SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
Yeni bir yıla daha girdik. 31 Aralık gecesi, bütün sorunları geride bırakmış gibi mutluyduk hepimiz. Alkışlarla, şarkılarla, türkülerle, danslarla karşıladık yeni yılı. Oysa geçen yıl aynı zamanlarda da bu yılı aynı şekilde karşılamamış mıydık? Daha önceki yıllar için de aynı seremoniler uygulamıştık elbette…
O gün saatler gece tam 12’yi vurduğunda sihirli bir dünyaya atacağımız ilk adımın heyecanı ile kalplerimizin tik takları da hızlanıyor. Bu yıl “Kızma Birader” oynarken “Yaşasın! Kazandım! Yine kazandım!” diye bağırarak girmişim yeni yıla… Fark ettiğimde saat 00.03 idi.
Sanki bir gecede dünya değişecek! Gelin, önce kendi dünyamızda nelerin değişeceğini hayal etmeye çalışalım:
Ev sahibi geçen yıla ait olan kira borçlarını bir kalemde silmiş. “Yeni bir sayfa açtık, kiranızı bugünden itibaren başlatıyorum.” diyor gayet ciddi üstelik…
Kasap, veresiye defterini çöpe atmış. “Geçen yılı unutalım. Eski borç filan yok. Veresiye defterini çöpe attım. Hatta dün yılbaşı için aldığınız hindi de hediyem olsun.” diye tatlı tatlı gülümsüyor.
Bakkal, defterdeki size ait sayfayı karalamış, “Aldırmayın, geçen yıl eskide kaldı. Tertemiz bir sayfaya başlayalım yeniden. Eski borç, eskidi. Çok gerilerde kaldı. Biz bugüne bakalım. Ha, yengeye söyle eski kaşar geldi. Ufaklığın da istediği marka çikolatalardan getirttim bu yıl. İlk alış- verişiniz de benden olsun.” diyerek sırtınızı sıvazlıyor dostça…
Manav, tatlı tatlı gülümsüyor. Sebzeler ucuzlamış, meyveler sudan ucuz… Ananas dün pahalıydı, bugün sadece bir lira… Avokado, kivi, muz kilosu birer liradan satılıyor. İki kilo muz alana bir kilo portakal bedava! Şaşkınlık içinde yeni yılın ilk alış- verişini tamamlayıp evinize doğru ilerliyorsunuz.
Elinizdeki gıda poşetleriyle kapıyı çaldığınızda kapıda hiç beklemiyorsunuz. Zile dokunur dokunmaz eşiniz koşarak geliyor. Sizi güler yüzle karşılıyor. Elinizdekileri teşekkür ederek alıyor. Büyük kızınız koşarak terliklerinizi getiriyor. Küçük oğlunuz da elinde bir bardak suyla geliyor. “Susadın mı baba?”
Eşiniz elinizden aldığı poşetleri mutfağa bırakıp yanınıza dönüyor. “Çay sıcak, daha az önce demledim. Sen televizyonun kumandasını al, nereyi dilersen orayı izle. Gerçi ben dizi film izliyordum ama fark etmez kocacığım!” Büyük kızınız yeni yıl hediyesi “Çizme istiyorum. Yeni çıkan pahalı markanın pahalı modelinden isterim.” demişti. Siz alamayınca da küsmüş, yılbaşı gecesinde bile size surat asmıştı. Çayınızı o getiriyor. “Babacığım, sana kek de yaptım. Çayını içerken kekini de yersin. Ha unutmadan söyleyeyim. İlle de belli marka olması gerekmez, aldığın hediye için teşekkür ederim. Hem geçen yılki çizmem de sapasağlam duruyor. Seni üzdüğüm için çok özür dilerim.” Arkasından yanaklarınıza öpücükler konduruyor. Böylece baba- kız arasındaki küslük tatlıya bağlanıyor. Bunda kekin de payı büyük! Gülümsüyorsunuz.
Ev telefonunuz çalıyor. Ortanca kızınız koşarak telsiz telefonu yanınıza getiriyor. Telefonun ucundaki ses patronunuza ait… Dost bir tavırla yeni yılınızı kutluyor. “ Dün unuttum, maaşını iki katına çıkardım. Kızın çizme, eşin manto istemiş alamamıştın, üzülüyordun. O mağazadan hepiniz istediğiniz giysiyi, ayakkabıyı, çantayı alın. Yılbaşı hediyem olsun. Altı kişilik ailesiniz, 15 parça eşya alabilirsiniz. Çocuklara ikişer, eşinle sana üçer hediyem olsun.
Yengeye mantoyu al, yanında da ayakkabı ve çanta al. Kendine takım elbise içine uygun gömlekle, deri ayakkabı ve deri kemer de takıma uygun olsun. Palto da al. Sanırım 15 parça eşya yetmeyecek. 24 olsun. Ne de olsa ihtiyaç Ahmet Bey’ciğim…”
Artık konuşmanın sonunu dinlemiyorsunuz bile… Kalbiniz çarpıyor, eşiniz ilacınızı, kızınız suyunuzu getiriyor.
Eve doktor çağırılıyor. Doktor yazdığı reçeteyi eşinize veriyor. Karınız reçeteyi okumak üzereyken elinden alıyorsunuz. Allah Allah tek kalem ilaç yazılmış. “Doktorların yazısı da çirkin olur, okunmaz genelde… Ancak eczacılar okur bu kargacık burgacık yazıları…” diyorsunuz. Gözlüğünüzü takıp okumaya başlıyorsunuz. İki kelime yazmış doktorunuz:
“Eski düzen…”
“Eski düzen, eski düzen, eski düzen” diye bağırıyorsunuz.
O sırada eşiniz Melek Hanım:
“Ahmet, Ahmet kendine gel. Kâbus mu görüyorsun?”
Kan ter içinde gözlerinizi açıyorsunuz. “Doktor nerede? Reçete nerede?”
“Ne doktoru, ne reçetesi? Akşam geç yattık. Yemeği de fazla kaçırdın. Baklavalar, börekler ağır geldi bu yaştan sonra dikkat etmek şart. Yılbaşı gecesi de olsa yediklerimize dikkat etmeyiz. Hadi, kahvaltı hazır canım. Masada seni bekliyoruz.”
Eşiniz mutfağa yöneliyor. Yatağınızdan kalkarken gülümseyerek eşinize sesleniyorsunuz:
“Hanım, hanım Allah düzenimizi bozmasın!”
Harika Ufuk