0

BİR KÜÇÜK ZÜRAFA MESELESİ

Birkaç haftadır tuhaf şeyler yaşıyorum. Evet çok çalışıyorum, çok yoruluyorum. Son zamanlarda yaşadığım stres de cabası. Herkes az ya da çok canını sıkan şeyler yaşamıştır. Ama kimse stresten, sıkıntıdan karşısında kocaman, çirkin bir zürafa görmemiştir, sanmam. Baş edemeyince bir uzmandan yardım almaya karar verdim, size geldim. Zor oldu tabi bu kararı vermek. Kafayı yediğimi düşünmenizi istemem. Ama bu ara ne zaman işten eve gelsem asansörün kapısı açılıyor karşımda kanlı canlı bir zürafa. Bir de çirkin. Böyle tüyleri birbirine girmiş, iki tane koca kulak, yamru yumru bir kafa… Görmemek için merdiven kullanmaya başladım, dokuz kat tabana kuvvet… İşin garibi o ya… Sadece asansörde karşıma çıkıyor. Ama ne zamana kadar dokuz katı yürüyerek çıkacağım, zaten ölgün bitkin geliyorum eve. Asansörde yalnız değilken görmüyorum. Birileri varsa ortalıkta görünmüyor. Hayır, küçükken zürafalarla bir sorun yaşamadım.

Çocukluğum zürafalardan oldukça uzak, küçük bir ilçede geçti. Oyuncak mı? Küçükken sadece saçları kırpık bir lahana bebeğim vardı. Hiç pelüş zürafam olmadı ki kaybedeyim. Evet, dediğim gibi bir süredir o iş yerinde çalışıyorum. Yani kocamdan ayrıldığımdan beri. Ne kadar mı oldu? Yaklaşık üç ay oldu ayrılalı. Yok anlaşamadık, hak etmediğim çok şey yaşattı bana. Zaten kaba saba adamın tekiydi. Bir bildiği kuru fasulyesi vardı; birkaç güne bir “Sevilay akşama bi guru pişir de yiyek.” der dururdu. Pişman olurmuşum geri dönermişim. Çok bekler. Asıl pişmanlığım onunla ilk karşılaştığım güne. Tabii anlatayım:

Aynı binada oturuyormuşuz meğer. Ben o zaman kursa gidip geliyorum. Akşam kurs dönüşü asansörü beklerken kapı açıldı, karşımda kocam. Tabii o zaman bir yabancı. Keşke hep öyle kalsaydı. Gülümsedi, gülümsedim. Dokuza basmayı unutmuşum. Beraber on sekizinci kata kadar çıktık. Aramızdaki ilk etkileşim orada oldu. Onca katı çıkarken adını, mesleğini, nerede çalıştığını öğrendim. “Siz de mi bizim katta oturuyordunuz?” diye sorunca saflığımın farkına varıp geri bindim asansöre. Pek bir hevesli sandı beni salak. O günden sonra sık sık karşılaşmaya, asansör sohbetleri etmeye başladık. Dokuz kat yetmeyince dışarıda görüşmeye karar verdik. Derken derken evlenmişiz. Hayır çocuğumuz olmadı. Beyefendi hayatını yaşamak istiyordu. Yaşıyordu da. Ama o hayatın içine ben bir türlü dâhil olamıyordum. Yok arkadaşlarla maça gitmeler, hafta sonu erkek erkeğe kamp maceraları. Ee ben? Sevilay hep sustu, Sevilay bekledi. Efendim? Eh işte, iki üç ay kadar oldu zürafa ile tanışmamız. Ne kadar da normal söylüyorum değil mi? Son zamanlarda en çok sohbet ettiğim kişidir kendileri. Evet evet konuşuyoruz. Yani şöyle söyleyeyim, ilk başta konuşmadı sadece gülümsedi. Dedim herhalde kendini sevdirmeye çalışıyor bana. Dedim ya pek bir sevimsiz. Zürafa dediğin azıcık böyle tüylü müylü sevimli bir şey olur. Sohbetlerimiz mi? Tabii anlatayım.

İlk konuşmayı o başlattı “Nereden geliyorsun?” diyerek. İrkildim. Beni de anca bir zürafa merak eder.

“İşten.”

“Yorgun gördüm seni.”

“Bütün gün çalışmak kolay değil tabii.”

“Nerede çalışıyorsun?”

Saat akşamın 8’i, karşımda bir zürafa bana çalıştığım yeri soruyor. Bu yorgunlukların, sıkıntıların bir gün başıma iş açacağını biliyordum da bu da ne şimdi?

“Caddenin karşısındaki fırında.”

“Bilirim orayı temiz yerdir.”

Nereden biliyor acaba? Daha önce fırına gelen bir zürafa görmedim.

“Şimdi biraz tuhaf olacak ama sen nasıl yani, nereden böyle, buraya niye?”

“Yine aklında deli sorular değil mi? Ne zaman salacaksın kendini Sevilay?”

“Nasıl yani, sen bana bir de tavsiye mi vereceksin?”

Çın sesiyle kapı açıldı. Asansörden indim. Arkamı döndüğümde orada olmuyordu. Sonraki her asansöre yalnız binişimde konuştuk. Birine çok benzetiyorum ben bunu ama…

Yine bir gün:

“Bence güzel bi tatili hak ediyorsun sen.” dedi.

“Tatil yapacak imkânım mı var benim? Ben istemez miyim şöyle sıcak kumdan serin sulara atlamayı. Ama bize o işler uzak.”

“İlk başta sen kıymet vereceksin kendine. Üç günlük dünya. Değer mi bu kadar kendini paralamaya?”

“Vay arkadaş, son zamanlarda benimle bu kadar mantıklı konuşanın bir zürafa olması trajikomik mi diyeyim, acınası mı?”

“Kendine haksızlık ediyorsun Sevilay. Çevrende seni seven insanlar var. Ama sen kendini kapatmışsın herkese.”

Yine bir gün sevimsiz psikoloğumla asansör seansındayız:

“Bugün ayrı bir güzellik var üstünde. Günün güzel geçmiş belli.”

“Attın ama tutmadı. Bugün berbat bir gündü. Bütün siparişleri karıştırdım. Patrondan bir ton azar işittim.”

“Bunların hepsi tecrübe Sevilay. Seni daha iyi biri olmaya hazırlayan ufak hatalar.”

“Of çok sıkıldım artık bu polyannacılıktan. Nesin sen kostüm giymiş Beyhan Budak mı?”

“Ben sadece seni düşünüyorum.”

(Psikoloğa döner)

Efendim? Hayır. Kocam tam bir ilgisizlik abidesiydi. Yani öyleymiş ben bunu zamanla tecrübe ettim. Nasıl yani siz şimdi bana asansördeki yaratığın ayrıldığım kocam mı olduğunu söylüyorsunuz? Peki neden zürafa? Neden ayı değil, öküz değil, yılan değil de zürafa? Tamam yılanı ben de tercih etmezdim. Kafamda çok büyüttüğüm için demek. İyi de benim kocam odunun tekiydi. Bu zürafa benim yaşam koçum gibi, habire gaz verip duruyor. Vay be resmen aydınlandım. Kocamın olmasını istediğim karakterini görüyorum yani ben karşımda. Aman aman yok kalsın biz öyle olsa da anlaşamayız. Bu yine gider başkalarına koçluk yapar, Sevilay yine yolunu bekler. Tamam çok teşekkür ederim ben sebebini çözdüm kendimde. Bir daha geleceğini sanmıyorum.

 

Zeynep Aydın

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler