince, kadın bir çığlık kopardı. Adam ise “Hay yaşa, hay yaşa sen!” diyerek balkondan bahçeye atladı.

***

Öğleye doğu güneş yükselmiş, portakal renkli ışıklar her yeri sıcacık yıkamıştı. Adam ile kadın balkonda oturmuş sessizce birbirlerine bakıyordu. Juliet kurulanmış, bahçeyi izliyordu. Yaşlı kapıcı ise rahatlamış, işine devam ediyor, denizin ılık havasını yaşlı ciğerlerine çekiyordu. Fakat kuzeyde gözüken kara bulutların havayı değiştirecek olması gibi kendi havası da birazdan değişecekti…

Sahile yaklaşan karanlığın içinden gelen yetişkin martı, uzaklaşırken yaptığı gibi daireler çizerek bahçeye doğru inmeye başlamıştı. Alıcı bir kuş gibi süzüyordu aşağıyı. Tepesinde dönen felaketi sezen yaşlı kapıcı başını yukarı kaldırdı. Düşen simit biraz ötesindeydi. Kaçmak için elindeki küreği bırakınca, yetişkin martı süngüsü inen bir savaşçıya saldırır gibi savaş naralarını andıran çığlıklarıyla dalışa geçti. Ama aradaki mesafe beş metreye kadar inince hayret verici şeyler oldu. Yaşlı kapıcı başındaki gri şapkayı ona doğru fırlattı.  Yetişkin martı ise buna karşın daha da şaşırtıcı bir şey yaptı. Şapkayı havada kaptığı gibi kanat çırparak yükseldi.

Bu arada çakan bir şimşek gökyüzünü âdeta ikiye böldü. Yaşlı kapıcı bu defa da geri geri birkaç adım attı. Ardından gelen gök gürlemesiyle sırt üstü düşünce kollarını iki yana açıp yukarı doğru bakmaya başladı.  Şapkayla boğuşan yetişkin martı belki yüz metre yükseldi. Sonra yine daireler çizerek alçaldı. Gri şapkayı bahçeye fırlatıp, pas renkli bulutlara doğru sakin sakin uzaklaştı. Artık seçilemeyecek kadar uzaklaşınca yaşlı kapıcı apartmana doğru döndü. Olayı ilk başta heyecanla izleyen adam ve kadın donup kalmıştı… Oturduğu yerde, yağmurun altında kıpırdamadan denizi süzen yaşlı kapıcı; ancak papatyalar iri damlalarla yana devrildiğinde ayağa kalkabildi. Şapkaya doğru yürüdü.  Birkaç yeri astarına kadar yırtılan gri şapkayı yerden alarak düzeltmeye çalıştı. Aklına ne geldi bilinmez, birkaç kez salladıktan sonra onu başına götürdü. Küreği yerden alıp omzuna atarak bodrumdaki evine doğru yavaş yavaş yürüdü.

Çoşkun Eroğlu

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler