0

 

 

Martıların çocuksu haykırışları, engin mavi denizlerin derinliği, en güzel dudakların döktüğü en güzel şarkılar bitti…

Başucumdaki sehpada bir canavarın saldırgan yeşil gözlerini açıp kapamasını anımsatarak çalışan elektronik saate bakmadan söyleyebilirim ki az sonra bir kez daha sabah olacak. Her gece zil zurna sarhoş, bir külçe gibi çakılıp kaldığım soğuk yatağımdan sürünerek kalkacağım, yüzümü yıkayacağım aynaya bakmaktan korkarak. Mideme zorla hükmetmeye çalışarak bir dilim kuru ekmek, bir parça peynir iteleyeceğim ağzımdan içeri. Giyineceğim özensizce. İşe gidebilmek için otobüse bineceğim. Parke taşlı yolun önündeki durakta inip bugünün dünden hatta evvelsi günden, bir önceki hafta ya da geçip giden aylardan bir farkı olup olmadığını düşüneceğim. Başımı kaldırmadan parke taşlı yolda yürümeye başlayacağım. Parke taşları yaşadıklarımın acısını arttırmak istercesine ayaklarımı acıtırken geçecek yanımdan kayıtsız insanlar. “Sahi bu insanlar yaşamlarında güzel olanın ne olduğuna karar veremeyecek kadar nankör oldukları için mi yoksa yaşamlarında bir güzellik olmadığına inandırıldıkları için mi bu kadar kayıtsızdılar?” Kapitalist sistemlerin insanları kayıtsızlaştırdığı çirkin yüzlü mutant bir yaratığa benzeyen işyerime yaklaşırken esen sonbahar rüzgârının etkisiyle başımı kaldıracağım parke taşlardan. Seni ilk kez bir sonbahar sabahı bu parke taşlı yolda gördüğümü anımsayacağım. Ben, seni sonbahar rüzgârlarıyla düşen sarı yapraklar, kuru dallar, toz toprak tüm bu karmaşanın arasında sevmiştim. Sen bana ne zaman düşen bir sarı yaprak görürsen beni hatırla diye tembih etmiştin. Ben seni hiç unutmadım ki!

Ne kadar özlesem de gözlerinin ferahlığını, dudaklarının tatlığını, ellerinin sıcaklığını… Bitti… Bitti martıların çocuksu haykırışları, engin mavi denizlerin derinliği, en güzel dudakların döktüğü en güzel şarkılar… Birlikte paylaştığımız ne varsa bir sonbahar akşamı seni ellerimle kara toprağa teslim ettiğimde yitip gitti…

Hoşça kal sevgilim… Eşim… Çocukluğum, gençliğim, geleceğe dair ümitlerim…  

Tuğrul Ural

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler