0

Yedi sekiz asker birlikte oturup yemek yiyorduk. Yere sermek için gazete kâğıdı olmadığından konserve kutularını, bayatlamış ekmek parçalarını, sigara izmaritlerini, taze otların üzerine koyup yeşilliğin arasındaki bazı taç yaprakları, tam olarak büyüyen sarıçiçekleri ezmemeye çalışarak açtığımız örtünün kenarında eğlendik. Gece sabaha kadar dövüşmüştük. Neyse ki hiç birimizin burnu bile kanamamıştı. Adi bir çizik bile olmayan yüzümüzde yüz yüze oturan arkadaşımızın yüzünden geriye ne kaldığını görebiliyorduk.

İki adım ötede bombalar patlayınca çiçekler başımızın birkaç santimetre üzerinden şimşek gibi uçmuştu. Sadece yüzümüzde değil, ruhumuzda da iz bırakmıştı. Karşımda oturan Fikret’in saçında iblisler oynuyor gibiydi. Uzun, kıvırcık saçları daha kıvırcıktı. Başının üzerinde duman, sis ve toz dolu bir yuva vardı sanki. Ağaçların yaprakları arasından güneşin parladığı yer -alnındaki bukleler- pırıl pırıl parlıyordu. Alnı terle kaplıydı. Ben onu çok sever, saçını ve şakasını sık sık karıştırırdım. Yirmi yaşında yakışıklı bir gençti. Üniversiteyi yarım bırakmış ve kendi isteğiyle öne çıkmıştı. O, ailesinin tek çocuğuydu. Dedesinin yüzünü görmese de doğduğu topraklar için savaşmaya gelen bu genç adam, gelecek için harika hayaller kurardı. Genç yaşına rağmen ödülü yeterliydi. Cebinde kitapları vardı ve zamanı bulur bulmaz bir köşeye çekilirdi. Sert parmaklarıyla kurumuş çiçekleri hafifçe tutar, gözleriyle okşayıp dudaklarına doğru yaklaştırırdı. Ardından kitabını okumaya başlardı.

Çok acıkmıştım. Ekmeği konserve kutusuna daldırdım ve neredeyse çiğnemeden yuttum. Birden, boğazımda kalmış kuru ekmek öksürmeme neden oldu. Öksürerek yakındaki büyük kayaya doğru yürüdüm. Yosunla kaplı büyük, siyah bu taştan su sızıyordu. Buraya gelirken onu görmüş, ellerimizle su içmiştik. Oturduğumuz yerden otuz kırk adımlık mesafede olan kaynağa ulaştım, ağzımı dayayıp birkaç yudum su içmiştim ki korkunç bir ses duydum. Gökler yere çökmüş gibi bir ses! Gayriihtiyari arkama döndüğümde konserve kutularını, kuru ekmekleri ve parçalanmış el ve kolların havada uçuştuğunu gördüm. Fikret’in kıvırcık saçlı başı ayağımın dibine düşmüştü…

Terane Musayeva (Çev: Fatma Türkdoğan)

Leave a Comment

İlgili İçerikler