0

TÜRKÇENİN DİL KÖPRÜLERİ

“Gelecek geçmiş üzerine bina edilir.”

Ben, dil isimlerinin en soylusu, ‘Türkçe’yim. Ben ilk ses, ilk hece, ilk kelimenin kaynağıyım. Ben kucakta süt, damarda kan, yürekte his, akılda idrak, bilekte güç, dizde ferim. Ben ekmeğin buğusu, göllerin kuyusuyum. Ben, beşikten mezara, maziden ferdaya, atadan oğula uzanan soyum. Ben bir mayayım vatan-millet teknesinde, obadaki boyum, mecliste toyum. Ben, ana sütü gibi ak, zemzem gibi pak bir suyum. Türk’e özge bir huyum, dudağa düşen ‘Hû’yum, zarafet timsali ahuyum. Ben Allah’ın rahmeti, babamın dikkati, ananın rikkatiyim. Öz benim, köz benim, göz benim. Ben sevginin dili, sohbetin kilidi, hoşgörünün iklimi, renklerin kilimiyim. Sulh benim, güven benim, muhabbet benim. Ben rüyası görülen dil, türküsü yapılan gül, kınası yakılan elim. Ben şairde güfteyim, notada besteyim. Ben ortak kader, ortak keder, ortak değerim. Ben ilahi bir yaratıyım, estetik bir donatıyım. Ben hoşgörü dili Türkçeyim.

Dil, millî hafızanın, millî hatıraların, duyguların ve düşüncelerin, kültürün, bütün buluş ve yaratışların ortak hazinesidir. Dil, unu yoğuran, bir teknede kıvama getiren mayadır. Ve narda dem alan, gözü ve gönlü doyuran bir anadır. Aileyi, mahalleyi, memleketi harmanlayan emektir. Memleket havasını, suyunu, toprağını tadan ve tattıran hemşeridir dil.  Milletin en önemli sosyal varlığıdır. Dil, bir milleti millet olma, birlikte yaşama, egemen olma erekleri etrafında toplayan ve insana can suyu veren bir havzadır. Tren vagonlarını aynı rayda sürdüren lokomotif, halkaların zincir olmasını sağlayan omurgadır dil. Aynı ülküler etrafında toplanma ve birlikte hareket etmenin ilk durağı dildir. Dil kuşakların sahip olduğu bilgi ve kültür birikimlerini yarınlarına ulaştıracak köprüdür. Milletlerin yaşam felsefesi ve zihniyetlerini yaşatan, taşıyan, koruyan şuur bilinci, dil bağıdır. Türkçe, ezelden beri Türkler için dil olmaktan çok şey ifade etmiş, gönül dili olmuştur. Eşya ve tabiattaki ilahi sanat ve estetik, dille zikre dökülmüş ve edebiyatı doğurmuştur. İnsanın içindeki güzellik duygusu, malzemesi dil olan edebiyat ile ince elenip sık dokunarak ürüne dönüştürülmüştür. Destanlar Türkçe yazılmış, türkülerle yayılmış, ozanlar sazın telini uzun havalarla titretmiş, millet Türkçe duymuş, düşünmüş ve yalnız Türkçede lezzet bulmuştur, ana sütünü onda tatmış, can suyunu onla yudumlamıştır. Ağlayıp güldüğümüz, kına çaldığımız, ağıt yaktığımız dil Türkçe. Yunus Emre ile inceliklerini tattık, Köroğlu’nda yiğitliği kattık, Veysel’de görmeden sevdik tezeneyi, Cahit Zarifoğlu’nda gizledik gizemlerimizi. Neşet Ertaş’la Türkçe çığırdık emellerimizi, turnalara, pınarlara, Leylalara. Dağlara, karlara, yarlara Türkçe ile seslendirdik ezgilerimizi. “Zahide”m ile efkârlandık, “Mihriban”ın yolunu “Kara Tren”le gözledik. Mecnun için çölleri, Şirin için dağları Türkçeyle aştık.

“Gelecek geçmiş üzerine bina edilir.”  Kaşkarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Dede Korkut, Ahmet Yesevi, Mevlâna, Yunus Emre, Süleyman Çelebi, Âşık Paşa, Şemsettin Sami gibi arifler, üdebalar, mutasavvıflar; Türkçenin güzelliğini, anlam zenginliğini, başka dillerden üstünlüğünü eserleri ve söylemleriyle göstererek Türkçenin dil köprüsünün gönüllü işçileri olmuşlardır. Türkçenin dil kervanı evvelden süregelmiştir. Türk adının ve Türkçe harflerin ilk defa kullanıldığı Göktürk/Orhun yazıtları Türkçenin dil köprüsünün ilk ayağı ve Türk dilinin yaşını belirleyen ilk vesika sayılır. Türkçenin kökleriyle ve temeliyle, müzikalite yönünden üstün seviyeye ulaştığının belgesidir bu yazıtlar. Bu eserler Türkçenin güçlü bir edebi dil olduğunu, yüksek bir anlatım gücüne sahip olduğunu kanıtlayan ilk bilimsel belgeleridir.  Türkçenin tarihi ve gelişimi açısından oldukça önemli bir yere sahiptir. Göktürk yazıtlarında Oğuz Kağan: ‘Tanrım! Türkçe konuşulan, Türklere yurtluk yapmış ve yapacak olan bütün coğrafyaları kıyamete dek, Türk’ün hükmü altında bırak ve onları ebediyen dilleri, gelenekleri, bayrakları ve vatanları ile beraber koru, onlara yardımını esirgeme Rabbim!’ duasıyla Türkçe sevgisini ve ona hizmetin yolunu açmıştır.

Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ü Lûgati’t-Türk adlı eseri Türkçenin dil köprüsünün ilk vagonu gibidir. O, Araplara Türkçeyi öğretmek, Türkçenin Arapçaya denk bir dil olduğunu ispat etmek maksadıyla ansiklopedik bir sözlük niteliğindeki Divan-ü Lûgati’t-Türk’ü yazmıştır. İlk Türkçe sözlük, ilk dil bilgisi kitabı olması, o günün bahrinde 7500 kelimeyi toplamış olması, at sırtında Türkçenin sagularını, koşuklarını, savlarını toplamış olması Türkçeye verilen büyük hizmetlerin başında gelir. Divan-ü Lûgati’t-Türk, çağlar öncesinde Türkçenin gücünü ispatlamak amacıyla yazılan ve 8624 kelime ile ilk sözlük derlemesi olarak çağına damga vuran nadide bir eserdir. Kaşgarlı Mahmud eserinde; Türk dilinin yüceliğini, bu milletin adını da Tanrı’nın verdiğini, Hz. Muhammed’in Türk milletini sevdiğini kitabının ön sözünde şu cümlelerle ifade etmektedir: ‘Ben, Buhârâ’nın, sözüne güvenilir bir imamından, ayrıca Nîşaburlu bir imamdan işittim, ikisi de senedlerle bildiriyorlar ki Peygamberimiz, kıyâmet alâmetleriyle âhir zaman fitnelerini ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkaracaklarını bildirirken; Türk dilini öğreniniz! Çünkü onların uzun sürecek saltanatları olacaktır, buyurmuş.’ diyor ve muhakemeyi yapıyor: ‘Bu hadîs doğru ise Türk dilini öğrenmek vâcip demektir. Eğer uydurma ise o zaman da akıl ve i’zan bunu îcap ettirir.’

Ali Şir Nevâi, Türk diline hizmetlerini, Türkçenin güzelliğini, Türkçenin üstünlüğünü şöyle dile getirmiştir: ‘Anadili üzerinde düşünmeğe koyuldum: Türkçenin derinliklerine dalınca gözlerime on sekiz bin âlemden daha yüksek bir âlem göründü. Bu âlemin gül bahçelerine girdim. Gülleri, feleğin güneşinden daha parlaktı. Bu yol yüksek himmet istiyordu. Ben bu yoldan vazgeçmedim. Onun seyrine doyamadım. Bu yolda yürümekten korkmadım ve yılmadım. Türkçenin fezâsında tabîatımın atını koşturdum; hayâlimin kuşunu kanatlandırdım. Türk dillerinin inceliklerini bu risâlede toplayıp, açıklayıp yazdım ve ona Muhâkemetü’l-Lügateyn adını koydum.’  Bu satırlar Türk şairinin Türk dili için nasıl bir gayretle çalıştığını, Türkçeyi Türkçe sevmenin güzelliklerini sergiliyor. Ali Şir Nevai de hayatını Türkçenin itibarının korunmasına adadı. Türkçenin edebi dil olması için çalıştı, hayatını Türk diline ve kültürüne adadı. Öyle ki yaşadığı dönemde Çağatay Türkçesi, “Nevaî Dili” olarak anılmıştır. O, edebiyatın bir dil meselesi olduğunu savunan bir dil işçisidir. Nevai, sözün gücüne inanan ve “Söz, gönül kutusu içindeki cevherdir.” diyerek dilin değerine dikkat çekmiştir. O, Türkçeyi şiir dili hâline getirmiştir. Çağdaşlarının Farsçanın karşısında edebi dil olarak Türkçeyi yetersiz görmelerini eleştiren Nevai, Türkçenin Farsça kadar, hatta daha fazla anlatım inceliklerine sahip olduğunu belirtir.  “Muhakemet’ül Lugateyn” de böyle bir derdin ve davanın ürünü olarak ortaya çıkar. O, Türkçenin kelime hazinesi ve anlam derinliğini öne çıkararak, Farsçanın yerine Türkçenin edebi dil olarak kullanılmasına öncü oldu. Türkçenin edebi sanatlar, kelime hazinesi, dil bilgisi gibi yönlerden Farsçadan üstün olduğunu örneklerle açıkladı. Türkçenin zenginliğini örneklerle gösterip Türkçenin akıcı bir dil olduğunu, şiire, cinas ve kafiyeye uygun olduğunu anlattı. Nevai genç şairleri de Türkçe yazmaya teşvik etti. Baki, Nedim gibi nice şair onun Türkçe çeşmesinden su içti. Birçok Türk şair ondan el aldı. Nevâî, eserinde “Türkçenin ve Farsçanın söz varlığının keyfiyet ve mahiyetini açıklamak için bu risaleyi derleyip yazdım ve ona Muhâkemetü’l- Lugateyn “İki dilin Muhakemesi” adını koydum. Türk dünyasının dilinin açığa çıkardığım fesahat ve inceliği, belâgat ve genişliği o denli ki, o ulu hükümdar, bu dil ve ibarelerle nazım yaygısını sevmişler, Hz. İsa nefesinden ve Hızır’ın soğuk suyundan ölü diriltme yolunu göstermişlerdir.” diyerek Türkçenin diriltici nefesi, huyu ve suyuyla Türkçenin dil köprüsünde önemli sacayaklarından biri olmuştur.

“Leylâ vü Mecnûn” eseri ile Türkçenin dil köprüsüne hizmet eden Fuzuli, Türkçe kelimeleri birçok anlamıyla kullanarak yazdığı gazelleriyle Türkçenin dil inceliğini göstermiştir. Azerbaycan Türkçesiyle yazdığı divanlarla Türk diline hizmet etmiştir. Azeri-Türk divan şairi Fuzuli: ‘Ey Arap, Acem ve Türk milletlerine feyiz veren Rabbim! Sen Arap kavmini dünyanın en fasih konuşan kavmi yaptın, Acem hatiplerinin sözlerini İsa’nın nefesi gibi cana can katan bir güzelliğe ulaştırdın! Ben Türk’üm ve Türkçe söylemek istiyorum! Tanrım, benden iltifatını esirgeme!’ yakarışı ile Türkçeye verdiği önemi göstermiştir.

Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig” eseri de Türkçenin ilk siyasetname eseri olarak Türkçenin dil köprüsüne bir taş koymuştur. 6645 beyit ile “Şehname”nin karşısında duran Türkçenin gramer, dil, üslup, kelime, duyuş anlayış ve metafor bakımından üstünlüğünü savunmuştur. Yusuf Has Hâcib Türkçe ile ilgili olarak şunları ifade etmektedir: “Bu Türkçe sözü yabânî geyik gibi gördüm; onu yavaşça tuttum, kendime yaklaştırdım. Ele geçirdiğim gibi, sözü takip ettim; onun miski güzel kokular saçmağa başladı.”

Dede Korkut Hikâyelerinde de nazım ve nesir yönüyle Türkçede müzikalitenin üst düzeye çıktığı görülür. Sanatlı söyleyişlerle, Türk dilinin sırları aşikâr edilir. Deli Dumrul’la, Tepegözle Tepegözü Türkçenin lezzetini Dedem Korkut, on iki hikâyesiyle bizlere tattıran bir köprü olur.

Karamanoğlu Mehmet Bey’in: ‘Bugünden sonra hiç kimse divanda dergâhta, bârgâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil konuşmaya.’ fermanı, şair ve yazarları Türkçeyi tercih etmeye teşvik etmiş; böylece Türkçenin önünün açılmasında önemli bir katkı sağlamıştır. On üçüncü yüzyılda Türkçe resmi bir dil hüviyeti kazanır. Dünyanın en köklü dillerinden olan Türkçe, Karamanoğlu Mehmet Bey’in 742 yıl önce yayımladığı fermanla resmiyet ve itibar kazandı ve Türkçenin dil köprüsünün bel kemiği, gök kubbesi atılmış oldu. Türkçenin korunması, gelecek nesillere miras olarak bırakılması, Türkçenin öneminin vurgulanması bakımından bu ferman Türkçenin dil köprüsünde büyük paya sahiptir. Devlet dili olarak tescil edilmesiyle, Arapça ve Farsçanın karşısında Türkçenin unutulup gitmesi önlenmiş oldu. Bu tarih (13 Mayıs) aynı zamanda Türk Dil Bayramı’mızdır.

“Hoş görmemekte âlimler sizin dediğiniz Türkçeyi /Ariflerden işitsen açar gönül ülkesini /Ayet hadis anlamı Türkçe olsa uygundur, /Anlamına yetenler yere koyar börkünü…” dizeleriyle Türkçenin dil köprüsüne bir taş da Ahmet Yesevi taşımıştır.

Ve Anadolu’da Türkçeyi nakış nakış işleyen, Yunus Emre. Milli ve sade bir dille, kelimelerin anlam dünyasını zenginleştiren, sehl-i mümteni özelliği taşıyan şiirleriyle Türkçenin can damarı olmuştur. Türkçenin edebi bir dil olmasında en büyük pay Yunus Emre’nindir.

Süleyman Çelebi, “Vesilatun Necat”la Türkçenin sırlarını döktü dil köprüsüne. Gelip geçenlere “Allah adın zikredelim evvela” diyerek mevlidini Türkçe çığırır.

Sinan Paşa da Türkçenin dil köprüsünden geçenlerden biri. “Garibname” yazıldığı dönemin dil özelliklerini taşıması ve edebi dilin Türkçe olması duyarlılığını göstermesi bakımından da dikkate değer bir kaynaktır. Başka dillerde eser veren Türk soydaşlarını uyarı niteliği taşıyan şiirleriyle Türkçenin dil köprüsüne su taşımıştır.

Gülşehrî de Türkçeye gönül veren bir dildaş. “Mantıku’t-tayr”ı Türkçe yazmış olması, bir iftihar vesilesi sayması Türk dili için bir dönüm noktası olmuştur: Gülşehrî “Mantıku’t-tayr’ adlı eserinin sonunda, “Şükr ol bir Tanrı’ya ki bu kelâm/ Ömrümüzden ilerü oldu tamâm” beyitleriyle eserini Türkçe yazdığı için şükreden koca bir Türkolog.

“Türkçem, benim ses bayrağım…’ diye seslenen Fazıl Hüsnü Dağlarca, yazdığı eserlerle dalgalandırmış Türkçenin rengini gözlerde; ahengini, ritmini kulaklarda yankılatmış ve tadını dillere tattırmıştır. Yahya Kemal Beyatlı ‘Bu dil ağzımda annemin sütüdür.’ diyerek gönül vermiştir Türkçeye. Türkçe tattırmıştır ‘Aziz İstanbul’u bam telinden gönül diline. Sultan Abdülhamid “Kanûn-i Esâsî”de: ‘Teba-i Osmaniye’nin hidemâti devlette istihdam olunmak için devletin lisan-ı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır.’ diyerek Türkçenin kullanımını teşvik etmiş, başka dillere karşı Türk dilini koruma altına almıştır. ‘Güzel dil Türkçe bize/Başka dil gece bize.’ diyerek sırt vermiştir Ziya Gökalp Türkçeye. Türk milliyetçilik meşalesini Türkçe ile tutuşturmuştur.

Türkçeyi Türkçe seven Ruşen Eşref Ünaydın’a ait satırlar Türkçe sevdasının en güzel terennümleridir: ‘Türkçe; buyrukların dili, yurt-yapı kuranların dili, ülkeler gibi denizleri de şanla aşmışların dili, toprağı işleyenlerin dili, beyinleri uyandıranların dili, sevgilerin dili, sızıların dili… Türkçe; analarımızın dili. Ana dil, diller güzeli. Yerine göre kılıçtan keskin, çelikten sert, kayadan sarp, boradan hızlı, kelebekten uçucu, çiçekten renkli, kokudan tatlı, altından parlak, sudan duru Türkçe… Babaların öğütlerini, anaların yumuşak yürekliliğini, kızgınların öfkesini, kırgınların iniltisini, ay ışıklarının oynaklığını, güneş parıltısının keskinliğini, iç yaşayışımızı da dış yaşayışlarımız gibi her dilden duygulu anlatan Türkçe, bize hayatı anlatan Türkçe… ’

Mustafa Kemal Atatürk’ün de Türk Dil Kurumunu kurması ve bugünü ‘‘Türk Dil Günü’’ olarak ilan etmesi Türkçeye ne kadar önem verdiğinin bir göstergesidir. ‘Türk milletindenim diyen insan, her kişi, her şeyden önce “Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan; Türk kültürüne, Türk milletine bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz.” Türk milletinin en bariz vasıflarından biri de Türkçe dildir.’ diyerek Türkçeye bağlılığın milli bir görev olduğunu vurgulamıştır. Atatürk’ün: ‘Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.’ sözünü kendimize düstur edinip dil savaşlarına ve yozlaşmaya karşı dilimizi korumalıyız.

Cemil Meriç’in Türkçe ve dilin mahzeni olan sözlüklerle ilgili uyarısını hiçbir zaman unutmamalıyız: “Her mukaddesi yıkan Fransız ihtilali, tek mukaddese dokunmamış: ‘Kamus. Kamus bir milletin hafızası, yani kendisi, heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla… Kamus bir milletin namusudur. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır.”

Dilimiz kimliğimiz, parmak izimizdir. Türkçeyi Türkçe sevmeli, onu yaymalı ve yaşatmalıyız. Geçmişin kültür, sanat, edebiyat mirasını dil köprüsüyle gelecek kuşaklara taşımalıyız. Atalarımızdan devraldığımız bu bayrağı bizden sonraki kuşaklara ulaştırmalıyız. Nihal Atsız’la Türkçenin tacını takıp hamuş diyelim:

Bir millet ordusunu kaybedebilir; bağımsızlığını da kaybedebilir, fakat dilini sakladıkça o millet yaşıyor demektir.’

Yunus Laçin

 

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler