0

Sene 1984, sıcak bir yaz günü. Mevsimin bütün güzelliği, doğanın her yerine eşit bir şekilde paylaştırılmış sanki. Evlerin çatılarında, ahşap çitle çevrili bahçelerinde, rengârenk ağaçların dallarında cıvıl cıvıl kuş sesleri var. Nereye baksanız, insanın içini sevinç ve huzurla dolduran bir manzara hâkim. Tabiat, sinesinde sakladığı bütün güzellikleri cömert bir biçimde insanlara sunuyor, hem de bedava.

Pırıl pırıl masmavi bir gökyüzü, bakan her insana tebessüm gönderiyor. Güneş, insanların başına merhametli bir baba gibi yumuşacık ışıktan huzme elleriyle dokunuyor. Ara sıra esen meltem yeli, dışarıda bulunan herkesin bütün hücrelerine sirayet ediyor ve okşuyor; bir anne sevgisi ve şefkatiyle. Renklerin her tonu, kendini göstermek için harika bir sergi açmış tabiatın bağrına âdeta. Her yer rengârenk çiçeklerle bezenmiş ve süslenmiş, yeni gelin bir kız gibi.

Evlerin önü sarı süpürgelerle süpürülmüş, mis gibi toprak kokuyor her yer; tertemiz. Sokak aralarında, çocukların neşeli sesleri her taraftan duyuluyor. Herkeste bir sükûnet ve sakinlik hâli var. İnsanlar, yaptıkları her işten bir zevk alıyor ve bu durum bütün hareketlerine yansıyor ve devamında kendini gösteriyor. Selâm, günaydın, hayırlı sabahlar gibi iyi dilek ve temenni dolu güzel cümleler herkesin ağzından diğerinin yüreğine bir şiir misali akıyor.

Yüzlerdeki mutluluğun, insanların içindeki huzurdan ve güzellikten yansıdığı bütünüyle aşikâr. Komşular kapı önlerinde hoş sohbet bir halde, birbiriyle muhabbet ediyor. Samimi duygularını birbirlerinin gönüllerine sanki telepati yöntemiyle gönderiyorlar. Bu güzel durumu mahallenin her evinde, her hanesinde görmek mümkün. Evler yan yana, yemyeşil bahçeli, taş duvarlar göreceli sınır çizgisi. Bahçelerdeki muhtelif meyve ağaçları dallarındaki leziz ürünlerini insanlara vermek için sabırsızlanıyor. Bütün bacalardan, her mevsim, her gün ve her saat huzur iklimi tütüyor.

Samed, bu güzel mahallede yaşayan yüreği temiz ve akıllı bir çocuk. Henüz on üç yaşında; ortaokula gidiyor ve okumayı çok seviyor. Kitap okumak, en sevdiği işlerinin başında geliyor. Evlerinde kitap sayısı çok az olsa da okuyacak kitap bulmada mahir bir yapısı var. Yazı yazmak, şiirle iştigal etmek ve uğraşmak çok hoşuna gidiyor. El yazısı da çok güzel; bir hat sanatçısı gibi çok düzgün ve kendini belli eden bir el melekesi var.

Okuldan geldiği vakit, hemen boya sandığını sırtlayıp, ayakkabı boyamak için yolları arşınlıyor. Bu iş bir eğlence gibi geliyor çoğu zaman ona. Kazandığı parayla kitap ve defter alıyor, ihtiyaçlarını karşılıyor, gerisini de harçlık ediyor. Alın teriyle kazandığı para onu çok mu çok memnun ediyor. Bundan dolayı kendisini büyümüş hissediyor. Cebinden parası da hiç eksik olmuyor.

Hem ailesine birkaç kuruş katkısının olması hem de kendi harçlığı yanında kırtasiye malzemeleri almak için düzenli çalışmaya gayret sarf ediyor. Bu işi kimse zorladığı için değil, içinden gelerek, isteyerek ve severek yapıyor. Ayakkabı boyamak da öyle kolay bir iş değil hakikaten, bir meslek niyetiyle yapmak lâzım. Ayakkabısını boyadığı her ayakkabı sâhibi, kim olursa olsun, Samed işini güzel yaptığından dolayı hem boya parasını hem de ilâve olarak ödül niyetine bahşiş veriyor.

Samed okuldan gelir gelmez üstünü başını değiştiriyor ve küçük boya sandığını cılız omzuna alarak çarşının yolunu tutuyor. Bazen de şehirdeki büyük parka giderek, orada ayakkabı boyama işine devam ediyor. Evden her çıktığında, çoğu zaman peşine en küçük kardeşi Gül takılıyor. O da altı yaşında, çok mu çok sevimli küçücük bir kız çocuğu. Yanağında pembe bir leke var, bu leke onu çok sevimli ve tatlı bir çocuk yapıyor.

Abisi evden her çıktığında ardından ağlıyor, “Abi ben de seninle beraber ayakkabı boyamaya geleceğim.” diyerek bir türlü peşinden ayrılmıyor. Samed de arkasına dönerek, “Tamam, gel.” diyor, mecburi olarak. Beraberce parkın yolunu tutuyorlar, Samed önde, Gül arkada. Bazen, abisinin arkasından yetişip hemen abisinin elini tutuyor ve birlikte yürümeye devam ediyorlar.

Nihâyetinde şehrin en büyük parkına geldiler. Samed hemen parkın çevresini turlamaya ve müşteri aramaya koyuldu. Parkın banklarında oturanlara, “Boyayalım mı abi, boyayalım mı abla?” diye, onları ayakkabılarını boyatmaları için ikna etmeye çalışıyor. Epey bir zaman parkı turladılar ancak, hiçbir iş yapamadılar. Yoruldukları için bir bankın üzerine yorgun argın oturdular ve etraflarına kaygısızca bakınmaya başladılar.

Tam ümitleri bitmiş ve hadi eve dönelim diye düşünürlerken, uzakta askerlerin bulunduğu bir topluluk dikkatlerini çekti. Askerler hem karpuz yiyorlar hem de kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Samed ve Gül onlara bakarken, onların bu masum ve garip halleri askerlerin dikkatini çekti. İçlerinden bir asker, el işareti yaparak her ikisini de yanlarına çağırdı. Beş altı kişilik bir asker grubu idi.

Samed ve Gül, çekinerek askerlerin yanına gittiler. Askerler, “Kaç liraya ayakkabı boyuyorsunuz?” diye sordu her ikisine. Gül, kendisine de bu sorunun sorulması karşısında, kendisinin de boyacı olduğunu ve abisiyle birlikte çalıştığını söyledi. Bu samimi ve masum cevaplar karşısında askerlerin hepsi gıcır gıcır yeni boyanmış olan simsiyah askerî botlarını tekrar boyatmaya karar verdiler.

Samed tek tek bütün askerlerin postallarını çok itinalı ve güzel bir bir şekilde boyadı. Samed’in yaptığı boya işini çok beğenen askerler, boya parasının yanında ikisine de bahşiş verdiler. Boyama işi bitince, askerler her ikisine de karpuz ikram ettiler ve onlarla bir süre sohbet ettiler. Paralarını alıp tam ayrılacakları sırada, askerlerden biri “Ayrılmayın, bir de sizin resminizi çekeyim.” dedi ve Samed ile Gül’ü yan yana getirerek resimlerini çekti. Resim çeken asker Samed’e dönerek, “Bir hafta sonra yine buraya gelirseniz, çektiğim resmi size de veririm.” dedi.

Samed ve Gül, en mutlu günlerinden birini yaşamıştı. Hem iyi miktarda bir para kazanmışlar hem lezzetli bir karpuz yemişler hem de güzel bir hâtıra resmi çekilmişlerdi. Sanki üç ödül birden almışlardı. İkisi de eve çok sevinçli bir şekilde dönmüşlerdi. Samed annesine yaşadıkları güzel günü doyasıya anlattı. Bir miktar para da annesine verdi. Annesi öyle mutlu olmuştu ki oğluna sımsıkı sarılarak doyasıya öptü ve kokladı.

Samed, bir haftalık süreyi iple çekti. Resim olarak, sâdece vesikalık resmi biliyor, o da okula lâzım olduğu için. Fotoğraf makinesi öyle herkeste olan bir şey değildi, pahalı bir eşyaydı o zamanlar. Nihâyetinde, o bir haftalık süre doldu ve Samed parka gitti. Asker abisi Samed’i görünce yanına geldi, hâl hatır sorduktan sonra bir hafta önce küçük kardeşiyle birlikte çekilmiş olduğu fotoğrafı Samed’in eline verdi.

Öyle mutlu olmuştu ki Samed, bunu kelimelerle ifade edemiyordu. İçten bir teşekkürle asker abisine iyi günler dileyerek, boya sandığı omzuna asılı bir şekilde evinin yolunu tuttu. Eve geldiğinde asker abisinin verdiği resmi küçük kardeşine de gösterdi ve hemen kitabının arasına özenle yerleştirdi.

Samed, kazandığı bu parayla çok uzun bir zamandan beri çok istediği ve sevdiği bir romanı aldı, kısa bir süre içinde de doyasıya okuyup bitirdi. Harika bir gün, bunun yanında; iyi bir para, hâtıra bir resim ile birlikte böyle hoş ve güzel bir anı yaşamıştı kardeşiyle beraber. Bu güzel hâdise, Samed ve kardeşi için bir ödül mahiyetinde olmuştu. Asker abisine en içten ve en kalbî hislerle defalarca teşekkür etti, o duymasa bile.

Fâik Kumru

Leave a Comment

İlgili İçerikler