0

GÜLSÜM

Ceylan, hayatının eşiğindeydi. Elindeki üniversiteye kabul mektubu, sanki yeni bir dünyanın kapılarını aralayan sihirli bir anahtardı. Odası, anıların tozunu yutmuş kolilerle doluydu; her biri, geride bıraktığı çocukluğun sessiz tanığı gibiydi. Telaşla eşyalarını toplarken, yatağının altından hafifçe dışarı sarkan, eskimiş bir karton kutu takıldı gözüne. Kutuyu çekip kapağını araladığında, içinde yatan o tanıdık yüzle nefesi kesildi. Yılların unutturamadığı o narin suret: Gülsüm.

Gülsüm, Ceylan’ın çocukluğunun ta kendisiydi. Alev alev yanan, minik bukleler hâlinde omuzlarına dökülen kıvırcık saçları, deniz derinliğini andıran maviş gözleri, her biri ayrı bir masaldan fırlamış gibi duran rengarenk, birbiriyle uyumsuz ama bir o kadar da sevimli kıyafetleri vardı. Annesiyle her yıl, kumaş parçalarını titizlikle seçer, minik parmaklarıyla düğmeleri dizerlerdi Gülsüm’ün yeni elbiseleri için. Gülsüm, sadece bir oyuncak bebek değildi; Ceylan’ın en yakın sırdaşı, en sessiz dinleyicisiydi.

Ceylan, Gülsüm’ü kucağına aldığında, taptaze bir bahar meltemi gibi anılar canlandı zihninde. Daha üç yaşındaydı, yanakları tombul tombul, gözleri pırıl pırıl. Gülsüm’ü ilk gördüğü ânı hatırladı; annesi pembe kurdelelerle süslenmiş sepetten onu uzatmıştı. Gülsüm’ün yumuşak buklelerine dokunduğunda hissettiği o ilk şefkat, minicik kalbine yerleşmişti bile. Gülsüm’ün saçlarını okşarken, parmak uçlarında hissettiği o pamuksu dokunuş, sanki tüm çocukluğunu özetliyordu. Bu ilk temas, Ceylan’ın güvenli bağlanma deneyiminin ilk adımlarından biriydi. Psikolojide güvenli bağlanma, bireyin temel ihtiyaçlarının tutarlı ve duyarlı bir şekilde karşılanmasıyla oluşan, sağlam ve pozitif ilişkilerin temelini atan bir kavramdır. Gülsüm, Ceylan için bu güvenli limanlardan biri olmuştu.

Dört yaşındaydı, odasındaki halının üzerinde Gülsüm’le karşılıklı otururlardı. Ceylan, minik elleriyle Gülsüm’ün ellerini tutar, fısıltılarla konuşurdu: “Gülsüm, hadi gel, doktor olalım! Sen hastasın, ben seni iyileştireyim.” Sonra bir şırınga edasıyla elindeki kurşun kalemi Gülsüm’ün koluna yaklaştırır, “Vızzzz! Geçti mi Gülsümcüğüm?” derdi. Gülsüm’ün o donuk ama şefkatli bakışları, Ceylan’ın hayal dünyasını beslerdi. Bu oyunlar, sembolik oyun olarak adlandırılan ve çocukların dünyayı anlama, problem çözme ve duygusal ifadelerini geliştirme süreçlerinde kilit rol oynayan bir etkinlikti. Ceylan, bu oyunlarla aynı zamanda empati yeteneğinin temellerini atıyordu; Gülsüm’ü “hasta” yerine koyarak onun duygularını anlamaya çalışıyordu.

Dört yaşında ilk defa annesinin yaptığı mis kokulu, sıcak kurabiyeleri Gülsüm’le paylaşmıştı. İki kurabiyeyi minik tabaklara koymuş, biri Gülsüm’ün önüne, diğeri kendi önüne. “Afiyet olsun Gülsüm!” demiş, sonra kendi kurabiyesinden bir ısırık almıştı. Gülsüm’ün yiyemediğini bilse de onunla paylaşmak, Ceylan’ın kalbini pır pır ettirmişti. Bu paylaşma eylemi, çocukların prososyal davranışlar geliştirmesinde önemli bir adımdır; başkalarının iyiliğini düşünme ve yardım etme eğilimi olarak tanımlanan prososyal davranışlar, Gülsüm sayesinde Ceylan’ın yaşamına küçük yaşta sızmıştı. “Veren el, alan elden üstündür…” sözünü sanki Gülsüm ona sessizce fısıldamıştı.

Beş yaşındaydı, anaokulunda yaşadığı ilk hayal kırıklığını Gülsüm’e anlatmıştı. Gözlerinden yaşlar süzülürken, Gülsüm’ün karşısına oturmuş, kocaman açtığı gözleriyle konuşuyordu: “Gülsüm, biliyor musun? Bugün anaokulunda Ayşe, benim kulemi yıktı. Ben de çok üzüldüm. Ama ağlamadım ki… Sen olsan ne yapardın?” Gülsüm, kocaman maviş gözleriyle onu dinlerdi sessizce. Ceylan, bu sessizliğin içinde bulurdu kendi cevabını: “Aslında… belki de yeni bir kule yapmalıydım, daha büyük bir tane!” Bu içsel diyalog, Ceylan’ın duygusal regülasyon becerisini geliştirdiğini gösteriyordu. Kendi kendine sakinleşme ve problem çözme stratejileri geliştiriyordu, ki bu, çocuklukta kazanılan en değerli psikolojik becerilerden biridir. Hayatta her yıkımın ardından daha güçlü bir yapı inşa etme fikri, Gülsüm’ün sessiz rehberliğiyle filizleniyordu.

Altı yaşındaydı, ilkokula başlamanın heyecanı ve korkusu iç içeydi. Okuldan döner dönmez Gülsüm’ün yanına koşar, yaşadığı her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatırdı. “Bugün öğretmenimiz okuma yarışması yaptı, Gülsüm! Ben en hızlı okuyan üçüncü kişi oldum! Annem de ‘Aferin benim kızıma, çok zekisin!’ dedi. Bak Gülsüm, annem bana ne kadar güzel şeyler söyledi! Sen de benimle gurur duyuyor musun?” Gülsüm’ün yumuşak saçlarını okşarken, o anki sevincini Gülsüm’le katmerlerdi. Bu, duyguların paylaşımı ve onay arayışı açısından kritik bir andı. Ceylan, başarısını Gülsüm’le paylaşarak hem mutluluğunu pekiştiriyor hem de Gülsüm’den sembolik olarak aldığı onayla öz saygısını inşa ediyordu. “Paylaşılan sevinç, iki kat sevinçtir,” sözü, Ceylan’ın yaşamında karşılık buluyordu.

Yedi yaşındaydı, matematik sınavından düşük not almış, eve hıçkıra hıçkıra ağlayarak gelmişti. Gözyaşları Gülsüm’ün kırmızı saçlarını ıslatıyordu. Gülsüm’ü sıkıca kucakladı. “Gülsüm, ben çok kötüyüm. Öğretmen kızdı bana. Ben hiç yapamayacağım ki!” Gülsüm’ün pamuk saçlarını okşarken, kendiliğinden fısıldadı: “Aslında… daha çok çalışmam lazım, değil mi? Sen bana yardım edersin.” O gece, Gülsüm’ü yatağının yanına koymuş, sabaha kadar ona ders çalışır gibi hikâyeler okumuştu. Gülsüm’ün varlığı, başarısızlık hissinin ağırlığını hafifletiyordu. Bu durum, Ceylan’ın içsel konuşma mekanizmasını ve başa çıkma becerilerini geliştirdiğini gösteriyordu. Gülsüm, onun için bir tür geçiş nesnesiydi, kaygı anlarında teselli ve güvenlik sağlayan bir araç. “Düşmek değil, kalkmamaktır asıl hata,” derdi sanki Gülsüm’ün sessiz dudakları.

Sekiz yaşındaydı, babası ona uzaktan kumandalı, pırıl pırıl kırmızı, süslü bir bebek arabası hediye etmişti. Diğer çocuklar için hayallerindeki oyuncak olabilirdi ama Ceylan, Gülsüm’e döndü: “Babam bunu aldı bana. Çok güzel, biliyorum. Ama… senin kadar değerli değil Gülsüm. Sen benim hep yanımdasın. Bu araba yarın bozulsa bile, sen hep benim en iyi arkadaşım olarak kalacaksın.” Bu sözler, Ceylan’ın içindeki koşulsuz sevgiyi ve nesne sürekliliğini anlamasını gösteriyordu. Nesne sürekliliği, bir nesnenin görüş alanı dışına çıktığında bile var olmaya devam ettiğini anlama yeteneğidir. Ceylan için Gülsüm, fiziken yanında olmasa da zihninde ve kalbinde hep var olan, değeri değişmeyen bir varlıktı. “Gerçek değer, gözle görülmez,” diye düşündü Gülsüm’ün gözlerine bakarken.

Ceylan, Gülsüm’ün yanında saatlerce konuşur, ona hayallerini, korkularını, okulda yaşadığı küçük sevinçleri ve hayal kırıklıklarını anlatırdı. Gülsüm, her zaman oradaydı; yargılamayan, sabırla dinleyen, tek bir kelime etmese de varlığıyla güven veren bir dosttu. Ceylan, utangaç bir çocuktu. Arkadaş edinmekte zorlanır, kendini ifade etmekte güçlük çekerdi. Ama Gülsüm’ün yanında, tüm çekingenliği kaybolur, kendini rahatça ifade edebilirdi. Ona hikayeler anlatır, roller oynar, hatta bazen Gülsüm’ün sesi olurdu. “Merhaba, ben Gülsüm! Ceylan benim en iyi arkadaşım!” der, sonra kıkır kıkır gülerdi. Bu durum, Ceylan’ın kendi iç dünyasını keşfetmesine ve empati yeteneğini geliştirmesine yardımcı oldu. Gülsüm, Ceylan’ın duygusal dünyasının bir aynasıydı; öfkesini, sevincini, üzüntüsünü ona yansıtır, böylece Ceylan kendi duygularını tanır ve yönetmeyi öğrenirdi.

Gülsüm ile geçirdiği zamanlar, Ceylan’a başkalarını dinlemeyi, anlamaya çalışmayı ve koşulsuz sevgiyi öğretti. Bu, sadece bir oyuncakla kurulan bir bağ değildi; bu, Ceylan’ın sosyal becerilerinin, duygusal zekasının (EQ) ve ahlaki değerlerinin temelini oluşturan bir deneyimdi. EQ, bireyin kendi duygularını ve başkalarının duygularını anlama, yönetme ve etkili bir şekilde kullanma yeteneğini ifade eder. Gülsüm, Ceylan’ın EQ gelişimine paha biçilmez katkılar sağlamıştı. Hayvanlara karşı gösterdiği şefkat, ihtiyacı olanlara yardım etme isteği, insanların acılarını paylaşma arzusu… Tüm bunlar, çocukluğunda Gülsüm ile kurduğu o saf ve derin bağın birer yansımasıydı. Okulda zorbalığa uğrayan bir arkadaşına kol kanat germesi, sokakta yaralı bir kediyi veterinere götürmesi ya da ailesindeki bir tartışmada arabulucu olması… Tüm bu insancıl davranışlar, Ceylan’ın çocukluğunda Gülsüm ile kurduğu dünyada atılan tohumların filizlenmesiydi. Başkalarının acısına kayıtsız kalmamak, sosyal sorumluluk bilincinin geliştiğinin bir göstergesiydi.

Bavulunda en özel yere Gülsüm’ü koydu. Gülsüm, özenle sarılıp küçük bir battaniyeye sarıldı, Ceylan’ın yeni hayatına birlikte yolculuk edecekti. Belki artık onunla saatlerce konuşmayacaktı ama Gülsüm, her zaman Ceylan’ın kalbinde bir yer edinecekti. O sadece bir oyuncak bebek değil, Ceylan’ın merhametinin, empatisinin ve insan sevgisinin sessiz bir sembolüydü. Gülsüm, Ceylan’ın geçmişini, kim olduğunu ve gelecekte nasıl bir insan olacağını hatırlatan bir mihenk taşıydı. Bu, kimlik oluşumu sürecinde önemli bir faktördü; Ceylan, çocukluk deneyimleriyle şekillenmiş bir bireydi ve Gülsüm bu deneyimlerin önemli bir parçasıydı.

Ceylan biliyordu ki, hayatın getireceği her zorlukta, Gülsüm’den öğrendiği o koşulsuz sevgi ve anlayış, ona her zaman yol gösterecekti. Ceylan, üniversiteden sonra Psikoloji Ana Bilim Dalı’nda Gelişim Psikolojisi alanında Araştırma Görevlisi olmaya karar verdi. Gelişim Psikolojisi, bireylerin doğumdan ölüme kadar geçen süreçteki bilişsel, duygusal, sosyal ve fiziksel değişimlerini inceleyen bir alandı. Belki de çocukların o saf dünyalarını, tıpkı Gülsüm’ün ona yaptığı gibi, anlamaya ve onlara rehberlik etmeye adamıştı kendini. Çünkü en iyi dostundan öğrendiği gibi, en değerli dersler bazen en sessiz kahramanlardan gelirdi. Ceylan, kendi çocukluk deneyimlerinden ve Gülsüm’le kurduğu eşsiz bağdan ilham alarak, bu alanda insanlık için değerli katkılar sağlayacağından emindi.

Muhammed Balaban

Leave a Comment

İlgili İçerikler