0

Buzdolabı… Adı üstünde olduğu gibi… Buzu çok olmasa da buzdan dolap ya da dolaplı buz… Her evin mutfak ya da kilerinde mutlaka yer alan genellikle beyaz renkte, dikdörtgen biçiminde olan ve yemeklerin, çeşitli gıda maddelerinin, meyve ve sebzelerin bozulmaması için gerekli olan beyaz eşya; ama bizim evdeki buzdolabını ecza dolabı ile eşitlemek gerekiyor.

Bizim evin buzdolabında yiyecek, içecek, meyve ve sebzeden ziyade genelde ilaçlar yer alır, özellikle de yumurtalık kısmının hemen yanındaki raflarda; hatta burası ilaçlara az gelir, yetmez. Şuruplar, renkli drajeler, preparatlar, her türlü solüsyonlar, son kullanma tarihleri arada bir annem tarafından kontrol edilen antibiyotik iğneler, oksijenli sular, yara, yanık merhemleri… Ne ararsanız var. Buzdolabındaki raflara sığmadığından dolayı sebzelik kısmı da ilaçlara ayrılmış durumda. Bu yüzden annem sebzeleri genelde sebze yemeği yapacağı zaman günlük olarak alır. Böylesinin daha iyi olduğunu söyler; çünkü anneme göre bu sayede sebzeleri günlük ve taze olarak yiyebiliyormuşuz.

Evde bulunan ilaçlar sadece tıbbi ilaçlar değil ne yazık ki. Tıbbi ilaçlara ilaveten çeşitli bitkisel ilaçların istilasına uğramış durumda. Neler mi var? Neler yok ki! Kurutulmuş nane, kekik, dağ menekşesi, civanmert otu, mısır püskülü, kiraz sapı, papatya çayı, ıhlamur, keçiboynuzu, defneyaprağı, kurutulmuş limon yaprağı, rezene, yine kurutulmuş kuş üzümü, kara üzüm çekirdeği, dut kurusu, günde kurutulmuş kayısı ve adını bilmediğim bir düzine ot.

Sebzelik de meyvelik de kurutulmuş otlara ayrıldığından dolapta yer yok bahanesi ile doğrusu bizim eve pek meyve girmez. Annem: “Meyvenin kurutulmuşu varken yaşını ne yapacaksınız?” der.

Diğer evlerin buzdolaplarında olan peynir, zeytin, reçel elbet bizim dolapta da var. Elinize zeytin aldığınızda çizilmiş saf zeytin, peynir aldığınızda yayla peyniri karşınıza çıkar. Çizilmiş zeytini sevmem, yayla peynirinin de kokusu bana ağır geldiği için yiyemem. Reçellere gelince sadece incir… Son yıllarda çileklere hormon katıldığı için annem çilek reçeli yapmıyor. Vişnelerde de zirai ilaç olduğunu söyleyip vişne reçelini de eve koymaz oldu. Sizin anlayacağınız incir reçelinden artık gına geldi; bu yüzden kahvaltıdan nefret eder oldum.

Babam akşam yemeğinden sonra azıcık hazımsızlık çekse annem hemen papatya çayı ile rezeneyi karıştırıp küçük bir cezvede kaynatır. Bu karışımı genişçe bir fincanın içine koyup babama içirir. Babam rezene ve papatya karışımı tuhaf kokulu bu bitki çayını içtiğinde genelde uyur. Annem erkenden uyumasını istemez. Bundan dolayı babama uyku açıcı özelliği olan kahve verir. Zar zor babama kahveyi içirir. Babamın midesi tekrar ağrımaya başlar. Annem: “Artık çare bitkisel ilaç değil, tıbbi ilaçta.” der ve bir antiasidi babamın ağzına atıverir. Bazı günler antiasidi babama fazla verdiğinde babam kabız olur. Babamın tuvalete girip saatlerce çıkmamasına sinirlenen annem: “Senin günde kurutulmuş kayısıya ihtiyacın var adam.” der, mutfağa girer. Bizim ecza dolabına benzeyen dolabı açar. Günde kurutulmuş kayısıyı küçük taneler halinde derin bir kabın içerisinde ezer, içine saf zeytinyağı koyup bir güzel karıştırır ve bu karışımı babama yedirir. Kabızlık çeken babam bir saat sonra tekrar tuvalete gider; çünkü ishal olmuştur. Gaz sancıları çeker. Kıvrım kıvrım kıvranır. Allah’tan ben annemin her verdiğini ağzıma koymuyorum yoksa benim sonum da babam gibi olurdu. Nerem ağrırsa ağrısın annemin yanında söylememeyi öğrenecek kadar akıllandım ben. Başım ağrısa da, dişim ağrısa da, yorgunluktan bir kenara yığılıp kalsam da, bundan haberim olmamasına özen gösteriyorum. Yalnız grip olduğum günler annemin gazabından kaçışım yoktur. Grip olduğum zamanlar işten eve geldiğimde, ıhlamur çoktan ateşin üzerinde kaynamış olup buna ilave olarak nane ve limon çayı diğer bir demlikte hazırlanmış olur. Kaynamış melisa, rezene… Ne istesem annem üşenmeden hazırlar. C vitamini, B vitamini hatta griple uzaktan yakından lakası olmayan kalsiyum… Bunları da takviye olarak zorla bana içirir. Bazen bu ilaçları sırf annem darılmasın diye içmiş gibi yapar, ağzıma attıktan sonra dilimin altına koyup bir bahane bulup tuvalete kaçar ve dilaltı yaptığım bu garip kokulu vitamin drajelerini ağzımdan çıkarırım.

Annem sadece bizim eve hizmet etmez. Tüm apartmanın Kızılay’ı gibidir. Komşunun çocuğu ateşlendiğinde ilk bizim evin kapısı çalınır ya da üst katımızda oturan yaşlı Safiye teyze gibi… Kadının ayakları ağrısa bizde, kolu ağrısa bizde… Seksenlik bu yaşlı teyzeye annem saatlerce masaj yapar, kaynattığı otları içirir. Anneme: “Birini zehirlemeden bu duruma son ver.” diyorum ama annem her zamanki tavrından ufacık ödün vermeden bildiğini okumaya devam ediyor.

Arkadaşlarıma ya da yakın akrabalarıma ziyarete gittiğimde ilk yaptığım şey onların buzdolaplarına bir bahane bulup bakmak olur. O güzelim yoğurtlara, elma turtalarına içim akar. Onların buzdolaplarını açtığımızda mis gibi elma, kiraz, karpuz kokusu yüzünüze çarpar. Bizim dolaptaki gibi karışık ve üst üste değildir. Onların dolapları ketçap ve mayonez kardeşliğinde gününü geçirirken, bizim dolap ketçap ve mayonezi hayatında bile görmemiştir, bu gidişle göreceğe de hiç benzemiyor.

Hafta sonları televizyon karşısında geç saatlere kadar film izlediğimde ya da kitap okuduğumda bazen canım abur cubur yemek ister ve doğru mutfağa gider, buzdolabını açarım. Çikolata, şekerleme, bisküvi bizim dolapta ne arar! Yüzüme keskin otların, ilaçların özellikle de vitaminlerin kokusu çarpar, midem bulanır ve buzdolabının kapağını nasıl kapatacağını bilemem. Bu koca aygıttan nefret edesim gelir. “Ey koca dolap! Seni evden atmayan namert olsun!” der yarı ağlamaklı bir halde yatağıma gider yatarım. Yattığım zaman içimdeki şeker dürtüm doyuma ulaşmadığı için uzunca bir süre uyumakta zorlanırım. Kendi evimi düşleyip kendi mutfağımdaki buzdolabını hayal ederim. Rulo pastalar, çikolata ezmeleri, meyveli şekerler, hazır kekler…

Kendi kendime yemin edip sözler veririm. Ne yaparsan yap asla bir eczacıyı sevme, kendine eş olarak bir sağlıkçı, hasta bakıcı, diyetisyen, tıbbi mümessil ya da doktor seçme. Hatta mümkünse doğacak çocuklarını da küçük yaşlarından itibaren bu mesleklerin acı taraflarını sürekli anlat dur, anlat dur ki çocukların büyükannesine benzemesin.

Meltem Faslı

Leave a Comment

İlgili İçerikler