SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
YİTİK RENKLER
Yorgundu Şems. Hayat kimsenin sırtını boş bırakmıyor, herkese bir yükün hamallığını yaptırıyordu. Kendisini yoran şeyin ne olduğunu merak etti, çünkü hayal ettiği hayatı yaşıyordu.
Yaşadığı köyden çıkıp iyi bir eğitim aldı, kariyeri planladığı gibi gitti, kazancı yerindeydi fakat bir yavanlık vardı hayatında. Bu düşünce bir süredir kafasını meşgul ediyordu. Yine bu düşünceyle işten çıkıp evin yolunu tuttu. Biraz atıştırdıktan sonra kendini yatağın yumuşak kollarına bıraktı. Uykuya dalınca rüya âleminin perdesi aralandı. Köydeki evlerini yarım yamalak gördü, karmaşıktı görüntüler, ayırt edemiyordu. Nihayetinde her rüya bir uyanışla biter… Ve uyandı Şems. Uzun zamandır rüya da görmüyordu oysa ter içindeydi. Doğruldu ve komodinin üstündeki suyunu içti. Uykusu kaçmıştı. O evi niye görmüştü, kafasındaki soruların cevabı orda mıydı acaba diye düşündü gün doğmadan önceki o son karanlığa bakarken. Üç gece üst üste aynı rüyayı görünce köye gitmeye karar verdi.
Yolluk için birkaç sandviç hazırladı, giyinip yola çıktı. Asistanını arayıp gün içerisindeki tüm planlarını iptal etmesini söyledi. Yolculuğuna eşlik etmesi için radyoyu açtı. “Bir demet yasemen aşkının tek hatırası” şarkısını söylüyordu Zeki Müren. Bu şarkıyı yıllar sonra tekrar dinliyordu. Kâğıt kesiği gibi ince bir sızı düştü yüreğine.
Birkaç saat sonra köydeki ahşap evler uzaktan gözüktü. Çocukken evin yedek anahtarını bahçedeki dut ağacının altına gömmüşlerdi ve hâlâ orada olduğunu ümit ediyordu. Varır varmaz ilk işi anahtarın olduğu toprağı eşmek oldu. Anahtar oradaydı ama paslanmıştı. Hemen evin kapısını açtı. Rutubetli, ağır bir hava yüzüne vurdu. Kapıyı açık bırakarak yukarıya, annesinin odasına çıktı. Annesinin ceviz ağacından yapılmış, oymalı gelinlik sandığı aynı yerinden ona bakıyordu. Sandığı açtı, çocukken en sevdiği oyuncağı olan kuzusu Fıstık’ı gördü ve keskin bir naftalin kokusu genzini yaktı. Koku, Şems’i alıp sekiz yasına götürdü:
Bir bayram sabahıydı. Perdeden sızan güneş küçük Şems’i uyandırdı. Yanında Fıstık vardı. Sarılıp ilk onunla bayramlaştı. Elini yüzünü yıkadıktan sonra yatağının başucundaki bayramlıklarını giyip aşağı indi. Mutfağa baktı. Annesi, bayram için yaptığı el açması böreği fırından çıkarıyordu, müthiş bir koku sarmıştı her tarafı. Sonra başını oturma odasına çevirdi. Babası çocuklara dağıtılacak şekerleri kristal şekerliğe koyup radyoyu açtı. “Bir demet yasemen aşkının tek hatırası” şarkısını söylüyordu Zeki Müren. Koşarak babasının kucağına atladı ve mutfağa gittiler. Ailecek bayramlaşıp sofraya oturdular. Börek nefis olmuştu. Karnını iyice doyurduktan sonra Fıstık’la beraber şeker toplamaya gitti.
Sandığın kapağı birden düşüverdi ve irkilerek hatırasından sıyrıldı Şems. Kendine geldiğinde ağladığını fark etti. Uzun zamandır ağlamamıştı bile. Şimdi gözyaşları tenini yakıyordu, gerçekler ise yüreğini…
Çocukluğundaki dünya ne kadar renkli, cıvıl cıvıl ve kocamanmış. Şu anki şartları daha iyi olmasına rağmen o renkler yoktu. Anladı ki çocukluğu giderken duygularının da elinden tutup götürmüştü. Yavanlaşmıştı hayatı. Doğruldu sandığın başından. Evin her köşesine baktıktan sonra kilitledi kapıyı ve anahtarı aynı yere gömdü.
Fıstık’ı yan koltuğa oturtup arabayı çalıştırdı. Renkleri solmuş küçük dünyasına doğru yola çıktı yeniden.
Yasemin Kılınç