0

”Anam, gızların boynu büküktür. Ogusun müallim olsun deyim. İpek iplik keser mi kesiymiş, kuş parmağımla yüzük parmağım kesik içinde.”

Hatice’nin sağ eli ahenkle hareket ediyor, ipleri çekip desen oluşturmak için yüzlerce defa tekrarladığı iğne hareketleri hayranlık uyandırıyordu. İpek ipi ne kadar sert çekerse motif o kadar güzel çıkıyordu. Motif, parmaklarında yüzlerce bıçak kesiğiydi. Döne, iğneyi her batırıp çekişini gıptayla takip ediyordu.

“Anam, ahşamları bir sancı giriy bir sancı, buğrum felç oli. Dert tutası babası demiyor bu gızcağız nasıl okuyor? Anca diline dolayık, kız çocuğu okuyup ne edecek? Gızı, eri mi var anam, ama var Höggeş’te… Oguyacak gızım, müallim olacak! Benim Ayyuşumun ağzı var dili yok. Hiç çıkarmaz sesini, üst baş demez, yeter ki babası söz söylemesin. Mahsuncağız ne yapsın, derslerine tastamam çalışıyor.”

“Allah gızını bahışlasın Hattuç Bacı. Bu güzelim Antep işinden yapıverirsin gızına.”

“Âmin, ahretliğim âmin. Hele ogusun, bu sene ilkokul dörtte gidiyor. Kızcağız bizim gibi cahil kalmasın deyim.”

“Hattuç Gız, Rabb’im şu parmaklarındaki kesiklerin hürmetine yüzüne baka. Ne deyim bacım, Allah şaşırtmaya.”

“Ne edem anam, gızımın yüzü güle Rabb’im keder vermiye. Anasının kuzusu tama akşamları öper elimin kesiklerini, merhem olup yüreğimi ferahlatır. Bak akşam demişken ne bişirecen akşama?”

“Hattuç gurban, Maamed yaprak sarması istiyor, yapim de gönlü hoş olsun.”

“Gız Döne, sen Maamed’in gönlünü başka türlü de hoş edersin.”

“Allah seni netmeye! Yüzün güle emi.”

“Güler zaar… Güneş gergefin ortasını aştı, nohudu ocağa vuram, gız gelene dek bişer bari.”

“Sen artık git diyin.”

“Yooo! Gurbanın olam ahiretlik yooo!”

“Benim de vaktım geldi zattı, şurda iki heneğin bellini kırak dedik. Aklıma getirdin gidip sarmaları sarıverim… Oy, anam anam! Ayağa kalkınca aha şurama bir ağrı giriyor bırak mi… ‘Herif, toğdura götür beni’ diyim. Diyim diyim ben söylim, ben dinlim. ‘Yeldir, yazın geçer’ diyi. Her bi şeyi de bili, bağınca toğdur bellersin peh peh… Gız Hattuç, eseh sen gibi olsam ölürüm gayri, çoğ yoruluyon. Emeğine, ellerinin kesiğine, vallah billah değmez.”

“Offf! Anam ne edim, Allah razı olsun hâlden anlayan cancağızım. Gȃvurun dölü Ceyizci Hösu ucuza yaptırıyor, emeğim haram olsun deyim de demim, öbürlerinin bundan kalır yanı mı var?”

“Hattuç gurban ne söz biter, ne dert. Maamed de ayağımı kıracak yoksam. Bana müsede gidim de sarmaları sarayım. Herif uşağ, konuşa konuşa akşam ettik. Kolay gele Hattuç, Allah’a ısmarladık.”

“Kolayı başına gele Döne Hatun. Sağlıcakla kal.”

Yorgunluğunu iyice hissetti. Kocaman yalnızlığın ağırlığı çöktü üstüne… Kızının okuldan gelme saatiydi, derin bir of çekti. Yoksulluk kaderse kadere karşı gelmeliydi. Kızı okumalı, mutlu olmalı… Birman kumaşa bu kaçıncı iğne girmesi, kaçıncı ipek sarmasıydı, saymak mümkün değildi. Kapı gıcırtısı ile başını kaldırınca kızının koşar adımlarla içeri girdiğini gördü. Kızına baktığında yorgunluğunu unutmuştu, sevinç yüzünde şekillendi. Nefes nefese kalmıştı Ayşe.

“Anaa! Anaa!”
“Ne oldu kızım, ne oldu?”

“Sülümün altında benekli pisik elimi cırmaladı, karnı iyice şişik korkuyorum.”

“Korkma kızım, korkma! Enikleri olacak ondan kuduriy ilişme.”

“Eniği olunca bir tane alalım mı?”

“Yok gızım, olmaz. Etraf tüy, pislik olur. Baban tüy görünce öksürüyor, iyice dellenir. Gel bakım yanıma, bugün ne yaptın mektepte?”

“Muallim dedi ki; ‘Anan saçlarını çok güzel örmüş, acı söyle benimkileri de örüversin’ deyi.”

“Bak hele! Muallim benim kızım kadar güzel mi ki örem ha! Sen yine o tren reyinde gitmiyon değil mi? Bak yoksam… Büyük yemin ettim seni falakaya yatırırım!”

“Yok Hattuç Sultan, yok gitmim.”

“Haydi kızım yemek yapak, nohut kaynayık. Baban şimdi gelir acımdan ölüm der, başımın etini yer.”

“Ne yemek yapacaksın ana?”

“Acık kabaklama yapım diyim, baban da seviyor.”

“Ana, parmakların çatlamış kanıyor yine.”

“Azıcık vezir yağı sürerim geçer ana kurban.”

“Artık yapma ana, bu Antep işini.”

“Yok, Ayyuş Gız’ım. Ben yapacağım sen okuyacaksın ana kurban. Kaygılanma iyileşir, hele sen muallim ol toğdura beni götürürsün.”

Akşam oldu mu Tabakhane semti sessizliğe gömülür. Çöplerin etrafında kediler ve kaçışan fareler… Aynı vakit sessizliği yırtarak yorgun bedenleri taşıyan tek tük ayak sesleri duyulur. Akşama kadar bakıra şekil veren elleriyle poşeti tutmakta zorlanan Ökkeş, elinde iki somun ekmeğiyle eve gelir. Ayşe, somun ekmeğini sevdiğinden ev ekmeğinin bitişine sevinir. Ökkeş kabaklamanın suyuna ekmeğini banar, öyle sever. Ayşe içindeki nohut tanelerini seçer.

“Baba gız her biriniz bir çeşitsiniz.”

“Ne soğranıyon Hattuç? Bırak kızım istediği gibi yesin.”

“Babana bakma, ye çabuk yemeğini. Ders çalışacan!”

Sofrayı toplayıp bulaşıkları yıkadı. Ayşe’yi yatağına yatırdı, saçlarını okşarken öğretmen olacağı günün hayalini kuruyordu. Saçlarını okşamasa uyuyamazdı. Yüzüne baktı bir süre. Bakması huzur veriyordu. Bakarken üzerine bir uyku çöker bazen uyuyuverirdi…

Sabah her zaman olduğu gibi erkenden uyandı. Önce Ökkeş’i işe gönderdi, sonra kızını özene bezene giydirip saçlarını ördü. Gözlerini kızından alamadı, ardından uzun uzun baktı. Hemen ortalığı toplayıp gergefin başına geçti. İğne eline battığında genç yaşta kırışan yüzünün çizgilerinden, bir damla yaş akıp düştü. Kapı çalınmıştı.

“Bügün erken gelik ahiretlik.”

Kapıya doğru giderken kalbinde bir sızı hissetti. Kapıyı açtı, karşısındaki polisin dudakları kıpırdayınca hemen sokağa atıldı. Başından kaynar sular boşalıyordu, kıyamet koptu. Başını taşlara vurdu ama nafile, çare değildi. Döne, Ökkeş iki yandan zapt edemedi…

Her gün o trenin yoluna çıkıp elindeki Antep işi mendili sallardı, öğretmen kızına…

“Gel ana kurban! Gel muallim Ayyuşum, örgülü saçlarına kurban gel!”

Kollarını açtı. Tren rayının orta yerindeydi. Artık çok geçti… Son nefesinde gördü kızını. Yanına uzanmış, saçlarını okşuyordu ve uyudu… Antep işi mendili kan içinde vagona asılı…

Kazım Demir

Bir cümleye başlarken sözü onaylama anlamına gelen tamam kelimesinin kısaltması
2 merdiven
3 kedi
4 Bir şey istenirken kullanılan bir kelime, rica etmek

Leave a Comment

İlgili İçerikler