SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
OLMAK
Başını zor hareket ettirdi. Küllüğüne küfretti. Yine dolmuştu. Oturduğu sandalyeden kalkıp boşaltması gerekecekti. Uyur uyanık sabahı etmesiyle karnının acıktığını hissetmişti sonunda. Yerdeki ekmek kırıntılarına bastı ve kalktı. Telefonu çalmayalı epey olmuştu. “Akıllı telefonlar…” neyime derken “Keşke öğrenseydim…” diye hayıflandı. Karısı öleli iki yıl olmuştu. Ama anılar ölmüyordu. Kanser hastalığına yakalanınca ona hiç bakamamıştı. Evde durmamış ve sürekli kahveye gidip gelmişti. Çocukları yurt dışındaydı. Onlara kızgındı. “Beni bırakıp nasıl giderler!” deyivermişti. Anneleriyle de bu yüzden ilgilenmemişti. Çünkü o, çocuklara taraf olmuştu. “Hanım bize kim bakacak?” dediğini hatırlıyordu. “Bey, bize bakmaya mecbur değiller bırak istedikleri gibi yaşasınlar.” demişti. Aslında ketum biriydi. Derdini hiç kimselere açamamıştı. Karısıyla araları hep iyiymiş gibi görünür ama hiç iyi olmazdı. Bir kavgalarında “Bey, seni seviyorum, hizmet ediyorum, daha ne istiyorsun?” demişti. Karısı zamanın ruhuna aykırı yaşayan bir kadındı. Bir yerlerde değişime dair okumuştu. Değişmeyen hiçbir şey yoktu ama o inat ediyordu.
İlkokul mezunu olan adamın yeniden doğmak istediği apaçıktı. Bir kelebek gibi başkalaşıma karşı duramıyordu. Çünkü kendini anlamak istiyordu. İnsan yaşamak için bir kereden fazla doğmak zorundaydı ona göre. Bir böceğe bakıp “Sanki yeniden yaşam için zaman çok kısa.” deyivermişti. Bir insan ömrü kaç kez izin verirdi buna. Çünkü o zaten kelebek olduğunda olmuştu yani bir kere. Oysa bir kişinin olması diye bir şey söz konusu değildi…
Ya “Ben?” dedi. Zaten ben ne zaman bir şey istesem ya her şeyimin var olduğu söyleniyor ya da bana açıklama yapılıyor. “Baba sen okuyamamışsın bırak bari biz yurt dışına gidelim.” demişti oğlu bir keresinde. “Ya ben?” dedi “Ben ne zaman değişeceğim?” herkes bir şeydi bu devirde. Ben sadece iki çocuk yapmış bir babayım, diye düşündü. Hayatta en güzel şey insanın kendine dair bir şeyi gerçekleştirmesiydi. Bunu bir kitapta okumuştu. Karısı hiç kitap okumazdı.
Bütün bunları düşününce açlığını unutsa da karnının guruldaması neredeyse öbür daireden duyulacak nitelikteydi. On beş gündür evden çıkmıyordu. Dolapta bir yumurta, biraz küflü ekmek, bir iki domates ve bir de soğan kalmıştı. Nedense son zamanlarda düşünceleri iyice onu geçmişte yaşatmaya başlamıştı. Çocukları, anneleriyle ilgilenmeyip onu bir bakıcıya terk ettiği için onunla konuşmuyorlardı. Hiç kimse onu anlamıyordu. Bir şey yapmak istemişti o. Bu hayalinin gerçek olamayacağını bilse de olmak istemişti işte. Oysa bir insanın olması mümkün değildi. Fakat yine de yaşamak için sadece evlilik ve çocuk yeterli değildi. Başka bir şeyler yapmak, bireyin yeniden varoluşu için gerekliydi. “İnsan hayatta yeniden kaç kere var olur?” diye hayıflandı. Bu sorunun cevabını düşünürken bir şeyler yemek ihtiyacı duydu. Menemen yapsam nasıl olur? Sonra o da severdi diye eşini hatırladı. İşte bir insan ömrü bazen her şeye yetmiyordu. Hem olmak hem de çok güzel şeyler yaşamak mümkün değildi çoğu zaman. Mesela olmuş bir kelebeğin ömrü ne kadardı ki? Belki de sürekli yeniden doğup başkalaşması gerekliydi insanın. O zaman yaşadığından bir şeyler anlardı kişi.
Yaratma süreci içindeki en yaratıcı varlıktı birey. Bir böcek bizim için birçok yaratmaya vesile olabilirdi. O halde bir böcek yaşamın yeniden yaratılmasını sağlardı.
Karşı daireden bir kedi miyavlaması duydu, birden gözlerini fal taşı gibi açmıştı. Hayvan kapıya dayanmış bağırıyordu. Bu sesi kaç senedir duymamıştı komşusundan. O da yeni almıştı besbelli. Birden “Onu doyursalar iyi olur,” dedi. Uzunca bir süreden sonra perdeyi aralamıştı. Güneş ısıtıyordu. Sonra yumurtayı aldı ve menemen yapmaya karar verdi. Olma diye bir şey yoktu…
Nurhayat Kayar