0

Muhtar ve Öğretmen günün ilk ışıklarıyla yataklarından kalktı. Eyerledikleri atlarını Rahmi Ağa’nın kerpiç konağının önüne sürdüler. Binlerce dönüm ekilebilir arazisi olan Rahmi Ağa, büyük oğlu Zülküf ile kâhyaya atlarını erkenden hazırlatmıştı. Ağa, Zülküf, Öğretmen Nedim ve Muhtar yağmurlu bir nisan sabahı at sırtında Elazığ’a doğru yola çıktı.

Köylerine henüz elektrik gelmemişti. Rahmi Ağa’nın ve diğerlerinin keyfi yerindeydi. Muhtar ve Öğretmen Nedim bayramlık giysilerini ve kunduralarını giyinmişti. Rahmi Ağa ve Zülküf ise her zaman şık giyinirlerdi. Bugün de şık giyinmişler ve sekiz köşe kasketlerini ve altın kösteklerini takmışlardı. Muhtar da kasketini başına geçirmişti. İstanbullu Öğretmen Nedim ise gri fötr takmıştı. Atlarını yavaşça Poyraz’dan Elâzığ merkeze doğru sürürlerken, coşkulu konuşmalar, at kişnemeleri ovada yankılanıyordu.

Muhtar, konuşmayı çok seviyordu. Atını Rahmi Ağa’nın yanında sürüyordu. Rahmi Ağa’ya;

“Ağa’m, traktörün adını ne koyacaksın?” diye sordu.

Rahmi Ağa;

“Muhtar, traktöre ad konulur mu ki hiç duymadım ve bilmiyorum. Amerikan malı bizim traktör. Zaten traktörün markası Oliver. Eğer bir isim koymamız gerekirse biz de ‘Oli’ deriz.”

Gülüştüler. Keyfi yerinde olan muhtar, atın yularını gevşetip, kasketini düzelttikten sonra;  

“Ağa’m bu traktörün köylüyü tembelliğe sevk etmesinden korkuyorum. Köylünün bedeni çalışmadı mı çenesi çalışır, dedikodu yapar. Betimiz bereketimiz sonra kaçar.”

Rahmi Ağa, tebessüm ederek,

“Muhtar korkma. Köylü çalışkandır. Bak tarlalarımız, bağlarımız ekilip biçiliyor. Traktörle az zamanda fazla araziyi ekip, biçeceğiz. Köylü kısmı dedikodu yapmadı mı olmaz. Elin gavuru traktörle toprağına hayat veriyorken, biz ecdat yadigârı bu toprakları verimsiz avrat gibi boş mu tutacağız. Unuttun mu, ikinci cihan harbi yıllarında topraklarımızı sürecek adam bulamıyorduk. Herkes tedbiren silah altına alınmıştı da avratlar, yaşlılar, karasabanla bu toprakları yine de ekip, biçmişti.” diye konuştu.

Muhtar, Öğretmen Nedim’in ve Zülküf’ün duymasından çekinerek,

“Ağa’m, Zülküf Ağamız ve İlhami’den sonra benim de traktörü sürmeme izin verecek misin? Şöyle köy yerinde traktör kullanan bir muhtar olmak şerefini benden esirgemezsin değil mi Ağam?”

Rahmi Ağa,

“Muhtar, beni bilirsin. Ağalık doğuştan olmaz. Ağalık, sofranı herkese açmaktır, ihtiyacı olana vermektir, paylaşmaktır. Toprak sahibi, traktör sahibi olmakla ağalık olmaz. Olsa olsa yalan dünyanın yalan gölgesine köpeklik yapmak olur. Sen yeter ki iste…”

Köyde sevinç, coşku ve merak hâkimdi. Horoz sesiyle yataklarından kalkan köylüler, erkenden işlerini bitirmiş, traktörün gelişini dört gözle beklemeye başlamışlardı. Köylü ilk kez traktör görecekti. Traktörün nasıl bir şeye benzediği, tarla ve bağ işlerinde yaşantılarını nasıl kolaylaştıracağına dair her kafadan ses çıkıyordu. Öküzlerin yerini alacak olan traktöre sahip olmak köylüler için gurur vesilesiydi. Civar köylerde, Elâzığ merkezde ve Harput’ta bir tane traktör yoktu. Varsa da bilmiyorlardı.

Rahmi Ağa, ileri görüşlüydü. Tarlalarını gavur icadı traktör ile sürecekti. Bu gavurlardan Osmanlı da Cumhuriyetin kuruluş yıllarında kendileri de çok çekmişlerdi. Mustafa Kemal Paşa bu gavurları Anadolu’dan atmıştı. Gavur eziyetinin yerini artık gavur teknolojisi alıyordu. Bu büyük bir inkılaptı. Varsın bu inkılabın kurbanları çifte koşulan öküzler olsun. Bir traktör kaç öküz ederdi, hesaplar havada uçuşuyordu.

Kâhya traktörün gelişi nedeniyle bir öküzü kurban etmek üzere, köy meydanın da hazır bekletiyordu. Kuşluk vakti Rahmi Ağa, Zülküf, Muhtar ve Öğretmen Nedim Elazığ’a ulaştı. Ağa ve beraberindekiler atlarının başını tren garına çevirdiler. Trenin gelmesine epey vardı. Rahmi Ağa, traktörü satın aldığı acentenin temsilcisiyle garda buluştu. Traktörün teslimatıyla ilgili eksik belgeler tamamlandı. Traktörü kullanacak olan sürücüyü acente ayarlamıştı. Balkan Harbi sırasında Bulgaristan’dan Elazığ’a göç etmiş olan Hafız Seyfettin’in oğlu Mehmet traktörü kullanacaktı. Mehmet, Zühtü ile kâhyanın oğlu İlhami’ye traktörü kullanmayı, tarla sürmeyi öğretecekti. Bütün bu hizmetine karşılık Rahmi Ağa da İlhami’ye hatırı sayılır yevmiye verecekti.

Trenin önce canavar düdüğü duyuldu. Vagon ve katarlarını çekmekte olan buharlı kara terinin kendisi devasa cüssesiyle göründü. Tren, gara yanaştı ve durdu. Her zamanki gibi kalabalık olan garda tatlı bir koşuşturmaca yaşanıyordu.

Rahmi Ağa, Zülküf, Muhtar, Öğretmen Nedim, acente temsilcisi ve İlhami, gar görevlileri ile görüştükten sonra katarlardan yüklerin indirildiği garın hangar kısmına geçtiler. Mehmet, işlemlerin tamamlanmasının ardından katardan traktörü indirdi. Rahmi Ağa, Elazığ’a getirilen ilk traktörlerden birisine sahip olmanın gururunu yaşıyordu. Muhtar kasketiyle oynuyor, Öğretmen Nedim fötrünün ön kısmını kaşlarının hizasına indirip, kendine ayrı bir hava kazandırıyordu. Zülküf traktörün yanına koşar adım gitti. Sahip olduğu cins atları okşar gibi traktörün üzerinde ellerini dolaştırdı.

Rahmi Ağa, Zülküf, Muhtar ve Öğretmen Nedim hava kararmadan önce köye ulaşmak için atlarına bindi. Mehmet, traktörün benzinini garda tedarik ettikten sonra atların önü sıra Poyraz’a doğru yola koyuldular. Yol boyunca vatandaşlar traktörü şaşkın bakışlarla izliyor, birbirlerine bir şeyler anlatıyorlardı. Kurşun rengi traktörün çıkarttığı ses atları ürkütüyordu. Elazığ’ın çıkışında muhtarın atı traktörün çıkarttığı sesten ürküp, parladı. Üzerinden muhtarı atan at, dörtnala köye doğru koştu. Kafasını yerdeki kaya parçasına çarpan muhtar, kanlar içerisinde olay yerinde can verdi. Rahmi Ağa’nın mutluluğu yarım kaldı. Muhtarın cesedi, Zülküf’ün atının eyeri üzerine yerleştirildi. Atlılar önde, traktör arkada köye ulaştıklarında akşam olmak üzereydi.

Muhtarın atı üzerinde binicisi olmadan köye dönmüş ve doğruca ahırına gitmişti. Muhtarın karısı Mukaddes ve çocukları muhtarın başına kötü bir şey geldiğini anlamıştı. Muhtarın evinden ağıtlar yükselirken, köylüler de uzaktan atlılar ile birlikte traktörün geldiğini gördü. Rahmi Ağa’nın talimatıyla traktör köyün girişinde durdu. Rahmi Ağa, Öğretmen Nedim ve Zülküf, Muhtar’ın cenazesini evine götürdü. Rahmi Ağa ve Öğretmen Nedim, Muhtar’ın eşine ve çocuklarına talihsiz kazanın nasıl meydana geldiğini anlattı. Kazanın jandarmaya haber verilmesinin ardından, hükümet tabibi üç kişilik bir tim ile köye geldi. Hükümet tabibinin aynı gün ölü muayenesinin ardından, karanlık çökmeden, Muhtar’ının cenazesi toprağa verildi.

Köylüler cenazenin defnini ardından, traktörün park halinde bulunduğu harman yerine gitmeye başladı. Kesif benzin kokusu yayılan traktöre kimisi yaklaşmaktan korkarken, kimisi de traktöre dokunup, nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yaşı ilerlemiş olanlar ise traktörün çıkardığı sesi Şeytan’ın inlemesine benzeterek uzak durmayı tercih etti.

Köyde hüzün ve sevinç bir arada yaşanıyordu. Yılların muhtarı babasının akıbetini yaşamıştı. Babası da attan düşmüş ve ölmüştü. Köy mezarlığında baba oğul şimdi yan yana yatıyordu.

Rahmi Ağa, Mehmet’i Elazığ’a göndermişti ve üç gün sonra dönmesini tembih etti. Üç gün sonra Mehmet köye geldi. Kâhya, kurbanlık öküzü ahırdan çıkartmış, hayvanın gözlerini beyaz eşarp ile kapatmıştı. Cami imamının okuduğu Arapça duanın ardından kurban kesildi. Üç yıl önce ezan yeniden Arapça okunmaya başlamıştı. İmam da üç yıl öncesine kadar ezanı fısıltı halinde Türkçe okur, içinden ise Arapçasını okurdu. Kör Mustafa, Türkçe ezanın okunduğu bu yıllarda bir gün Arapça öğle ezanını okuduğu için devriye gezen jandarmalar tarafından götürülmüştü. Kör Mustafa iki gün karakolda kaldıktan sonra serbest bırakılmıştı.

Duanın ardından Şoför Mehmet, kendisininmiş gibi traktörün çevresinde kasılıyor, meraklılara klaksonu, vitesi, debriyaj pedalını, pullukların takılacağı hidrolikleri mühendis edasıyla Rahmi Ağa’ya ve köylülere anlattı. Traktörün gücü, kaç saatte bir tarlayı süreceğine dair teferruatlı bilgi verdikten sonra traktörü çalıştırıp, Rahmi Ağa’nın ekilmemiş olan taşlık, kıraç tarlasına doğru yola çıktı. Ağa atının üzerinde, köylüler yaya olarak traktörün peşinden tarlaya doğru yürümeye başladı.

Traktörün taşlı, kıraç toprağa pulluklarını sokup, sürmesiyle o inatçı ve sert tarla pamuk gibi yarılıp saçılıyordu. Ağa dahil köylülerin ağzı açık kalmıştı. Her kafadan bir yorum yapılıyordu. Şoför Mehmet kendini işini iyice kaptırmış, arada bir artistlik olsun diye, traktörün önünü şaha kaldırıyordu.

Rahmi Ağa, traktörün şaha kalkmasından keyif almışçasına, yanındakilere hitaben,

“İyi bir traktör cins at gibidir. Şaha kalkmadı mı ne o ata at ne de traktörü traktör denir. Maşallah bu gavurun traktörü traktör değil mübarek, asil bir küheylan.” dedikten sonra coşkuyla gülümsedi.

Karasabanın bir günde süreceği kocaman tarla iki saatte sürülmüştü. Çevre köylerden traktörü görmeye gelenler ise Poyrazlılara gıpta ile bakıyordu.

Traktör tarlaları sürerken, Osmanlı’nın yıkılış yıllarını yaşamış olan kocamış ama çalışmayı bırakmamış olan Tuti Teyze de uzaktan karasabanla küçük tarlasını sürüyordu. Tuti Teyze, duldu. Çanakkale’de kocası ve ağabeyi şehit olmuştu. Dört oğlu, iki kızı ve iki geliniyle aynı evde yaşıyordu. Tuti Teyze de traktörü yakından görmüş, ona dokumuştu. Yağ ve benzin kokan traktörün kısa zamanda taşlık tarlayı sürüp bitirmesinin ardından yamaçtaki tarlayı sürmeye geçmesini hayretle izlemişti. Tuti Teyze, karasabanı sürmekte olan oğlu Murat’a seslenerek,

“Murat, Rahmi Ağa’ya bu akşam hayırlı olsuna git. Ağa’ya selamımı söyle ve de ki, “Ağa’m anamın selamı var. Durumumuzu biliyorsun. Bu traktörün ilk yavrusunu bize ver. Yavrusunu besleyip büyütüp, çoğaltıp, Ağa’mızın hakkını sonra kendisine yine verelim.”

Murat, anasının sözlerini gülerek dinledikten sonra, “Ana, bu traktör canlı değil. Nasıl desem ki sana. Bu traktör makine. Hayvan değil. Yavrusu olmaz.” dedi.

Tuti Teyze ise,

“Ben makine, mukine bilmem. Bu traktör denilen canavarın yorulmadan, homurdanarak, taşlık ve kıraç toprağı nasıl yardığını aha bu gözlerimle gördüm. Traktörün yemi, samanı neyse biz de verelim bizim tarlamızı da sürsün.”

Murat, karasabanı çekmekte olan öküzleri ‘Ho!’ deyip, çekip durdurduktan sonra yanında yürümekte olan anasına,

“Ana, iyi bak ahir ömründe traktörü de gördün. Bu topraklar traktörle tanıştı. Kıyametin kopması yakındır artık. Toprağa makine girdi mi bereket gider. Toprak teri, ter toprağı sever. Bereketin sırrı budur ana. Traktör fakir köylüyü iyice fakirleştirecek. Burada söylüyorum bu traktör yüzünden aç kalan köylü şehre hücum edecek. Köylerde ölümü bekleyen yaşlılar ile deliler kalacak. Traktör toprağı sürerken, insanı da köyden şehre sürecek.” diye konuştu.

Yorgunluktan bitap düşmüş olan Tuti Teyze, oğlunun söylediklerini duymazdan gelerek, karasabana koşulu öküzlere elindeki kızılcık sopasıyla vurarak, tarlayı sürmeye devam etti.

Orhan Yıldırım                                       

Leave a Comment

İlgili İçerikler