İVEDİ DERDİMİZ SİVİLCELERİMİZ Biz yatılı okul talebeleri Çokça yoksul, biraz ezik, avlanılmaya müsait Oldukça vatanseverdik veya yurtsever İkisi birden olamıyorduk Kızlarına tutuluyorduk...
İNSANCA YAŞAMIN SAVUNUCUSU TEZER ÖZLÜ
1943’de doğdu, 86’da öldü. Resmi kayıtları göre sadece kırk üç, gerçekte ise kırk dört yıl yaşadı. “Yeryüzüne Dayanabilmek İçin” “Yaşamın Ucuna Yolculuk” etmek zorunda kaldı. “Eski Bahçe Eski Sevgi” de soluklandı, “Çocukluğunun Soğuk Gecelerini” bizlere anlattı ve diğer anlatmadıkları “Kalanlar” da toplandı. Yazdığı bir romanı daha vardı ancak ne yazık ki basılmadan kayboldu. Tezer Özlü, bu kısacık yaşamına öyle acılar sığdırdı ki “Yaşamla ve ölümle hesaplaşmak için yazıyorum.” dedi.
Tezer Özlü; 10 Eylül 1942 tarihinde, Kütahya’nın Simav ilçesinde, Nimet Servet Özlü ve Sabih Özlü ‘nün üçüncü çocukları olarak dünyaya geldi. Ancak aile, Tezer Özlü’yü nüfus kayıtlarına 10 Eylül 1943 olarak yazdırmıştır.
“Öğretmen bir anne, hem öğretmen hem de hukukçu olan idealist bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelen Tezer Özlü, anne ve babasının işi nedeniyle çocukluğunu Simav, Ödemiş ve Gerede gibi Anadolu şehirlerinde geçirmiştir. Aile, 1945 yılında İzmir’in Ödemiş ilçesine taşınır. Bu şehirdeyken Sezer ve Tezer, dünyanın sonunun nerede olduğunu ve yolların sonunun nereye kadar gittiğini merak ettikleri için Ödemiş’ten kentin dışına kadar yürürler. Dört bin nüfuslu bir Anadolu kasabasında, henüz altı yaşındayken dünyaya bakmayı öğrenen Tezer Özlü ‘nün pek çok anlatısında yer alan ‘gitmek’ izleği, çocukluk dönemindeki bu deneyimine dayanır.” 1
İlerleyen yıllarda Tezer Özlü öğrenimi için İstanbul’daki Avusturya Lisesi’ne gider. Rahibeler eşliğinde katı Alman disiplini ile yetişir. Tezer Özlü yazmış olduğu “Çocukluğun Soğuk Geceleri Üzerine Söylemek İstediklerim…” isimli yazısında gittiği bu okulla ilgili olarak şunları söylemektedir:
“Bu kitapta bir şoku anlatmak istedim. On bir yaşındaki, bir Türk küçük burjuva ailesinin çocuğunun yirmi yaşına dek okumak için gönderildiği İstanbul kentindeki çeşitli yabancı okullardan biri olan Avusturya okulunda karşılaştığı Batı kültür ve eğitiminin yaşattığı şoku.
Küçük burjuva ana babalar, Türkiye Ulusal bağımsızlık savaşından sonraki heyecanlı kuşağın vatansever kişileridir. Taşradan İstanbul kentine yeni gelip burada küçük yaşta Avusturya ve özellikle Alman kültürü ile Katolik kilisesi okulunda karşılaşan bir Türk kızı ne olur? Evinden kaçmak ister çünkü bu evlerde süren durgun yaşamın, sevgisiz yaşamın, iç içe yaşamın düşündüğüne uymadığının şokunu yaşar.” 2
Abisi Demir Özlü ‘nün bir edebiyatçı olması ve evlerini ziyarete gelen edebiyatçı dostlarının varlığı onun yazın aşkını körükledi. Kafka, Svevo ve Pavese gibi yazarların izini sürdü ve bu yazarlardan çok etkilendi. Edebiyat gönlünde taht kurmuştu ve kesin kararını vermişti. Bu yazarların izini sürecekti. Ahmet Oktay, Tezer Özlü ‘nün edebiyata olan sevgisi hakkında şunları söylemektedir:
“Genç kızlığına yeni girmişti ‘Dostoyevski’yi keşfettiğinde. Dün gibi aklımda: Gözleri kor kesilmiş ‘korkunç o’ diyordu. Okuduğu yazarlar yüzünden mi gece gerçeğine bağlanmıştı, yoksa kendisini gecenin çocuğu olduğu için mi benzerlerini arayıp bulmuştu. Yanıtlaması olanaksız bir soru bu. Ama bir nokta kesin. Tezer’cik de yaşamın vurgununu yedikten sonra o vurgunu başkalarının kılmayı başardı. Yıllar öncesindeyim şimdi. Bir yılbaşı gecesinde… Nişantaşı’ndaki evimizdeyiz. Sarı saçları omuzlarına dökülmüş liseli Tezer’le dans ediyorum. Bu tüy gibi çocuk mu yazacak kararan yüreğinde aklın dolambaçlarını? Hastane koridorlarının ve koğuşlarının yalnızlığını, insanın içine saldığı korkuyu? Pavese’nin ay ay, gün gün yürüdüğü intiharı bu çocuk mu izleyecek? Çok söylendi: Yaşam nasıl da zalim.” 3
Tezer Özlü, ilk evliliğini Güner Sümer’le yaptı ancak evliliği tahmin ettiği gibi gitmedi. Bu evlilik onun hayatında derin izler bırakacak yaralar açtı.
1964’te evlenen çift 1967’de boşanmıştır. Mutsuz bir evlilik geçiren Tezer Özlü, depresyona girerek tedavi almaya başlamıştır. Boşandıktan sonra kendisini hastanede ziyaret eden Güner Sümer’e bir şans daha veren Özlü, bunu ancak bir yıl sürdürebilmiştir. Güner Sümer’in alkol bağımlılığı ve kendi evlerinde Tezer Özlü’yü başka bir kadınla aldatması evliliklerinin tamamen bitmesine neden olmuştur. Bu evliliği bitirmek ise Özlü için oldukça motive edici bir hareket olmuştur:
“Güner’den her zaman için koptuğuma sevinçliyim. Bu ayrılık mahkeme kararı ile olduğu gibi değil. Kafamla ve vücudumla ayrıldım ondan ve çok mutluyum.” demiştir. 4
“Tezer Özlü, ikinci evliliğini Erden Kıral ile 1968 yılında yapar. 1973 yılında bu evlilikten Deniz adını verdikleri kızları dünyaya gelir. Başta güzel giden bu evlilik, Erden Kıral’ın işine çok fazla bağlı olması, Tezer Özlü ‘nün kendisini edebî hayattan soyutlayıp ev işlerine adamasıyla bir süre sonra Tezer Özlü’yü düşündürmüş ve Özlü ‘nün evliliğini gözden geçirmesine neden olmuştur. Böylelikle Özlü, kızı Deniz’e verdiği röportajında belirttiği gibi Erden Kıral’ı sevmesine rağmen bu evliliğin yürümediğine kanaat getirerek, 1981 yılında ondan boşanma kararı almıştır.” 5
“1982’de Berlin’de Kanadalı sanatçıların sergisine katılan Özlü, burada kendisinden on yaş küçük İsviçreli fotoğraf sanatçısı Hans Peter Marti ile tanışır. Hans Peter, yeşil renkli montuyla Özlü ‘nün dikkatini çekmiştir. Tezer Özlü, ‘Benim gerçekten ilk sevdiğim, tüm çocukluk özlemlerim içinde sevgiyi verebildiğim, alabildiğim bir insan, ilk insan. Son insan.’ (Erbil, 2015: 49) şeklinde bahsettiği Hans Peter’le çok geçmeden evlilik kararı alarak İsviçre’ye yerleşir.”6
Tezer Özlü ‘nün dostu Leylȃ Erbil bu evliliğiyle ilgili şunları söyler:
“Çengelköy’de denizin kıyısında, caminin avlusunda o bildik yüzyıllık çınarın dibindeyiz. Ana gövde ikinci bir çınar doğurmuş, o da bütün ağaçlar gibi göğe doğru uzanacağına kendini özgürleştirmeye kalkmış, almış başını denize gitmiş. O çınarın dibindeyiz. Deniz sisten pustan sıyrılamamış göl göl pırıldıyor; bizim evlerimizin de olduğu (Tezer’le aynı semtte Arnavutköy’de oturuyoruz o sıra) karşı kıyılar seçilmiyor. Sabah saat on. Tezer beni ilerde evleneceği sevgilisi, fotoğraf sanatçısı Hans Peter’le tanıştırıyor. Birbirimize çabucak ısınmamızı, birbirimizi çabucak sevmemizi istiyor. Böyledir Tezer; sevdiklerini birbirine dost kılar; cömert bir yüreği vardır, ayrıca kaçırıcı değil, birleştiricidir, öyle ki onun tanıştırdığı herkes birbirinin kırk yıllık dostu gibi olmuştur bugün.
‘Bu adam benim ölümüm Leylâ’ diye tanıştırıyor sevgilisini. ‘Bak bak bu benim ta kendim! Kafatasım bu; kendi ölümüm!’
Adamın elini alıp kendininkiyle yan yana koyuyor Tezer, ‘Bak bak’ diyor, ‘cildimizin rengi, damarlarımızın kabarıklığına, yeşiline bak, nasıl birbirinin eşi, şu dolaşımın haritasına bak, ölümüm bu benim!’
Damarlarını anlıyorum da neden ‘ölümüm’, anlayamıyorum bir türlü. Soramıyorum da…
Bunlar 1982 Ekim’inde geçiyor.18 Şubat 1986’da Hans Peter’in yurdunda, onun karısı olarak, onun kollarında, Kanton Spital Hastanesi’nde yaşamı sona erdikten sonra sık sık aklıma geliyor bu sahne. 7
Hans Peter’de bulduğu yumuşaklık, sevecenlikti. Bir başka kültürün getirdiği, karşısındakine gösterilen saygıyı da unutmamalı. ‘Sekiz yılda eşimin yapamadığını sekiz saatte yaptı, kapıyı yağladı, gıcırtıyı kesiverdi!’ Böyle bir ayrıntıyla bile dünyalar onun oluveriyordu.”8
Tezer ilk kez çok şefkatli, zamanın büyük bölümünü ona ayırabilen, kahvaltısını bile hazırlayan ve bundan erkeklik gururunun incindiğini düşünmeyen biriyle karşılaşıyordu. Erden’le zaten kopmuş olan beraberliği Hans Peter’in ortaya çıkışıyla boşanmaya dayandı. Berlin’den Erden’e yazdığı mektupta şunları söyleyecekti:
“… Dostça ayrılmamız gerekir. Yaşamımız boyunca en derin dostlar olarak kalmamız gerekir. Kimse başkasını sevmekle, başkasını ne boynuzlar ne de başkasına kazık atmış olur. Bunlar insana özgü duygular. Biz insanlığa yön vermeye çalışan kişiler olarak, tüm insancıl duygulara saygı göstermeliyiz. Sekiz yıldır evimizin erkeği olarak salona soba kurmayı başaramadın. En büyük enflasyon yıllarında evin tüm yükü sırtıma bindi, 14 yılda ayakkabılarımı koyacak yerim olmadı, şu an İstanbul’a dönsem yatacak ılık bir odam yok. İstanbul’dan buraya gelirken içimden bir ses ‘aynı koşullara dönersen, aynı koşullara, artık yaşamda hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini, yaşlılığı ve durgunluğu kabul et…’ diyordu. Ne acı…” 9
“Tezer Özlü manik depresyon hastasıydı. İlk eşi ile evli kaldığı dönemde ataklar geçirmişti. Manik depresyon (Bipolar Bozukluk), ataklarla seyreden, ataklar arasında iyileşme dönemleri olan bir hastalıktır. Hastalığın iki boyutu ya da ucu vardır, bunlardan birisi depresyon diğeri de mani’dir. İstisnalar olmakla birlikte genelde bahar ve yaz dönemlerinde mani atakları, kış ve sonbahar dönemlerinde depresyon atakları daha sıktır. Depresyon dönemi, manik dönemin tam tersi gibidir. Kişi içine kapanır, sosyal hayattan kopar. İştahı kesilir, kilo vermeye başlar. Devamlı, tarif edilemez derecede şiddetli bir iç sıkıntısı ve mutsuzluk hissi içindedir. Kendine güveni ileri derecede düşüktür. Bir işe yaramadığı, sevilmediği, değersiz olduğu yönünde sabitleşmiş fikirleri olabilir. Bu fikirleri ikna ederek değiştirmek zor, hatta imkânsızdır.” 10
Tezer Özlü, depresyonun azalmaya başladığı dönemlerde yaşadığı kötü anları düşünmektedir. Geçirdiği büyük ataklar nedeniyle aklını kaybetme durumuna gelen yazar-anlatıcı, o günlerin acısını her zaman içinde taşımaktadır. İyi olmaya başladığında aklının sınırlarını zorlayan bu hastalık için şu cümleleri kurar:
“Ve küçük yaşlarımdan beri beni ilgilendiren deliliğin boyutlarına ne denli gerçek ve ne denli cesur atılımımı düşünüyorum. Yaşamımda elde edebildiğim bir tek başka boyut var: Kimsenin sahip olamadığı bir boyut. Kendi kendilerine kıyamadıkları için yaşam boyunca sürüklenip çıkmadıkları aklın boyutları. Deliliğin derin boyutunu tanıyorum, diyorum. Akıl ve delilik arasındaki o ince çizgiyi. Önümde açılan puslu Akdeniz’in gökyüzüyle birleştiği ufuk çizgisi gibi. Denizin nerede bittiği, gökyüzünün nerede başladığının belirlenmediği sınır çizgisi gibi… Artık kimse karşıma çıkıp, bana bencil olduğumu söylemesin. Her ‘ben’ bencildir, her ‘kır’ kırsal olduğu gibi.” 11
Leylȃ Erbil, Tezer Özlü ‘nün kanser olmasından sonra yeniden depresyona girdiğini belirtip hastalığı ile ilgili şunları söyler:
“Tezer, 1973’ten 1985’e hasta olduğunu öğrenene kadarki süreyi şoksuz, hastanesiz, hastalıksız yaşadı. En çok birlikte olduğumuz o sürede, kitaplarında da anlattığı biçimde korku ve kaygılarını durdurabilmiş, ‘çılgınlığı’ yenebilmişti. Ancak sürekli, baş, diş ağrıları, bel ağrıları çekerdi.1985’te kanser olduğunu öğrendiğinde yakasına yapışmış olan eski depresyona gayya kuyusuna indi yeniden.1985 Temmuz’unda bir gün telefonda ağlıyordu. ‘Göğsüm koca bir karpuz gibi şişti Leylâ; buranın doktorları, bu kasaplar hemen kesmek istiyorlar beni. İrinler akıyor göğsümden, yaralar bereler içindeyim.’ ” 12
Özlü 1984 yılının temmuz ayında Ferit Edgü’ye en çok mezarlıklarda huzur bulduğunu yazıyor ancak ölmeye de çok istekli olmadığını belirtip “Ölmek isteğim yok. Yaşama isteğim olmadığı gibi,” diyor.
12 Ağustos 1985 yılında Tezer Özlü, Leylâ Erbil’e yazmış olduğu mektupta hastalığıyla ilgili sıkıntılarını şu cümlelerle anlatır:
“Leylâ’cığım, Türkiye’den umudu kesip, burada orta çağ tutucu kafasıyla karşılaşmak bu hastalığın nedeni oldu. Ve olayların yoğun birikimi… Bir sabah uyandığımda koltuk altımda 2 ceviz, göğsümde 5 cm. bir taş parçası buldum. Koltuk altı lenflerim kanser demek. Bunu kesemezsin ki. Aylarca düşünce ile bunu yenmeye çalıştım. Korku ağır bastı. Depresyon geçirdim. 20 gün beni yatakta kayışla bağlı tuttular. Göğsümdeki rahatsızlığı bile bile bana verdikleri ilaç, kanser için en zararlı ilaç. O kayış içinde 2-3 kere öldüm, ama kendimi dirilttim.” 13
Aslında hep gitmekten yanaydı Tezer Özlü. Yaşam felsefesi, ölüm ve yolculuk üzerine şekillenmişti. Cenk Koyuncu ile yaptığı bir röportajda, “Nerdesin Tezer Özlü? Nerdesin ve ne yapıyorsun?” sorusu üzerine, Tezer Özlü durumunu şöyle ifade etmiştir:
“Yanlık yolculuklarla sıyrılabildim. Gitmeliydim. Gitmeliydim. Gitmeliydim. Gitmeliydim. Giymeliydim. Ben giderken, ben ya da tren görünümlerin içinden, kentlerden, köylerden, mısır tarlalarından, dağ sıraları önünden, ardından, bir göl kıyısından, bir nehir yatağı boyunca ya da gri bir deniz yüzeyi boyunca ilerlerken yol alırken, tanımadığım insanlar hızla gidiş yolunun aksi yönünde yitip giderken, her görüntüyle birlikte benden uzaklaşırken, yitip giderken işte ancak, o zaman uzaklaşıyorum yaşamın sonundan. Başlangıcından. Gitmeliyim. Elimin nereye değin uzanabileceğini bilmiyorum.”14
Ablası Sezer Duru, Tezer Özlü’nün son yolculuğuyla ilgili olarak şu cümleleri aktarır.
“18 Şubat günü uzattığım pasaportumu almak için Vilayet’e gittim. İçimde korkunç bir sıkıntı vardı. Akşam saat sekizde Hans Peter telefon etti: ‘Tezer öldü’ dedi. Glarus’tan o gün ambulansla Zürih Kantonspital’e getirilen Tezer’in Hans Peter’e söylediği son söz ‘Beni yalnız bırakma’ olmuş. Hans Peter bazı eşyaları getirmek üzere eve döndüğü zaman Tezer yaşama veda etmiş, tek başına. 25 Şubat 1986 günü bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Oysa hava bir gün önce yazı aratmayacak kadar sıcak ve güneşliydi. 25 Şubat günü Tezer onu seven yüzlerce kişi tarafından Aşiyan’a son yolculuğuna uğurlandı.”15
Fatma Oran’ın “Seni Çok Özlüyoruz Tezer Özlü” isimli yazısı şöyle başlar:
“Not defterimden: ‘Tezer, 18 Şubatta Zürih’te öldü. 25 Şubatta Bebek’ten Aşiyan’a gidiyor. Çelik tencere kapağı gibi bir gün. Renksiz, soğuk, yağmurlu. Ama asıl yağmur bizim içimize yağıyor.’ Gerçi, yağmuru hep sevmişti Tezer; iç dünyasıyla bağdaşan bir havaydı. Ama soğuk, kapalı bir hava mı, asla. Güneş, yaz, deniz, sevdiği, özlediği insanlar ve kitaplar olsundu ona. Yüreğiyle dünyayı kucaklayan, bütün direncini kendi kaynağından alan ve hiçbir zaman yaşamın kıyısında kalmayan bir kişiliği vardı. Yaşamın sonuna gencecik bir kızken başlangıç yapmıştı ya kendisine; deliliğin derin boyutlarını ‘akıl ve delilik’ arasındaki o incecik çizgiyi de işte ta o zamanlar aşmıştı. ‘İnsanca’ yaşamın savunucusuydu ve hepsinden önemlisi de hiçbir zaman hiç kimseyi aldatmamış yalansız bir insandı Tezer Özlü. Bütün anlamlarda ‘dürüst’ bir insan…”16
“Tezer Özlü’nün Kafka, Svevo ve Pavese gibi çok sevdiği yazarların yaşamlarına ve ölümlerine yaptığı yolculuktan hareketle kendini keşfetme çabasının ürünü olan ve bir anlatı olarak da değerlendirilebilecek ‘Yaşamın Ucuna Yolculuk’ adlı romanı, ‘varoluş; yabancılaşma ve yalnızlık hissiyle ortaya çıkan yalıtım; intihar, ölüm’ gibi varoluşçu yaklaşımın temel kavramları etrafında şekillenir. ‘Yaşamın Ucuna Yolculuk ’un yazarı, kendi varoluşuna yönelik son derece açık saptamalarda da bulunur. Zaman zaman birbirinin içine geçmiş hȃlde karşımıza çıkan, ara sıra birbiriyle çelişik durumları ifade eden bu saptamalar, geniş anlamda ‘ölüm’ olgusuyla açıklanabilir.” 17
Almanca yazılan ve daha sonra Türkçeye çevrilen, Marburg Ödülünü almış olan “Yaşamın Ucuna Yolculuk” isimli kitabı hakkında Füsun Akatlı kitabın tarz olarak “anlatı” olduğunu söylemektedir:
“Anlatı diye nitelendiriyorum Tezer Özlü ’nün kitabını ve bu sözcüğü ilk kez bu kadar rahatlıkla kullanıyorum. Öyküyü de, romanı da kapsayan, ama ne tam biri ne tam öbürü olan, düz yazı virgül, metin ve benzeri yerine, ‘narration’dan çevirerek, muz niyetine kullanılan bir terim olmaktan çıkıyor bu bağlamda ‘anlatı’ gündelik dilde yaşarlığı olan bir sözcük olarak giriyor sözümün içine ve ille de gerekemedikçe terim kullanmaktan, hele hele yazımı terime boğmaktan onca sakınan ben, ‘Yaşamın Ucuna Yolculuk’ bir anlatıdır diyorum, gönül ve kalem rahatlığıyla.” 18
“Tezer Özlü de kendi hayatından yola çıkarak oluşturduğu yapıtlarında ‘ölüm’ olgusuna geniş yer verir; ölümle yüzleşme, hayat-ölüm ikilemi, ölüm korkusu, ölümün kaçınılmazlığı, ölüme dair çağrışımlar, intihar kavramları etrafında sürekli ölümü sorgular. Özlü ’nün yapıtlarında ölüme karşı takındığı tavır, yaşama ve gelişme şeklini etkiler; zaman zaman güçten düşüp hastalanmasına neden olur. Bu yönüyle ölüm, Özlü ‘nün yapıtlarında temel kaygı kaynağı olarak yerini alır.” 19
Ayrıca Tezer Özlü yazma eylemi için şaşırtıcı itiraflarda bulunur:
“İnsan yazarlık hastalığını -az da yazsa- sürekli olarak içinde taşır. Ben, bu hastalığa ancak dayanamayacak hȃle gelince, neredeyse psikoza girecek duruma geldiğimde yazabilen bir hastayım. Batı kültürünün düşüncelerimi ne denli etkilediği konusuna gelince: Dünya edebiyatını Almanca okuyorum. Bu nedenle edebiyat ufkum çok geniş oluyor. Türkçeye çevrilmemiş birçok yazar Almancaya güzel çevirilerle çevrilmiş. Bunları hazır bulabiliyorum. Ama düşüncelerimi ve beni biçimlendiren olgu, yalnız tek başına batı, batı edebiyatı batı felsefesi, batı düşüncesi olamaz. Ben 38 yaşındayım ve 38 yıldır Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyorum. Zaman zaman iki dilde düşündüğüm oluyor. Çünkü Almancayı çok iyi öğretmişler bana. Rahibe disiplini ile. Bazen Almanca düşüncelerimi aynı güçte Türkçe söyleyebiliyor muyum diye, kafamda kendi kendimi sınıyorum.” 20
Nasıl yazdığını bu sözlerle açıklıyor Tezer Özlü. Almanca düşünüp Türkçe yazmak zorunda kaldığını, bunalımlarını yine bunalımlı yazardan beslenerek çoğaldığını anlatıyor bizlere.
Cemal Ahmet bir anısında şunları söyler:
“Birkaç yıl önce, Kafka’nın doğumunun 100.yıl dönemi nedeniyle Alman ve Avusturya kültür ofislerinin ve Yasko’nun katılımıyla bir haftalık bir program düzenlenmiş. Ben de Yasko Çevirileri’nin Kafka Özel Sayısı’nı bir avuç tepeden tırnağa özveri olan dostla yetiştirmeye çalışıyorum. Bu dostlardan biri de Tezer. Üstelik yaman bir iş yüklenmiş; beni kırmayarak, Kafka’nın güncesinden bir bölümü bir hafta gibi kısa bir sürede çevirmeye söz vermiş. Üstelik -benden farklı olarak!- sözünü tutup, tam gününde getiriyor çevirileri onca yoğun işlerine karşın.
‘Senin yüzünden yine tımarhaneyi boyluyordum.’ diyor ilk söz olarak.
‘Neden be Tezer?’
‘Bir hafta gece gündüz bu adamın dünyasından yaşamak zorunda kalmak ne demek, bilir misin sen?’ ”21
Bu yazıyı hazırladığım zamanlarda hem Tezer Özlü ’nün yapıtlarını hem de Tezer Özlü hakkında yapılan araştırmaları okuduğumda Tezer Özlü’nün “Kafka’nın Güncesi”ni çevirirken ki ruh hȃlini aldığımı itiraf etmek zorundayım. Benim için zor ve bunalımlı bir çalışma oldu çünkü Tezer Özlü eserlerinde anlattığı bunalımları öylesine insani ve içten anlatmıştı ki etkilenmemek mümkün değildi. Yapmış olduğum bu itirafın üzerine daha fazla söz söylemeyeceğim kanısındayım. Son olarak Can Yücel’in Tezer Özlü ’ye yazdığı bir şiirle bu yazıya noktalamak istiyorum.
Bir Arkadaş İçin
Aşağıda yatıyorum
Sokağa bakan pencerenin yanındaki divanda
Bir ses birden bir olay oluyor
Kulağımın dibinde
Bir dal bir cama vuruyor
Tezer 22
Serpil Tuncer
KAYNAKÇA:
1-Yiğit Nermin Şerif, 2010 Tezer Özlü’ nün Yaşamı, Yazınsal Kişiliği, Yapıtları ve Kurmaca metinlerinde Cesare Pavese Etkisi Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ana Bilim Dalı Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi Konya S: 29-30
2- Kıral Tezer Özlü, Çocukluğun Soğuk Geceleri Üzerine Söylemek İstediklerim… Duru Sezer 1997 Tezer Özlü ‘ye Armağan Yapı Kredi Yayınları 1.Baskı İstanbul S:145
3-Oktay Ahmet Tezer İçin Duru Sezer 1997 Tezer Özlü ‘ye Armağan Yapı Kredi Yayınları 1.Baskı İstanbul S:61
4-(Gümüş 2016, S.48-Özlü, 2014b:37). Gümüş Sibel, 2016, Tezer Özlü ‘nün Eserlerinde Bunalım Edebiyatının Etkisi, Bülent Ecevit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak S: 48-49/ Özlü, Tezer (2014b); “Her Şeyin Sonundayım” Tezer Özlü- Ferit Edgü Mektuplaşmaları, 5.baskı, Sel Yayıncılık, İstanbul.
5- Gümüş Sibel, 2016, Tezer Özlü ‘nün Eserlerinde Bunalım Edebiyatının Etkisi Bülent Ecevit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak S: 48-49
6-Gümüş Sibel, 2016, Tezer Özlü ‘nün Eserlerinde Bunalım Edebiyatının Etkisi Bülent Ecevit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak S: 48-49/ Erbil, Leyla (2015a); “Bir İntiharın İzinde” Zaman”, Tezer Özlü ‘ye Armağan, (haz.: Sezer Duru), 3.baskı, YKY., İstanbul
7- Erbil Leylâ, 2001 Tezer Özlü ‘den Leylâ Erbil’e Mektuplar Yapı Kredi Yayınları İstanbul 2 Baskı S: 11-12
8-Erbil Leylâ, 2001 Tezer Özlü ’den Leylâ Erbil’e Mektuplar Yapı Kredi Yayınları İstanbul 2 Baskı S: 17
9–Duru Sezer 1997 Tezer Özlü ’ye Armağan Yapı Kredi Yayınları 1.Baskı İstanbul S:19
10-Öztürk Özgür,2017 Manik Depresyon Belirtileri Erişim Tarihi: 21/12/2017
http://www.manikdepresyon.com/tr/manik-depresif-bozuklugun-belirtileri
11-Gümüş Sibel, 2016, Tezer Özlü ‘nün Eserlerinde Bunalım Edebiyatının Etkisi Bülent Ecevit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak S: 90/ Özlü, Tezer (2014c); Yaşamın Ucuna Yolculuk, 22.baskı, YKY. İstanbul
12-Erbil Leylâ, 2001 Tezer Özlü ’den Leylâ Erbil’e Mektuplar Yapı Kredi Yayınları İstanbul 2 Baskı S: 19-20
13-Erbil Leylâ, 2001 Tezer Özlü ‘den Leylâ Erbil’e Mektuplar Yapı Kredi Yayınları İstanbul 2 Baskı S: 64
14-Koyuncu Cenk Elimin Nereye Kadar Uzanabileceğini Bilmiyorum Duru Sezer 1997 Tezer Özlü ‘ye Armağan Yapı Kredi Yayınları 1.Baskı İstanbul S:113
15-Duru Sezer 1997 Tezer Özlü ‘ye Armağan Yapı Kredi Yayınları 1.Baskı İstanbul S:20
16-Oran Fatma Seni Çok Özlüyoruz Tezer Özlü, Duru Sezer 1997 Tezer Özlü ‘ye Armağan Yapı Kredi Yayınları 1.Baskı İstanbul S:85
17-Gürgöz Nevruz, 2010 Tezer Özlü’ nün Yapıtlarında Aşk-Özgürlük-Ölüm T.C. Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tipi S:108
18-Akatlı Füsun Acıdan Acıya Yol Vardır Duru Sezer 1997 Tezer Özlü’ ye Armağan Yapı Kredi Yayınları 1.Baskı İstanbul S:44
19-Gürgöz Nevruz, 2010 Tezer Özlü’ nün Yapıtlarında Aşk-Özgürlük-Ölüm T.C. Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tipi S:95
20-Duru Sezer, 2015,Tezer Özlü Yeryüzüne Dayanabilmek İçin Yapı Kredi Yayınları 4 Baskı İstanbul S: 9-10
21-Cemal Ahmet Tezer Özlü “Yaşamın Ucuna” Vardı Duru Sezer 1997 Tezer Özlü ’ye Armağan Yapı Kredi Yayınları 1.Baskı İstanbul S:73
22-Yücel Can Bir Arkadaş İçin Duru Sezer 1997 Tezer Özlü ‘ye Armağan Yapı Kredi Yayınları 1.Baskı İstanbul S:71