KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
“Burada olmayı hiç ama hiç istemedim.”
G-3 silahının şarjöründeki mermiler esas duruşta olmalarına rağmen duydukları bu söz karşısında ağızları açık bir halde sesin sahibine doğru döndüler. Ses, sıranın sonundan geliyordu. Üstünün başının cilasından yeni yetme biri olduğu hemen anlaşılıyordu.
“Ne? Ne dedin sen?”
Yan yana dizilmiş tüm mermiler kendi aralarında konuşmaya başladılar. Hangi cüretle konuşuyordu. Cesaret hapı mı yutmuştu yoksa yürek mi yemişti? İlk sıradaki mermi arkadaşlarına dönerek yüksek sesle:
“Ah ah! Bizim zamanımızda böyle miydi? Komutanlar ateş gibiydi ateş. Hadi komutanları da geçtim eskiden devrecilik vardı. Böyle acemileri usta askerler kuzuya çevirirlerdi. Sesleri çıkmazdı bunların. Tabii şimdi meydanı boş buldular.”
“Doğru söylüyorsun! Bizim zamanımızda böyle miydi? Eskilerin terbiyesiyle yetiştik biz. Yemediğimiz dayak işitmediğimiz söz kalmadı.” İkinci mermi de birinci mermi kadar tecrübeliydi. Şu eski kulağı kesiklerdendi.
Yirminci Mermi, bu konuşmaların hiç birine kulak asmamıştı. Yalnız olmadığını biliyordu. Kendisi gibi düşünenler vardı ama hiç biri cesaret edip konuşamıyordu. O ise kararlıydı diğerleri gibi susmayacaktı.
“Ben bu savaşın bir parçası olmak istemiyorum. Sesi bir öncekinden daha gür daha meydan okurcasına çıkmıştı. Benim savaşım değil bu? Hiçbir canlıya zarar vermek istemiyorum.”
Şarjördeki ilk mermiler Yirminci Mermi’nin sözlerini alaya aldılar. Abartılı kahkahalar atıp onun kelimelerini eğerek bükerek taklit ettiler.
“Sen ne dediğinin farkında mısın?” dedi İlk Mermi. “Bunu mermi olmadan önce düşünecektin. Kim sana mermi ol dedi?”
İlk Mermi yılların kurduydu. Yirminci Mermi’nin içinde bulunduğu ruh halini gayet iyi anlıyordu. Kendisi de geçmişti bu yollardan. Tüm mermileri kendi yanına çekebilirse bu acemi merminin de fikrini değiştirebileceğini biliyordu. Ne de olsa herkes çoğunluğun fikrine uyma eğilimi gösterirdi. Bunun da yolu Yirminci Mermi’nin fikirlerini çürütmekten geçiyordu.
Şarjörün içindeki mermiler İlk Mermi’nin sözlerine hak verdiler. Mermi olarak başka ne yapacaklardı ki? Amaçları bir canlıya zarar vermekti. Bunun dışında başka bir şey akıllarına dahi gelmiyordu.
“Evet, bir mermi olabiliriz. Bu bizim savaşa karşı olmamıza engel değil. İçinde bulunduğumuz durumu değiştiremeyiz ancak burada olmamıza sebep olanlarla aynı fikirde olmak zorunda değiliz. Ben bir mermiyim ancak savaşa karşı bir mermiyim. Kulağa çok saçma gelebilir ama ben böyleyim.”
Diğer mermiler, İlk Mermi ile Yirminci Mermi arasında gidip geliyorlardı. Her ikisinin de haklı olduğu taraflar vardı. Hepsi de bu çatışmanın sonunu merak ediyorlardı. Düşündüğünden daha yaman çıkmıştı bu Yirminci Mermi. Kendisini epeyce zorlayacağa benziyordu. Diğer mermiler de gelgit yaşamaya başlamışlardı. Bir an önce suyun önünü almazsa sonu kötü olacaktı.
“Bizler dünyaya bir metal parçası olarak geldik. Uzun yıllar boyunca toprağın altında doğmayı bekledik. Bizi bu topraklar, koruyup kolladı. Sonra doğduk ve yeryüzüyle buluştuk. Maharetli eller bizi en ağır imtihanlara tabi tuttular. Bize şekil verdiler ve bugünkü şeklimizi aldık. Şimdi her şeyi olmamış sayıp tüm bu şeylere sırtını mı döneceksin?”
“Bir canlıya zarar vermeyeceğimi söyledim. Benim söylediklerimle senin anlattıkların aynı şeyler değil. Eğer mermi olup bu şarjöre sürülmeseydim belki de beyaz önlüklü bir doktorun elinde hayat verecektim. Kim bilir, belki de çok ücra bir köy okuluna sırtımda elektrik götürecektim.”
Dışarıdan sesler geliyordu. Oradan oraya koşanlar, ayak sesleri, bağrışmalar, çağrışmalar… Tüm bu sesler zamanın yaklaştığının habercisiydi. Aralarından ayrılan İlk Mermi olacaktı. Daha önce hiç görmediği, tanımadığı, hayatına son vermesini gerektirecek bir kavgası dahi olmadığı birinin yaşamına son verecekti. İlk Mermi’nin yaptıkları sadece bir hayatı etkilemeyecekti. Şu anda bunları düşündüren ve huzurunu kaçıran yeni yetme bir mermi olmuştu. Yıllarca bu işin içindeydi ancak ilk defa böyle düşünüyor, böyle hissediyordu. Acaba neden bu zamana kadar kimse şu çocuğun yaptığı şeye cesaret edememişti. Sesler giderek büyüyor çok yakınlardan silah sesleri duyuluyordu. İlk Mermi ilk defa korktuğunu hissetti. Bu durumdan bir an önce kurtulması gerekiyordu.
“Yirminci Mermi, öyle olduğun yerden konuşması kolay. Söyle bakalım yan yana konserve gibi dizildiğimiz bu şarjörün içinde ne yapabiliriz? Elimizden ne gelir. Emir verilecek biz de üstümüze düşeni yapacağız. Bundan kurtuluş yok.”
Şarjörün içindeki mermiler, daha önce hiç böyle düşünmemişlerdi. Yirminci Mermi onların aklına kurt düşürmüştü. Sahi hepsi de evlerinden uzakta hiç bilmedikleri bu yerde ne için savaşacaklardı? Kimin savaşıydı bu? Kendilerinin değildi artık bunu çok iyi anlamışlardı. İlk Mermi de söylediklerinde haklıydı. Şu saatten sonra buradan bir kurtuluş yolu yoktu. Halleri ortadayken durduk yere ne vardı da Yirminci Mermi huzurlarını bozmuştu. Düşünmüyorlardı şimdi düşünür olmuşlardı. Onlar kara kara düşünürken silah sesleri gittikçe daha da yakınlaşmıştı. Her seste titreyen kendileri miydi yoksa kendilerini taşıyan mıydı artık bundan da emin değillerdi. Birbirlerinin gözlerindeki korku ve endişenin içindeki sessizlikte kaybolmuşlardı. Bu sessizliği bozan yine Yirminci Mermi oldu:
“Bir yolu olmalı elbet. Her zaman bir yolu vardır. Burada böyle eli kolu bağlı beklemeyeceğiz herhalde.”
“Nasıl, ne yapılabilir ki?”
Aslında yapabilecekleri bir şey vardı. Bunu da yine aralarındaki en tecrübelisi biliyordu. İlk Mermi söylemekle söylememek arasında gitti geldi. İçinde dışarıdakine benzer bir savaş yaşanıyordu. Bugüne kadar ne emir verildiyse yapmış aklına aksini dahi getirmemişti. Şimdi ise düşünüyordu ve bu eylem dur durak bilmeden birer ikişer tüm kalelerini ele geçiriyordu. Onun için artık dışardaki savaş başlamadan bitmişti.
“Yapılacak bir şey var dedi.”
Kimse ondan böyle bir şey beklemiyordu. Bir anda tüm başlar İlk Mermi’ye doğru çevrildi. Hepsi de şaşkınlık içinde onun ne söyleyeceğini merakla beklemeye başladılar.
“Şimdi herkes olduğu yerde birbirini iterek sürekli yer değiştirecek.”
“Bunun bize ne faydası olacak ki?”
“Siz benim söylediğimi yapın. Sürtünerek içerdeki sıcaklığı arttıracağız. Böylelikle artan sıcaklık silahın tutukluk yapmasını sağlayacak.”
Hepsi hiç tereddüt etmeden söylenenleri yaptı. Hızlı bir şekilde yer değiştiriyorlardı. Nefes nefese kalmışlardı. Zamanla içerideki sıcaklıkta artıyordu.
Bir, iki, üç,
Ölmek çok güç.
Dört, beş, altı,
Yaşamak haktı.
Yedi, sekiz, dokuz,
Biz bu savaşta yokuz.
İlk Mermi kendi kendine konuşur gibi bu marşı söylemeye başladı. Onun bu marşını duyan diğer mermiler de hem yer değiştiriyorlar hem de marşa eşlik ediyorlardı. Giderek daha da hızlanmışlardı. O anda dışarıdan bir ses işittiler. Bu yüksek, keskin ve buyurgan bir sesti. Aynı anda metalik sesler ve arkasından ateş sesleri duyuldu. Mermiler içerde hâlâ yer değiştiriyorlardı. Sıranın kendilerine geldiğini “Tık” diye bir ses duyunca anladılar. Hepsi de dona kalmışlardı. Tüfek tutukluk yapmıştı. Başarmışlardı. Hepsi bir ağızdan sevinç çığlıkları atıp birbirlerine sarılmaya başladılar. İlk Mermi ve Yirminci Mermi gülerek birbirlerine doğru yönelmişlerdi ki silah ateş aldı. Yirminci Mermi’nin başından beri korktuğu, karşı durduğu şey başına gelmişti. Her şey biranda oldu. Büyük bir ses duydu ve kendisine doğru gelen İlk Mermi aniden gözden kayboldu. O daha ne olduğunu anlamamıştı ki hızlı bir şekilde rüzgârın yüzünü yalayıp geçmesiyle aklı başına geldi. Hemen vakit kaybetmeden arkasını dönüp baktı. Bıyığı yeni terlemiş genç bir askerin elindeki tüfeği bırakıp yere yattığını ve kulaklarını kapattığını gördü. Bir bilinmeze doğru yol aldığı halde gördükleri karşısında yine de gülümsemeden edemedi. Rüzgârın serinliğine kendini bıraktı ve gözlerini kapattı. Umutluydu. Artık biliyordu ki yalnız değildi ve bu dünyada kendisi dışında savaşa karşı olanlar vardı.
Ali Demir