0

PİŞİNİN DÜŞÜ

Nereden çıktı bu kadın? Hâlbuki ne güzel yayılmış yatıyordum. Paçayı kurtardığıma seviniyordum. Sonra siparişi duydum:

“Dört pişi, yumurtasız kahvaltı.”

On beş dakika önce tavadan alınmış dükkâna götürülüp tezgâha konulmayı bekleyen dört pişiden biriyim. Tezgâha konulacaktım konulmasına da kimsenin yüzüme pardon tadıma bakacağı yoktu. Bir de adet fiyatımı dört liradan beş liraya çıkardılar. Artık alacağı varsa da almayacaktı adam ya da kadın her kimse. Ama bu kadın başka. Bu onun burada dördüncü pişili kahvaltısıymış. Bir oturuşta üç tane birden yermiş bizden. Sonra bir tane daha istermiş. Hem öyle uzun değilmiş gelme aralıkları, bir ay içinde gelmiş.

Şimdi diyorsunuz ki, “Sen yenmek, yok olup gitmek istemiyorsun. Ama çöpe atıldığında seni kedi köpekler parçalayıp gidecek.” Yemiyorlar. Bugüne kadar hiçbir pişi kardeşimizi yemediler. Daha doğrusu bizim dükkânın pişilerinin içinde peynir olmadığından yemediler. “Peki ya evsizler, yoksul insanlar?” Çöpten bizi alıp yediklerini duymadım. Bizim dükkândakilerin satılmayanları, artan ekmekleri torbalara koyup çöp kutularının yanına bırakma âdetleri de yok. Eee yani? Çöplüğe atılmak güzel mi? Çürüyüp gideceksin. Ne kadar varlığını sürdürebilirsin ki? Hapur hupur yenilip bir kadının basenlerinde, kalçalarında yağ olarak oturup pineklemekten ya da katı atık olarak bağırsaklarında başlayıp kolonda devam eden yolculuğumun rektumda sonlanmasından sonra kanalizasyona karışıp gitmekten bin kat iyidir, çöp dağında kaybolmak. Ah ama çok geç artık. Yuvarlak tabağa koyuyor beni Ezo, sonra bir tane üstüme, sonra bir tane de onun üstüne. Of çok ağırlar ezildim! Sonra son bir tane daha pişi. Nefes alamıyorum. Yanımda bölmelere ayrılmış yuvarlak bir tabak. Peynir, zeytin, küçük küçük dilimlenmiş domates, reçel gözümün ucuyla görüyorum. Haydi bakalım Fatma, davran!

Fatma bir elinde bizlerin olduğu tabak diğerinde kahvaltılıkların olduğu tabak kıvrılıyor sola. Mesafe kısa, yirmi beş otuz adımlık bir yer. Ama bu gümbür gümbür ses de ne? Çok yakından geliyor. Yoksa kalbimin gümbürtüsü mü bu? Öyle korkuyorum ki! Masaya önce sağ elindeki tabağı yani bizi bırakıyor sonra diğer tabağı. Karşılıklı gülüyorlar. “Çay içersiniz değil mi?” diyor Fatma. “Tabi.” diyor kadın. Fatma dükkâna giriyor. Bakışıyoruz. Kadın inceliyor bizi iyice pişileri kahvaltılıkları filan. Ama bu inceleme uzun sürmüş gibi geliyor bana. Ve sonra anlıyorum. Kadın bekliyor. Sadece çayı değil, yemeğe başlayabilir ama başlamıyor. Bir şey bekliyor. Ama ne? Nihayet Fatma çıkıyor içeriden yanımıza geliyor. “Çay demleniyor.” diyor. Sonra çatal getirmediğini fark edip “Çatal getireyim.” deyip içeri giriyor. Ah, demek çatal bekliyormuş kadın. Çatalsız başlayamadı kahvaltıya, tutamadı eliyle bizi. Ah, Fatma ne güzel unutmuşsun çatalı niye hatırlıyorsun ki şimdi. Çatalla geldi bizimki.

Hemen çatalı en üstteki pişinin sırtına bam diye batırdı. Zavallımdan cılız bir inleme geldi. Sağlam çocukmuş doğrusu. İki kat üstümdeki: “Beğenmedi tadını,” dedi. “Bence yeterince sıcak değiliz de ondan.” Dişlerimin arasından “Zıkkımın kökünü yesin,” dedim. Sonra çayı geldi. Şekerin kâğıdını yırttı, şekeri bardağa attı. Şangur şungur, epeyce karıştırdı. Höpür höpür içmeye başladı, derken tepesinden gelen bir sesle başını yukarı kaldırdı. Plastik brandanın üstünde bir kedi tapur tupur yürüyor. Kadının rahatı kaçtı, bir gözü yukarıda öyle yiyip içiyor. Kafasını kaldırıp kaldırıp bakması Gazoz Kafe’deki delikanlının da dikkatini yukarıya çekti. O da kediyi izliyor. Derken kedi kurumuş gitmiş küçük bir mandalinayı kadının arkasındaki masaya düşürmez mi? Kadın öyle bir korktu ki! Ben de öyle bir sevindim ki! Kesin kalkıp gidecek, diye dört kol çengi oynatacağım. Ama nerde… O üçüncünün sırtına bam! Sağımdaki yuvarlak bölmelere ayrılmış kahvaltı tabağını görebiliyorum artık. İnce ince dilimlenmiş iki parça domates kalmış, birkaç filiz zümrüt yeşili maydanoz. Salatalık dilimleri para para epeyce var daha. Bölmelerde ayrı ayrı birkaç siyah zeytin, birkaç yeşil zeytin, bir parça beyaz peynir, yedi sekiz taneli çilek reçeli. Bu üçüncü pişiyle peyniri, zeytinleri, domatesleri, maydanozları silip süpürür. Ah ama o reçel…

Kedi bir ileri bir geri bir o uca bir diğer uca gidiyor aşağı inmek için ama korkuyor. Kadın “Sana peynir falan veremem bana yetecek kadar var.” diyor eğilmiş ona bakan kediye. Kadının önünde oturan çaycının müşterisi adam gülüyor. “Ne açgözlü bir kadın bu! Beşinciyi de yer.” Kedi brandanın kenarından yürüye yürüye karşıya lokanta tarafına geçiyor. Oradan içecek dolabının üstüne atlamaya niyetleniyor. Kadın bilirkişi gibi, “Atlar atlar daha yüksekten bile atlar.” buyuruyor. Boya işinde çalışan bir işçi de onaylıyor. “Tabii atlar.” Yiyecek dolabının üstündeki ayran kutularını kaldırıyor. Kedi hoop aşağı bırakıyor kendini. Gazozcu delikanlı, çaycı adam, diğerleri rahatlıyor dönüyorlar yerlerine. Sessiz alkışların birazı da işçiye. Kedi biraz oralarda dolanıp gidiyor.

Kedi gitti. Üçüncü pişi de bitti.

Ve “Büyükanne ne kocaman gözlerin var!”

“Seni daha iyi görmek için yavrum.”

“Büyükanne ne kocaman ağzın var!”

“Seni daha iyi yiyebilmek için.”

“ Hartt!”, “ Aaaah!..”

 

Şehnaz İşeri

Leave a Comment

İlgili İçerikler