YARIM AKILLI Mutlak’ı yitirdim Aynalar içindeyim Zamandan oyuldum Geri dönemiyorum Atıldım ötelendim Kimseyi inandıramıyorum Ben kötü biri miyim Aynalar içindeyim Yüzümü kime...
HİÇ
Kara gözlerimi diktim boşluğa.
“Bitirelim.”
Gözlerim de söyledi ağzımla birlikte. Uzun zaman önce söylenmeliydi. Bir an, zaman durdu. Masadaki kum saati durmuyordu. Dışarıdan gelen ses böldü sessizliği. Bir çocuk, bisikletinden düşmüş, ağlıyordu. Çocuklukta düşülür hep. Ya büyüyünce?
“Bitirelim? Nasıl söylersin? Yaşanmışlıklar, anılar, aradan geçen onca zaman…” dedi.
Pencereye yaklaştım iyice, kalabalığı dinlemeyi seçtim. Arkadaşları, düşen çocuğun etrafını sarmış, kanayan dizine bakıyorlardı. Tutup kaldırdılar elinden.
“Her düştüğünde kaldırdım elinden, bu kadar kolay mı vazgeçmek?” dedi.
“Kolay olsaydı keşke. Vazgeçemediğim sen… Bir esarete dönüştüğünde anladım. Sayende hayata karışamadım. Geri durdum hep, koşmaya korktum. Benim beyaz dediğime sen siyah dedin. Ve siyahta kaldık. Benim de böylesi işime geldi belki. Üzerimizde bizi görünmez yapan bir zırh vardı. Sonra, sığındığım bu limanda dalgalar boyumu aştı.”
“Yapma, birlikte büyüdük biz. Her şey bir yana, en iyi arkadaşındım.”
Umursamadım. Pencereden dışarıyı izlemeye devam ediyordum. Arkadaşı çocuğun yanağından süzülen yaşları siliyordu. Hava kararmaya başladıkça sokağın kalabalığı evlere dağılıyor, lambalar bir bir yanıyordu. Pencere önüne alıştırdığım güvercin, payına düşen son ekmek kırıntılarını yemeye gelmişti. Cama yansıyan aksimde, yorgun bedenim ve tombul kuş birleşti. Bu anın fotoğrafı olmalıydı diye düşündüm. Uzaklaşıp kendi yüzümü seçtim camda, sonra güvercini. Hangisine odaklansam diğeri kayboluyordu. Adım atmamla uçması bir oldu kuşun. Uçmaktan çok yüzer gibiydi. Belki kuşlar yüzmeyi, balıklar uçmayı öğrenecekti. Camlarda çocuklarını akşam yemeği için bilmem kaçıncı kez çağıran anneler vardı. Bisiklet çetesi, ağlaması kesilen arkadaşları ile birlikte daralan sokakta ilerliyordu. Gökyüzü, lacivert bir yorgan olup serildi şehrin üstüne. Sokak sustu.
“Hoşça kal akıllı geçinen deliliğim, etsiz kemiksiz sevgilim,” dedim.
Başka başkaydı yazacaklarım, eksildi başka başka. Batımında gün, vaktinde gece… Bir çemberin içinde, hepsi törpülenince. Aklımın a’sı kayboldu. Ben koydum onu o çemberin içine. Gözüm gibi baktım. Baktıkça çevirdi yüzünü, şımarık bir alışkanlık oldu. Nihayet sokak gibi o da sustu.
Acıktığımı hissettim. Özenle topladım dağınık yatağımı. Mavi elbisemi giyip çıktım. Dingin bir dönencede mevsimin kararsız rüzgârıyla baş başaydım.
Görkem Çakıroğlu
