SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
BUGÜNDEN UZAKLAŞMAK İSTEMENİN ŞİİRİ; GÜNLER, İKİMİZ, BİR DE KEDİ*
Okurun bilincine “imkânsızı yaşamak” diye kodlanan bu şiirin ilk bakışta üç öznesi var; zaman, şair ve kendisi bir de kedi.
Kedi, kendisi ve gökyüzü çekilirse şair ve günler -aslında zaman- baş başa kalır ve yalnızlık… Büyük olasılık kendisi yalnızlığıdır ve yalnızlık neredeyse her zaman kapkara karamsardır. Sokağa çıkılınca bir parça unutulan/ yok sayılan…
İkinci tekil kişi Veysel Çolak’ın şiirlerinin neredeyse bütününde kullanılır. Sen diye seslendiği kendisidir. Ötekilerden biçimce değilse de içerik olarak uzaklarda yaşayan şair özne… Akşam mekâna değil zamana ait bir öğedir. Oysa şair akşamdan bir ülke, bir kent ya da bir semt gibi söz eder: “Duyguların can çekişen akşamındasın/ aklında sonu olmayan yollar.”
Öğretici kimliği ile “Veysel diye bir kelime”ye öğütler verir şair. Eskilerin tecrit sanatına benzer bir anlatımla. Şimdiki zamanın içinden uzak ve di’li geçmiş zamana bakar, yarını düşünmekten vazgeçmesi gerektiğini salık verir kendisine, bir başkasıymış gibi seslenerek. Uzak geçmiş silahların üzerine yürümekten korkmamak, meydanlarda slogan olmak demektir. Birbirine benzeyen anın tersine çılgın bir hayattır o hayat. Anımsandıkça yine yine yaşanan: “Bırak yarını düşünmeyi / bir bir önceki günleri düşün/ korkma silahların üstüne yürümekten/ bin kez daha meydanlarda slogan olmaktan/ geriye doğru bir daha yaşa o çılgın hayatını.”
Hayat belki de tekrardan ibarettir. Geçmiş zamanın içinde binlerce tuzağı bozmuştur şair, fakat aynı tuzaklar ya da benzerleri yeniden karşısına dikilmiştir. Çünkü kötücül insanlar hiçbir çağda değişmemiş ve değişmeyeceklerdir. Şairin yaşadığı yenilgiler birer yaradır bugünü kanatır durur. O en eski yaralar kanadıkça kavgada yitirilen arkadaşların sevdası diri kalacaktır: “Bozduğun tuzaklar yeniden çıksın karşına/gününü kanatsın yenilgilerin/ dirilsin arkadaşlarının dağlı sevdası”
Gençlik, delikanlılık ve aşk… Otuz yaşın rüzgârında uçup durmaktadır her biri… Penceresini tıkırdatır yasemin kokusu, toyluk dolar evine, belleğin otuz yaşa gitmesiyle birlikte. Sevdiği kadının yüzü zamanın ta kendisi kadar delişmen ve gelip geçicidir. Çekip gitmiştir, geri dönse bile kim bilir ne kadar değişmiştir. Şairin dönüp oyalanmak istediği yıllar, yaşanan andan daha gerçektir belki de: “Otuz yaşındasın, orda biraz oyalan/ zamandır sevdiğin kadının yüzü/hatırla, duyduğun o yasemin kokusu/ rüzgâr olup pencerenden girsin içeri.”
Yapayalnız Anılar, aslında Veysel Çolak’ın son kitaplarının hepsi bugünle savaş halindedir, bugüne direnmekte, bugünden uzaklaşmak istemektedir. Emir kipini kullansa ve emir kipi şiirine sert bir söyleyiş yüklese de lirik birer salık veriştir kendisinden istedikleri. Günler, İkimiz, Bir de Kedi’de geçmiş zamana giden şair bugüne dönmemesi gerektiğini bilir. Bugün yani şimdiki zaman uykularını çürütmekte, sevdiği meyveleri zehre dönüştürmektedir: “Bugüne dönme, uykuların çürür/ zehre dönüşür sevdiğin meyveler”
Her şiir, her dize, her söz… yarınlara ilişkin umuttur şair için. Taşa oyulmuş sözler, emekle ve yaralanarak yontulmuşlardır. Onların anlamlarının eskimeyecek olması şairi mutlandırır. Bu sözlerin eskimemelerinin nedeni evrensel kederlerle örülü olmalarıdır. Birinci tekil kişinin hiç kullanılmadığı şiirler Veysel Çolak’ın nesnel bakış açısını ortaya koymaktadır. Bu bakış açısı tüme ulaşma çaba ve yetisidir, okyanusların sınırsızlığını çağrıştıran: “Taşa oyulmuş sözlerin var ya/ anlamları eskimez, sen okyanusları dinle/ yarın bir gün belki de hiç olmayacak”
Unutmak insanın en büyük arazı, bazen de merhemi… İnsan unutur, hele ki halk durmadan unutur. Belleğine yeni yazılan her şeye inat bir öncekileri siler durur. Unutuş bir tür savunma mekanizmasıdır, hem de savunma mekanizmalarının en acımasız çalışanı. Veysel Çolak geçmişe dönüp baktığında işçi mücadelelerini anımsar, oysa işçiler çoktan unutmuşlardır kendileri için mücadele edenleri. Hatta reddedip ötekileştirmişlerdir. Teri kutsal olan işçi kendi emeğinden üretmiştir elinde ne varsa. Emeğini koruyamasa da ekmeğini koruma çabasındadır, bütün unutuşları işte bu koruma çabasından kaynaklanmaktadır, olanca kısırlığına karşın: “Tuzunu terinden üreten işçi de unutacak seni/ unutacak onun için dövüşüp durduğunu.”
Yalnızlık her ne kadar zaman zaman şikâyet edilse de gerçekte seçilmiş, yeğlenmiş bir duygu ya da durumdur. Pazar günleri diğer insanlar kalabalıkları, çoğulluğu tercih etseler de şair yalnızlığını, gökyüzünü ve kedisini seçmiştir. Onun öyküsünde üç özne vardır, birbirlerini terk etmeyen; hep birlikte yıkıntı bir pazara çekilirler. Yedi Uyuyanlar ya da Zerdüşt gibi, münzevice: “Kedi, gökyüzü, bir de sen/ çekilin bir pazar gününün yıkıntısına.”
Bir şiir bazen şairinin özetidir. Bu özet her okura göre değişse de…
“Duyguların can çekişen akşamındasın
aklında sonu olmayan yollar
bırak yarını düşünmeyi
bir bir önceki günleri düşün
korkma silahların üstüne yürümekten
bin kez daha meydanlarda slogan olmaktan
geriye doğru bir daha yaşa o çılgın hayatını.
Bozduğun tuzaklar yeniden çıksın karşına
gününü kanatsın yenilgilerin
dirilsin arkadaşlarının dağlı sevdası
otuz yaşındasın, orda biraz oyalan
zamandır sevdiğin kadının yüzü
hatırla, duyduğun o yasemin kokusu
rüzgâr olup pencerenden girsin içeri.
Bugüne dönme, uykuların çürür
zehre dönüşür sevdiğin meyveler
taşa oyulmuş sözlerin var ya
anlamları eskimez, sen okyanusları dinle
yarın bir gün belki de hiç olmayacak
tuzunu terinden üreten işçi de unutacak seni
unutacak onun için dövüşüp durduğunu.
Kedi, gökyüzü, bir de sen
çekilin bir pazar gününün yıkıntısına.”
Hatice Eğilmez Kaya
*Yapayalnız Anılar, Veysel Çolak, Hayal Yayınları, İstanbul, Mayıs 2024, (s. 11-12)