YAŞAMAK / YU HUA Çin’in yaşayan en büyük yazarlarından “Yu Hua”nın yazdığı bu kitap Çin’deki rejim değişikliklerini ve toplumun bu makas değişiminde yaşadıklarını tüm...
YUFKACI
“Hep şu kadının yüzünden sinirleniyorum. Uyy, beni sinirlendirmeyin!”
“Ne olur sinirlenince?”
“Kovarım dükkândan.”
“Demek kovarsın. Sebep?”
“İki de bir geliyor. Yufka kaça, diye sorup duruyor?”
Mahallenin yaşlı ve emektar yufkacısı bu sözlerle karşıladı beni. İki de bir ağzında aynı söz:
”Şu kadın beni sinirlendirdi. İki de bir geliyor. Yufka kaça, diye soruyor. Yav işte dedik ya şu kadar fiyatı. Daha ne soruyon? Alacasan, al git işte. Yo, beni sinirlendirecek illaki!”
“Amca sakin ol. Sorsun ne olacak sanki boş ver.”
“Yok, olmaz, sonra da bu niye hep kızıyor deyip duruyorlar. Aha, bu kadın yüzünden.”
“Kaça şu yufka?” dedim. Demez olaydım. Öyle kızdı ki bizim yufkacı.
“Yav arkadaş, sen her gelene kızıyor musun?”
“He kızıyom. Kadınlar sorunca kızıyom.”
“Allah Allah! Anlamadım valla seni, amca.”
“Boş ver ya! Sorup duruyorlar hep ondan.”
“O zaman sen de yufkanın fiyatını yaz bir kâğıda, koy üzerine. Sormasınlar.”
“Aman boş ver. Sen kaç tane istiyon yufka?”
“Bilmem ki! Ver işte üç tane.”
“Hep bu kadınlar kızdırdı beni. Sen de kızdırırsın işte.”
“Amca bak sen böyle giderse müşterileri hep kaçırıp dükkânı kapatırsın.”
“Ne yapim kızdırıyorlar beni.”
“Erişteler ne kadar?”
“Ne sorup duruyon! … lira işte. Sen alacan mı hadi söyle, kızdırma beni.”
“Yok almayacam. Ben de sana kızdım.”
Küçük bir dükkân ama derdi büyük bir yufkacı. Derdi de fiyat soran kadınlar.
“Amca bak ben bir öğretmenim. Gelen veliye hiç böyle davranmıyoruz. Kovmuyoruz onları okuldan.”
Neyse amca biraz sakinleşti, yüzü gülmeye başladı. “Oh be!” dedim içimden, ne zormuş inatçı yaşlılarla uğraşmak. Üç yufka aldım ve dükkândan çıktım. Biraz hava soğuktu ama insanlar dışarıda bayağı çoktu. Her zaman geçtiğim sokaktan geçmek istemedim ve aşağıdaki büyük caddeden geçeyim, dedim. Elimde poşet ilerledim caddeye. Aa caddede insan seli var sanki. Allah Allah, bu ne kalabalık böyle dedim, biraz ilerleyince sağ tarafta ayakkabıcının her ne alırsan üç yüz lira, diye bağırdığını duydum. Aman aman. Ne alırsan üç yüz lira. Şok şok. İster spor ister klasik tarz, ne dersen de üç yüz lira.
Baktım dükkânın önü kalabalık, dışarıdaki tezgâh ana baba günü. Hemen yandan bir çalım atıp kadınların arasından sıyrılarak bir büyük iş yapmış edasıyla girdim içeri. Aman da aman, cicili bicili ayakkabılar raflardan el sallıyor. Kadınlar birini giyip birini çıkarıyor. Garibim bir genç kız elinde mavi bir spor ayakkabı ile annesine biraz da ümitsizce sitem ediyor.
“Anne ya, bunun tekini bulamıyorum. Ne olacak şimdi? Çok beğendim ben bunu!”
“Ne olacak canım, almayıvereceksin işte. Mecbur musun mübarek! Kızım başka bak sen de!”
“Ama anne!”
“Ne ama anne? Kadın mecbur mu senin mızmızını çekmeye. Ah şu gençler, aceleci işte. Yav arasana, bak. Kolay mı üç yüz liraya ayakkabı almak. Ara bul canım, her şey hoop önüne mi gelecek yahu?”
Bizim on altı yaşlarındaki genç kız bulamadı tabi aradığını. Şimdi de annesi bir ayakkabı beğenmiş o da arıyor acaba nerede teki diye.
“Kızım, ben de bunu beğendim. Hadi diğer tekini de bulalım. Gel yanıma, arayalım birlikte.”
“Off anne ya benimkini bulamadın şimdi seninkini arıyoruz. Bana ne kendin bul.”
Amanın bu nasıl söz cancağızım! Bak, şimdi anandan işiteceksin azar.
“Bak şuna!” deyip anne kızına öyle sinirli bir bakış attı ki kız o an çıktı dışarı. Annesi de ardından.
Ana sokakta bir kavga bir kavga. Neymiş ayakkabıların tekini bulamamışlar, bu yüzden annesi ve kızı sinirlenmişler ve birbirine girmişler.
Canım teyzem ne söyleniyorsun hani kızıyordun kızına, şimdi sen aynı duruma düşmedin mi?
Etraftakiler hem gülüyor hem kızıyorlar. Ben de ağzı açık seyrediyorum olanları elimde ayakkabı tekiyle.
Satıcı abla, “Susun, ben bulurum merak etmeyin.” dese de dinleyen kim?
Neyse on dakikalık laf dalaşından sonra anne kız söylene söylene çekip gittiler oradan. E kaldım ben elimde ayakkabı ile. Elimdeki ayakkabıyı bıraktım ve bu sefer yandaki tatlıcıya uğradım, tatlı alayım biraz dedim. Şekerim düştü, ahh ahh! N’olacak bana şimdi? Tatlıcıya vardım. Tatlılar nasıl da güzel gözüküyorlar.
“Kaça tatlı,” diye sordum gence, ama o an aklıma yufkacı amca geldi. Tebessüm ettim.
Genç, “Abla tatlı yirmi lira” dedi.
“Hadi ver bana iki tane halka tatlısı,” dedim. Genç, özenle küçük kâğıt poşete koydu tatlıyı. Bu arada sordum.
“Delikanlı nerelisin, okumuyor musun? Bu genç yaşta burada tatlı satıyorsun da. Lise yaşlarındasın okulda olman gerekmez mi?”
Delikanlı gülerek,
“Abla ben açıktan okuyorum, buralıyım. Asıl işim yufkacılık ama arada buradaki amcamın dükkânına gelip tatlı satıyorum.”
Yufka dükkânınız nerede, alırım belki.”
“Şu yukarıda abla, elli metre ileride.”
“Amanın, tarif ettiğin yer sinirli yufkacının dükkânı değil mi?”
“Evet, abla o hep sinirlenir her şeye.”
“Neden bu kadar sinirli ki?”
“Neden olsun abla, iki yıl önce annemi kaybettik. Onu çok seviyordu. Bir acemi kadın sürücü hızla caddede giderken karşıya geçmeye çalışan anneme arabasıyla çarptı. Annem de oracıkta can verdi. Babam da o gün bugün tüm kadınlara düşman oldu. Kızması ondan. Kusuruna bakma.”
Gencin anlattıkları beni duygulandırdı. Tatlının ödemesini yapıp, “Selametle, hayırlı işler, babana söyle her kadının yüzünde anacığının ruhunu görmeye çalışsın o zaman kimselere kızamaz,” dedim ve dükkândan çıktım. Dükkândan çıkar çıkmaz düşen şekerimi yükseltsin diye tatlıdan bir lokma ısırdım. Birdenbire ağzımda bir sertlik… Aylardır yerinde duramayan oynak üst dişim birden çat etmesin mi? Ah dişim, vah dişim az daha seni yutacaktım. Hemen çöpe bırakıverdim kopup gelen dişimi. Ne gündü be kardeşim; kızanlar, bağıranlar, üstüne üstlük bir de düşen dişim.
Aradan bir hafta geçti. Yine aynı yolda giderken tatlıcı beni tanıdı ve seslendi:
“Abla, abla tatlı almaz mısın?”
Gence yöneldim ve yanına gittim. “Hadi bir tane ver de yiyeyim,” dedim. Genç, “Abla geçen seninle konuştuklarımızı anlattım babama. Önce kızdı, bağırdı sonra baktım ertesi gün ‘haklıymış,’ dedi sizin için. ‘Onun tavsiyesine uydum artık kızamıyorum yufka kaça, diye soran kadınlara.’ dedi. Sizin sayenizde babam güler yüzlü bir insan oldu.” dedi genç.
“Ne güzel, çok sevindim.” dedim gence ve ekledim Neşet Ertaş’ın o güzel sözünü.
“Kadınlar insandır, biz insanoğlu.”
Songül Özel
“Hep şu kadının yüzünden sinirleniyorum. Uyy, beni sinirlendirmeyin!”
“Ne olur sinirlenince?”
“Kovarım dükkândan.”
“Demek kovarsın. Sebep?”
“İki de bir geliyor. Yufka kaça, diye sorup duruyor?”
Mahallenin yaşlı ve emektar yufkacısı bu sözlerle karşıladı beni. İki de bir ağzında aynı söz:
”Şu kadın beni sinirlendirdi. İki de bir geliyor. Yufka kaça, diye soruyor. Yav işte dedik ya şu kadar fiyatı. Daha ne soruyon? Alacasan, al git işte. Yo, beni sinirlendirecek illaki!”
“Amca sakin ol. Sorsun ne olacak sanki boş ver.”
“Yok, olmaz, sonra da bu niye hep kızıyor deyip duruyorlar. Aha, bu kadın yüzünden.”
“Kaça şu yufka?” dedim. Demez olaydım. Öyle kızdı ki bizim yufkacı.
“Yav arkadaş, sen her gelene kızıyor musun?”
“He kızıyom. Kadınlar sorunca kızıyom.”
“Allah Allah! Anlamadım valla seni, amca.”
“Boş ver ya! Sorup duruyorlar hep ondan.”
“O zaman sen de yufkanın fiyatını yaz bir kâğıda, koy üzerine. Sormasınlar.”
“Aman boş ver. Sen kaç tane istiyon yufka?”
“Bilmem ki! Ver işte üç tane.”
“Hep bu kadınlar kızdırdı beni. Sen de kızdırırsın işte.”
“Amca bak sen böyle giderse müşterileri hep kaçırıp dükkânı kapatırsın.”
“Ne yapim kızdırıyorlar beni.”
“Erişteler ne kadar?”
“Ne sorup duruyon! … lira işte. Sen alacan mı hadi söyle, kızdırma beni.”
“Yok almayacam. Ben de sana kızdım.”
Küçük bir dükkân ama derdi büyük bir yufkacı. Derdi de fiyat soran kadınlar.
“Amca bak ben bir öğretmenim. Gelen veliye hiç böyle davranmıyoruz. Kovmuyoruz onları okuldan.”
Neyse amca biraz sakinleşti, yüzü gülmeye başladı. “Oh be!” dedim içimden, ne zormuş inatçı yaşlılarla uğraşmak. Üç yufka aldım ve dükkândan çıktım. Biraz hava soğuktu ama insanlar dışarıda bayağı çoktu. Her zaman geçtiğim sokaktan geçmek istemedim ve aşağıdaki büyük caddeden geçeyim, dedim. Elimde poşet ilerledim caddeye. Aa caddede insan seli var sanki. Allah Allah, bu ne kalabalık böyle dedim, biraz ilerleyince sağ tarafta ayakkabıcının her ne alırsan üç yüz lira, diye bağırdığını duydum. Aman aman. Ne alırsan üç yüz lira. Şok şok. İster spor ister klasik tarz, ne dersen de üç yüz lira.
Baktım dükkânın önü kalabalık, dışarıdaki tezgâh ana baba günü. Hemen yandan bir çalım atıp kadınların arasından sıyrılarak bir büyük iş yapmış edasıyla girdim içeri. Aman da aman, cicili bicili ayakkabılar raflardan el sallıyor. Kadınlar birini giyip birini çıkarıyor. Garibim bir genç kız elinde mavi bir spor ayakkabı ile annesine biraz da ümitsizce sitem ediyor.
“Anne ya, bunun tekini bulamıyorum. Ne olacak şimdi? Çok beğendim ben bunu!”
“Ne olacak canım, almayıvereceksin işte. Mecbur musun mübarek! Kızım başka bak sen de!”
“Ama anne!”
“Ne ama anne? Kadın mecbur mu senin mızmızını çekmeye. Ah şu gençler, aceleci işte. Yav arasana, bak. Kolay mı üç yüz liraya ayakkabı almak. Ara bul canım, her şey hoop önüne mi gelecek yahu?”
Bizim on altı yaşlarındaki genç kız bulamadı tabi aradığını. Şimdi de annesi bir ayakkabı beğenmiş o da arıyor acaba nerede teki diye.
“Kızım, ben de bunu beğendim. Hadi diğer tekini de bulalım. Gel yanıma, arayalım birlikte.”
“Off anne ya benimkini bulamadın şimdi seninkini arıyoruz. Bana ne kendin bul.”
Amanın bu nasıl söz cancağızım! Bak, şimdi anandan işiteceksin azar.
“Bak şuna!” deyip anne kızına öyle sinirli bir bakış attı ki kız o an çıktı dışarı. Annesi de ardından.
Ana sokakta bir kavga bir kavga. Neymiş ayakkabıların tekini bulamamışlar, bu yüzden annesi ve kızı sinirlenmişler ve birbirine girmişler.
Canım teyzem ne söyleniyorsun hani kızıyordun kızına, şimdi sen aynı duruma düşmedin mi?
Etraftakiler hem gülüyor hem kızıyorlar. Ben de ağzı açık seyrediyorum olanları elimde ayakkabı tekiyle.
Satıcı abla, “Susun, ben bulurum merak etmeyin.” dese de dinleyen kim?
Neyse on dakikalık laf dalaşından sonra anne kız söylene söylene çekip gittiler oradan. E kaldım ben elimde ayakkabı ile. Elimdeki ayakkabıyı bıraktım ve bu sefer yandaki tatlıcıya uğradım, tatlı alayım biraz dedim. Şekerim düştü, ahh ahh! N’olacak bana şimdi? Tatlıcıya vardım. Tatlılar nasıl da güzel gözüküyorlar.
“Kaça tatlı,” diye sordum gence, ama o an aklıma yufkacı amca geldi. Tebessüm ettim.
Genç, “Abla tatlı yirmi lira” dedi.
“Hadi ver bana iki tane halka tatlısı,” dedim. Genç, özenle küçük kâğıt poşete koydu tatlıyı. Bu arada sordum.
“Delikanlı nerelisin, okumuyor musun? Bu genç yaşta burada tatlı satıyorsun da. Lise yaşlarındasın okulda olman gerekmez mi?”
Delikanlı gülerek,
“Abla ben açıktan okuyorum, buralıyım. Asıl işim yufkacılık ama arada buradaki amcamın dükkânına gelip tatlı satıyorum.”
Yufka dükkânınız nerede, alırım belki.”
“Şu yukarıda abla, elli metre ileride.”
“Amanın, tarif ettiğin yer sinirli yufkacının dükkânı değil mi?”
“Evet, abla o hep sinirlenir her şeye.”
“Neden bu kadar sinirli ki?”
“Neden olsun abla, iki yıl önce annemi kaybettik. Onu çok seviyordu. Bir acemi kadın sürücü hızla caddede giderken karşıya geçmeye çalışan anneme arabasıyla çarptı. Annem de oracıkta can verdi. Babam da o gün bugün tüm kadınlara düşman oldu. Kızması ondan. Kusuruna bakma.”
Gencin anlattıkları beni duygulandırdı. Tatlının ödemesini yapıp, “Selametle, hayırlı işler, babana söyle her kadının yüzünde anacığının ruhunu görmeye çalışsın o zaman kimselere kızamaz,” dedim ve dükkândan çıktım. Dükkândan çıkar çıkmaz düşen şekerimi yükseltsin diye tatlıdan bir lokma ısırdım. Birdenbire ağzımda bir sertlik… Aylardır yerinde duramayan oynak üst dişim birden çat etmesin mi? Ah dişim, vah dişim az daha seni yutacaktım. Hemen çöpe bırakıverdim kopup gelen dişimi. Ne gündü be kardeşim; kızanlar, bağıranlar, üstüne üstlük bir de düşen dişim.
Aradan bir hafta geçti. Yine aynı yolda giderken tatlıcı beni tanıdı ve seslendi:
“Abla, abla tatlı almaz mısın?”
Gence yöneldim ve yanına gittim. “Hadi bir tane ver de yiyeyim,” dedim. Genç, “Abla geçen seninle konuştuklarımızı anlattım babama. Önce kızdı, bağırdı sonra baktım ertesi gün ‘haklıymış,’ dedi sizin için. ‘Onun tavsiyesine uydum artık kızamıyorum yufka kaça, diye soran kadınlara.’ dedi. Sizin sayenizde babam güler yüzlü bir insan oldu.” dedi genç.
“Ne güzel, çok sevindim.” dedim gence ve ekledim Neşet Ertaş’ın o güzel sözünü.
“Kadınlar insandır, biz insanoğlu.”
Songül Özel