SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
Saatin kaç olduğunu bilmiyordu Erwin Marlon. Pekte umursamıyordu aslında. Uzun zamandır uykusuzluk sorunu yaşıyordu. Böyle gecenin en olur olmaz anında uykusu kaçar, o da ne yapacağını bilemeden saatlerin geçmesini beklerdi. Yatağında hafifçe doğruldu. Bir süre öylece oturduktan sonra öylece oturduktan sonra ayağa kalktı. Ses çıkarmamaya çalışıyordu. Bunu neden yaptığını bilmiyordu. Bu küçük kulübede yalnız yaşamayı hep biraz yadırgamıştı altmış üç yaşındaki adam.
O, eski günlerdeki köpek ve horoz sesleriyle şenlenen, karısının varlığıyla ona hep sıcak gelen eski kulübesini özlüyordu. “Artık yoklar!” dedi kendi kendine. Son zamanlarda yeni bir alışkanlık edinmişti. Böyle uykusunun kaçtığı gecelerde deniz kenarına gider, kayalıklara oturur, suya bakarak hayallere dalardı. Bir süre sonra da kendinden geçerdi.
Artık nüfusu otuz-otuz beş kişiyi geçmeyen bu küçük köyde gecenin bir yarısı yapabileceği daha iyi bir şey de yoktu zaten. Hem kimselerde onu görmüyordu. Hızlıca paltosunu giydi. Dışarıda hafif bir rüzgâr vardı. Kulübenin tahta kapısı gıcırtılı bir sesle kapandı. Ve taşlık yolda yürümeye başladı. İki yanında sıralanan çam ağaçlarını seyrederek ilerliyordu. Suyun kayalara vururken çıkardığı sesi duymaya başlamıştı. Bu sesler onu hep etkilerdi. Belki de iyi bir balıkçı olmasını buna borçluydu. “Denizin dili vardır” derdi her zaman. “Bu gece deniz biraz hüzünlü sanırım, iyi anlaşacağız” diye geçirdi içinden.
Artık kumsaldaydı. Bir kayaya oturup düşünmeye başladı. Aklına sürekli karısı geliyordu. İki yıl önce bu civarlarda onunla gezerlerken kadıncağızın ayağı kaymış ve suya düşüvermişti. Aslında son derece iyi yüzerdi, ama çok paniklemiş ve boğulmuştu. Erwin;
“Ben elimden geleni yaptım” dedi yüksek bir sesle.
‘’Acaba gerçekten yaptım mı?’’
Hiçbir zaman emin olamayacaktı.
‘’Yapsaydım kurtarırdım herhalde, ama onu sudan çıkardığımda nefes almıyordu.’’
Hüzünle iç çekti. Bilmiyordu, bunları düşünmek, o yaşlı beynini fazlasıyla zorluyordu. Başını yukarı kaldırdı. Suya bakmak onu pek de rahatlatmamıştı bu gece. Ay, ışığı suya vuruyordu. Bir süre yıldızlara dalıp gitti. Aniden yerinden kalktı. Çevrede biraz dolaştıktan sonra bir dal parçası buldu. Kuma yıldızları çizmeye çalıştı. Artık canı sıkılmıyordu. “O kadar çok yıldız var ki, onları çizerek sabahlayabilirim” diye kendi kendine gülümsedi. Ve bir şeyler karalamaya başladı. Dalın kumda bıraktığı izler arttıkça yüreğinin hafiflediğini hissediyordu. Git gide daha da hızlandı. Artık ne çizdiğiyle de pek ilgilenmiyordu. Yorulmaya başladığını hissedince durup biraz dinlendi. Ay ışığı suda ilginç parlamalar ve yansımalar yapıyordu. Kulağına onlarca böceğin tuhaf sesi geliyordu.
Derken birkaç dakika sonra uzaklarda küçük bir köpek gördü. Ona doğru yaklaşıyordu. “Philip” diye seslendi. Ve ıslık çaldı. Küçük köpek ona doğru koştu. Bu yan komşusunun köpeğiydi. Erwin’i tanımıştı.
“Sen de mi benim gibi gezmeye çıktın?” dedi Erwin.
Hayvan bir- iki kez havladı. Ve yanına oturdu. Erwin köpeği okşarken tekrar denize daldı. Birkaç gümüş renkli balık suyun üstünde belirmişti. Bu balıklar rahat yaşıyor diye düşündü Erwin.
‘’Üzüntü yok, sadece yemek ye, bir de bize av ol! Acaba ben yaşıyor muyum? ‘’
Gözleri, biraz ilerisindeki Philip’e takıldı.
“Philip… Sen yaşıyor musun?”
Köpek pek oralı değildi. Birkaç adım uzaklaşıp kuma işedi.
‘’Sanırım bu evet demek’’ diyerek güldü Erwin.
‘’Ben galiba yaşamıyorum. Ne şu balıklar kadar özgür ve vurdumduymaz bir şekilde gezinebiliyorum, ne de bu köpek gibi istediğim yere kimseyi önemsemeden işeyebiliyorum. Artık yaşamalıyım.’’
Yaşlı adam bakışlarını tekrar göğe çevirdi. Ay ışığı denizle uyumlu dansına devam ediyordu. Sanki onu çağırıyor gibiydi. Başını yere eğdi. Ve karısını gördü. Orada öylece duruyordu. Kumların üstünde uzanmış Erwin’i çağırıyor gibiydi. İyice delirmeye başladım diye düşündü yaşlı adam. Tekrar suya yöneldi. Ama hayır hayır..! Kadın suya giriyordu. Ve Erwin’e el sallıyordu. Kalbi deli gibi atmaya başladı. Yaşından beklenmeyecek bir çabuklukla kıyafetlerini çıkardı. Ve suya doğru yürüdü. İhtiyar bedeni soğuğun etkisiyle titriyordu. Ama o aldırmıyordu. Karısının gittiği yöne doğru yüzmeye başladı. Önünde ilerleyen gümüş renkli balığı takip ediyordu.
Karısına sonunda kavuşacaktı. Bu düşünceyle yüzdü yüzdü ve yüzdü…
Ertesi sabah balıkçılar erkenden av hazırlıklarını yaparken acı bir uluma sesi duydular. O yöne doğru gittiklerinde Philip’i gördüler. Bir şeyin başında durup uluyordu. İyice yaklaştıklarında bunun bir insan olduğunu anladılar. Balıkçılardan yaşlı olanı onu hemen tanıdı.
“Bu Erwin! Şu ilerideki kulübede oturan… Eskiden beri tanırım iyi balıkçıydı.”
Adamlar Erwin’in bedenini incelediler.
“Boğulmuş!” dedi içlerinden biri. Diğerleri de üzüntüyle onayladı. Derken biri az ötedeki tuhaf şekilleri fark etti. Dikkatlice baktıklarında bunun bir kadın yüzü olduğunu anladılar. Bu resme hiçbir anlam veremediler. Üstünde de fazla durmadılar. Dün gece ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyeceklerini biliyorlardı. Biraz da moralsiz bir şekilde kayıkların başına döndüler. Onlar gidince Philip kumları eşeledi ve kadın resmini dağıttı. Erwin’in giysilerini ağzına alıp az önce resmin bulunduğu yere koydu. Ve birkaç kez daha acılı acılı uluduktan sonra koşarak oradan uzaklaştı.
Baran Altun