KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
Mermerci, birkaç ay önce ölen adamın mezarını yapmak üzere Elvanköy mezarlığına geldi. Yardımcısıyla birlikte mezarın üstünü ve çevresini temizledi, tesviye yaptı. Temel sağlam olsun diye temizleyip düzelttiği yerin üstüne blok taş döşedi.
Beton dökerken, mezarlığa pek de pahalı olmayan bir Mercedes süratle girdi, acı frenle durdu.
İçinden fişek gibi çıkan 50 yaşlarındaki, dişleri dökülmüş, uzun boylu zayıf adam bir mezarın yanına vardı. Duraklamasıyla mezarı tekmelemesi bir oldu. Hem tekmeliyor hem de gırtlağından gelen cırtlak bir sesle:
“Hep senin yüzünden oldu. Gereksiz yere zamansız öldün. Görevini yeterince yapmadan defolup gittin. Alçaksın sen, alçak!” diye bağırıp çağırdı. En sonunda mezara tükürdü, indiği hızla arabasına bindi, arkasında pis bir lastik kokusu bırakarak bastı gitti.
Mezarcı gördüklerini anlatırken, “Olanlara inanamadım. Hâlâ şoktayım,” dedi.
Beton iyice kuruyup da üzerinde çalışılacak hâle gelince mezarcı, mermer mezarı getirip monte etmeye başladı. Öğleye yakın, mezarlığa boyası dökülmüş bir Hacı Murat girdi. Egzoz sesi kulakları tırmalıyor, yanık yağ kokusu genizleri yakıyordu. Araba gacur gucur, takur tukur, zııınk diye durdu. İçinden çıkan adam, geçen Mercedes’ten çıkan adamla aynı adamdı. Adam kendine göre hızlı adımlarla başka bir mezara yaklaştı. Bu defa önce tükürdü, sonra tekmelemeye başladı. Gene gırtlaktan hırlar gibi konuşuyordu:
“Baş alçak sensin biliyor musun? Seni asla affetmeyeceğim. Babanın sana bıraktığı sürüler az değilmiş hani. Ne yaptın onca sürüyü? İki katına bile çıkaramadan çektin gittin, mikrop herif. Bir de senin gibi iş bilmezin adını vermişler benim gibi birine. Değiştireceğim ulan o adı. Senin adını taşımaktansa taş taşırım daha iyi. Anladın mı? Taş taşırım daha iyi!”
Adam sövdü saydı, bindi gitti. Mezarcı gördüklerine anlam veremedi. Anlatırken,
“Adam meymenetsizin tekiydi. Galiba sarhoştu da.” dedi.
Mezarcı, mezarın göbeğine diktiği çiçekleri sularken mezarlığa sesi kendinden daha büyük olan bir mobilet girdi. Adam mı mobileti taşıyor, mobilet mi adamı taşıyor pek belli değildi. Mobileti yolun kenarına yuvarlayan adam gene aynı adamdı. Bu sefer başka mezara yanaştı. Hem tükürüyor hem tekmeliyor hem de pis bir ses tonuyla küfrediyordu:
“Kalk ulan, yeter! Yatmaya doymadın mı? Yat yat nereye kadar itin dölü. Kalk! Senin yüzünden başıma gelmeyen kalmadı. Madem bakmayacaktın, yeterince mal bırakmayacaktın, neden getirdin beni dünyaya dümbük. Kalk ulan kalk!”
Adam getirdiği mobileti yuvarladığı yerden çıkaramadı. Girdiği kapıdan sendeleye sendeleye yaya olarak çıkıp gitti.
Mezarcıya, “Neymiş adamın derdi?” diye sordular. Mezarcı,
“Adam, bir ‘Hudeyde’ye’ iki tarla satan âlemci biriymiş. Mezardakiler de babası, dedesi ve büyük dedesiymiş. Köyün yarısı bunlarınmış. Bu beyinsiz, ailenin tek oğluymuş. Onca malı mülkü o bar senin, bu pavyon benim, yemiş bitirmiş. En sonunda elinde kalan Jaguar’ı satıp Mercedes, Mercedes’i satıp Hacı Murat, onu satıp mobilet almış. Her alışverişin ardından da mezarlığa gelip ‘Niye az mal yaptınız, aha bitti. Kalkın bana daha mal yapın!’ diye mezardakileri tekmelermiş.” diye cevap verdi.
Hazım İsmetoğlu