0

METERORA MANASTIRI

Teselya’da kurulu Kalambaka’ya manastırları görmek amacıyla geçiyorum. Sıradağların bitiminde başlayan bir düzlükte yayılan manastırlar; yüksek, dik ve geniş kumtaşı kütleler üstündeler. Moteora, havada asılı demekmiş. Yanlış, manastırlar altı yüz metreyi aşkın oldukları söylenen kayalara çakılılar.

Ortodoks Hristiyanlar manastırlarını ulaşılmazı çok zor yerlere kurmayı seçmişler. Örneğin Türkiye’deki Maçka Manastırı da öyledir. Görmedim. Haikudu Yarımadası’ndaki Athos manastırları erkekler için ulaşılması çetin yerlerdeymiş. Kadınların ulaşmalarıysa olanaksız. Çünkü onlara yasak.

10’uncu, 11’inci yüzyıllarda gelmeye başlayan ilk münzevilerin, keşişlerin mağaralarında, oyuklarında yaşadıkları Meteora zaman içinde yirmi dört manastırla, Athos Dağı’ndan sonra en büyük inanç merkezi konumuna erişti. Şimdilerde ayakta duran manastır sayısı altı. Büyük Meteora (Mesih’in Başkalaşımı), Varlaam ve Stephen manastırları 14’üncü yüzyıldan, Nikolaos Anapafsas ve Kutsal Üçlü (Agia Triada) manastırları 15’inci yüzyıldan, Rousanou Manastırı 16’ncı yüzyıldan beri Teselya Ovası’na bakıyorlar.

James Bond’u oynayan İngiliz oyuncu Roger Moore’un Yalnız Senin Gözlerin İçin adlı filmde Büyük Meteora’ya tırmandığını sağda solda okuduğumda “mirî malı” sayılır yararlanayım dememiş, gözlerimle görmek istemiştim. Doğruydu, filmin sonlarına doğru görünen Manastır’ı karşıdan şöyle bir süzen Bond, önce elleriyle tırmanmaya başlıyor, sonra dağcılık araçlarından yararlanarak yükseliyor, sonuçta doruğa ulaşmayı başarıyordu.

İnsan düşünüyor: Kayalıklar üstünde yaşayanlar en azından yiyecek gereksinimleri için düz ovaya inmek zorunda değiller mi? Ya da başkaları, onlara zahmet çekerek getirmekten usanmıyorlar mı? Ulaşımı sağlamak amacıyla kayalara basamaklar oymuşlarsa da basamaklardan çıkmayı, inmeyi çok kişi başaramaz. Hele de taşıdığı yüklerle birlikte. O yüzden zoru çok kolaylaştırıcı bir yol denemez. Sorunun çözümünde halatlardan, sepetlerden, makaralardan da yararlanılmış.

“Nasıl mı?” sorusunun yanıtını Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nden öğrenelim: Evliya Çelebi, dört arkadaşı ve bir papazla birlikte artık hangi manastıraysa iple çekilen sepet içinde yarım saatte çekilmiş. İp kopar, makara kırılırsa diye korkudan tir tir titremişler. Sistemi katırlar ve sığırlar işletiyorlarmış. Bu çıkışın bir de inişi olmuş elbette. Sonuçta Çelebi’nin canından can gitmiş. Oysa Porto Logos Manastırı öyle mi? Lagün ortasındaki dümdüz bir adacıkta. Ana karaya ahşap yaya köprüsüyle bağlı ve yerleşim yerine çok yakın. Üstelik hiçbir şey bulamasalar lagün balık ve kuş kaynıyor. Manastırların sarp ve sapa yerlere yapılmalarında sessizlik isteğiyle birlikte, güvenlik kaygısı da önemli oranda etkili.

Amerikalı Alice-Mary Talbot, Bizans Manastır Sistemine Giriş başlıklı yazısında, manastırların Türk ve Arap işgalcilerden koruyan güvenli sığınaklar olduklarını söyler. Ne var ki Meteora manastırları tümüyle sessiz ve güvende kalamamışlar. Hayır, Türkler bir zarar vermemişler. Kutsal Üçlü, Rousanou manastırları 2’nci Dünya savaşında bombalanmışlar, yağmalanmışlar. Stephen Manastırı’nın büyük bölümü Yunan İç Savaşı’nda yıkılmış. 20’nci yüzyılın tarihçisi Talbot, bu durumu her nasılsa gözden kaçırmış.

En kolay ulaşılan Stephan Manastırı’na girdim. Kapısının önüne dek araçla gidilebiliyor. Birkaç adımda içeridesiniz. Yanlış anlaşılmasın, bu kayalığın da girişine dağa açılmış karayolundan ulaşılıyor ve diğer yanları dimdik uçurum. Manastır’a kol, bacak, göğüs açıkta girmek yasak. Kadınlar pantolon üstüne bile etek giymek zorundalar. Erkekler de kısa pantolonla alınmıyorlar.

İçeriye girmeden önce bir rahibeden üç avroya bilet alıyorsunuz. İşi tecime çevirmişler. İyi para kazanıyorlar. Siyah giysili ve başörtülü rahibeler sakallı bir rahibin elini öpüyorlar. Burası kadınlara özgü bir manastır.

Bir duvarda Yunan ve Bizans bayrakları yan yanalar. Bayrakların altındaki panoda 1904-2024 tarihleri ve Yunanca “Makedonya’mız için yüz yirmi yıllık mücadele” yazılı. Ayrıca fotoğraflar ve başka bilgilere de yer verilmiş. Manastır’ın 1798 yılında yapılan kilisesinin adı Agios Charalampos. Charalampos, Ege Bölgesi’nin Menderes Irmağı kıyısına Magnetlerin kurdukları ancak tam yeri saptanamayan Antik Çağ kenti Magnesia’da yaşayan bir rahipmiş. (Orta Çağ’a geçildikten az sonra, 400’lü yıllarda kurulan ikinci Magnesia, Aydın ilinin Germencik ilçesi sınırları içindedir.)

Charalampos’un yaymaya çalıştığı inancından dolayı 202 yılında önce işkenceden geçirildiği, ardından öldürüldüğü sanılıyor. (Rus kökenli Türkolog Irène Mélikoff, Turan Alptekin’in Uyur İdik Uyardılar ve Hacı Bektaş-Efsaneden Gerçeğe adlarıyla iki kez Türkçeye çevirdiği kitabında Charalampos için; ilk çeviriye göre, “Hacı Bektaş’ın Greklerdeki karşılığı”, ikinci çeviriye göre, “kutsanışı Hacı Bektaş’la özümsenmiştir.” anlamında sözcükler kullanmış.)

Kilise’de fotoğraf çekilmesi yasaklanmış. Duvarları, tavanları resimlerle donatılmışlar. Duvarın birinde elinde kitap tutanların, diğerinde haç tutanların, ötekinde kılıç tutanların resimleri. Cam korunaklarda İnciller sergileniyorlar. İçerisi diğer manastırlardan, kiliselerden çok da ayrık değil. Meteora’yı görmeye gelin, gökyüzüne uzanan kumtaşı kayaları, kayaların üstlerinde konuşlanmış manastırlara ve çevreye bakın ama içeri girmenize bence gerek yok.

Yunanistan’da ille bir manastırın içine girmek istiyorsanız Porto Logos Manastırı’na gidin. Hem giriş parası yok hem de Serez lokumu sunuluyor. Yalnız lokum hep var mı yoksa bize mi denk gelmişti bilmiyorum.

Manastır turizminden Kalambaka da ekmek yiyor. Pindus Dağları’yla Pinios Irmağı’nın besledikleri büyük toprak alana bakılırsa tarımdan da para kazanıyorlardır. Trikala’daki otelde siyah çay bulamamıştım. Bu gereksinimimi aşağıya inince bir tavernada karşılıyorum. Kocaman kupada ballı poşet çay. İki avro. Diğer yerlerde üç avro seksen sentti.

Yanya, Parga, Preveze, Kalambaka derken ballı çaya alıştım. Umarım Türkiye’ye dönünce şekersiz çay acı gelmez.

Erdal Noyan

Leave a Comment

İlgili İçerikler