0

Ne zaman geçecek bu ruh halim?
Yok, ardımda cin var mı?
Yok, çiçekler mezarlıkta açar mı?
Dolap beygiri gibi aklımda dönüp duran düşünceler.

Selim abimi feci şekilde kaybettim. Onu kaybettikten sonra mı hastalandım? Yoksa ben hastalandıktan sonra mı Selim abimi kaybettim. Bilmiyorum! Her iki türlü de ben şu an hastayım. Bunun çok farkındayım. Sanki içimde iki ben var. Bir tarafım öğretmen diğer tarafım söz dinlemeyen, başına buyruk bir öğrenci. Duygum ve mantığım arasında gidip gelirken, uzun zamandır mantığıma söz geçiremiyorum.

Kafayı yemek üzereyim. Benim için tüm çiçekler mezarlık çiçeği… Tüm yeşiller tabutun rengi. Bir de Selim abimin ölüm şekli. Onu cinler çarptı. Yüksek bir dağın en zirve alanında çırılçıplak ölü bulundu. Bir çadır kurmuştu ormanda. Bir hafta ses çıkmadı sonra… Cesedini hayvanlar yemişti. Selim abinin ölüm şekli… Yok mezarlıklar… Yok, tabut, cin ve bitmeyen halüsinasyonlar…

Bir yıldır doktor doktor geziyorum. Her doktor kendi teşhisine göre ilaç veriyor. Hepsi beni kötü ediyor. Tedavi sürecinde gördüğüm halüsinasyonlar arttıkça artıyor. Sonunda methedilen bir doktora da gittim. Öyle ki; Hasta kapı arkasında konuşsa, doğru teşhisi oradan koyabilen doktordur dediler. Böyle bir doktorun karşısına oturdum. Ellerim titriyor, kalp atışlarım hızlanıyordu. Ne söyleyeceğini düşündüm. Ya göğsümdeki ateşi nasıl söndürebilirdim? Ya aklımdan geçenleri nasıl anlatabilirdim? Düşüncelerimin neresinden başlamalıydım. Bilmiyordum! Her şeyden korkuyordum. Halüsinasyonları anlatmaktan da…

Doktorun sorularına kendimi bıraktım. Şimdi diyorsunuz ki ne oldu bu kıza… Neden utanıyor bu kadar söyleyiverse ya bir çırpıda. En zoru da buydu ya… Ben de bilmiyordum ne olduğunu gözlerime perde inmişti sanki. Yerimde duramayacağımdan endişe ediyordum. İçim fıkır fıkır kaynıyordu. Yeni bir doktora gelmek kaygılarımı daha bir arttırmıştı. Bir de covit gibi kötü bir dönem vardı…

Doktor sorular soruyor, bense ağlıyordum. Yüzümdeki maske ağlamaktan sırılsıklam olmuş yüzüme yapışıyordu. İçimde büyük bir acı, kendi boşluğumda uçuyordum. Doktora hiçbir şey anlatmak istemiyordum. Doktor elinde kalem bir şey yazıyordu.

“Bir hafta sonra sizi tekrar görmek istiyorum.” dedi.

Doktor bulutların üzerinde oturuyormuş gibi o sinir edici sakin edasıyla,

“ Bir hafta kullan, sonra bana yaz iyi olup olmadığını.” dedi. Başımı sallayıp çıktım odadan.

Peşimden asistanı Melek Hanım koştu, reçetemi vermek için. Her şeyle kafamda restleşmiştim. O an aklımdaki tek şey bir an önce oradan çıkıp ardı ardına sigara yakmaktı. Tanışıyorduk, geçen seneden benim güzellik polikliniğinde çalıştığımı biliyordu. “Müge, iyisindir umarım, ben de sana gelmek istiyordum. Yüzümdeki lekeler için…” dedi. Yüzündeki minnacık lekelerden bahsediyordu. Küfür etse daha iyiydi. Hayatım kararmıştı. O, yüzündeki lekeyi dert ediyordu. (Bir de iyisindir umarım diyor.) Ne iyisi be! Mezarlığa gidip az yana kay diyesim var benim oysa.

Yalandan bir gülümsemeyle,

“İstediğin zaman gel hallederiz,” deyip asansörü bekleyemeden, biri arkamdan kovalıyormuşçasına merdivenlerden indim hemen.

Aşağıda art arda sigara içtim. Dumanında hayallerimi savuruyordum. Şimdi şu haline bak! Yok yok! Geçici bir durum bu, nefes egzersizi yap. Sen güçlü bir kadınsın, diye telkin veriyordum kendime.

Komşu teyzem; “Boş ver kızım doktorun ilaçlarını. Sen yoksa olmayan varlıklardan mı korkuyorsun, cin falan?” Neden böyle konuştu? Tüm dünyam allak bullak olup, tepeme yıkıldı. Bildiğim tüm duaları önce hatmettim.

Mantığım kabul etmese de öyle ürperiyordum ki. O günden sonra tuz biber olmuştu hayat bana. Aklımda on saniyede bir cin fikri. İçimdeki ses “Saçmalama, sen akıllı bir kızsın. Mantığını kullanmalısın,” diyordu.

Bir hafta sonra doktorda kendimi buluyorum. Gözümde yoktu ne tatil ne de para pul. Aradan aylar geçiyor. Doktorun tedavisi iyi geliyor. Yavaş yavaş saçma sapan düşüncelerimden kurtuluyorum. Dans okuluna başlayıp orada âşık oldum. Selim abimin ruhuna da bir Fatiha okudum.

Müge Dişkıran

Leave a Comment

İlgili İçerikler