SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
Hıdırellez’e anca bir hafta kalmıştı.
Canan’ın akranı olan arkadaşlarının tümü ya evliydiler ya da nişanlı, ancak onun aklı başında bir kısmeti çıkmamıştı daha. Mahallede, ailecek tanış oldukları birkaç delikanlı vardı elbet: Örneğin, komşu Muhlis gibi. Oğlanın annesi bir iki kez ara bulmaya gelmişti, “Ama o, sünepenin teki ama.” Canan, “Ondan ne yavuklu olur, ne de koca.” diye düşünürdü çokça. Karşı komşunun oğlu Veli ise daha beter bir yaratıktı: Önüne çıkan her engele söver dururdu o. “Amcaoğlu Sami desem…” diye aklından geçirdi bir ara. İçindeki Canan, “İnsanın kardeşini gönlü mü çeker a salak!” deyince ondan da vazgeçmişti. Gönlünce kestirebildiği biri çıksa, bir yolunu bulur, ilgisini çekerdi, ama yoktu işte.
Hıdırellez’e beş gün kalmıştı.
“Allah’ım” diye mırıldanmıştı Canan, “içim kaynıyor benim. Günah mı işliyorum, ama bilemiyorum. Affet beni!”
Hep, “Bir yavuklu istemek günah mı?” diye sorardı, içindeki bene. “Yoksa erkek delisi misin kız?” derdi, iç beni. “Yoo!” derdi Canan. Ben de, “Yalan söyleme kız. Bak, el âleme rezil olursun ha!” diye uyarırdı bazen. Kendisi, “Öf be! Günahsa günah!” der, karşı gelirdi öteki Canan’a, “Öyleyse, Aslı neden Kerem’i istemiş? Öf! Tek aslı olsa neyse! Leyla, boşuna mı sevmiş Mecnun’u?”
Hıdırellez’e üç gün vardı.
Canan, varıp annesine demeliydi, “Fadime Ana’ya gideceğim.” diye. İşte, on altı bitiyordu bu ay. Kim kalmıştı ki on yedide yavuklusuz? Pencere önüne gelip oturmuştu, “Ah bir yavuklum olsa!” demişti içinden, “Hıdırellez’de dilek tutsak, bir de gizli gizli buluşsak. Ah kısmetim ah!”
“Allah’ım, perşembe günü Hıdırellez!”
Bugün çarşamba: Canan, “Anne sen otur.” demişti, “Bütün işler benim, bilesin!”
Gülüvermişti kadın, “A deli gızım!” demişti, “Hangi daşı galdırıp da altına baksam?”
“Şart mı bir taşın altına bakman anne? Ne çıkacak sanıyorsun, yani?”
“Hadi, hadi ordan!”
“Sen oturacak mısın, oturmayacak mısın? De bir, kalanına karışma!”
“Temam… Temam!”
Canan, tez canına yüklenmiş ve bir çırpıda bulaşıkları yıkamıştı. Bir daha yüklenmiş, bir çırpıda camları çerçeveleri silmiş, kilimleri silkelemiş, mutfağı ve odaları süpürüp toplamıştı: “İşte sana Hıdırellez temizliği.”
Sonra varıp annesine ada çayı yapmıştı; ıhlamurlu, tarçınlı olanından. Bir de kendisine koyup oturmuştu karşısına.
“A deli gızım!” demişti kadın, “Va senin bi derdin, de bakim hadi.”
“Yok” demişti mahsustan, “ne derdim olacak anam?”
“Söyletme bana” demişti annesi, yalancıktan kızıverip. “Haydi, hemencik di de dermen bulam.”
“Ben” demişti Canan, “Fadime Ana’yla Kale’ye çıksam?”
Bir gülmüş, bir gülmüştü ki annesi, “A deli gızım” demişti, “baştan diseydin ya!”
“Sağ ol anne!” demişti ve kapanıp ellerini öpe öpe bir etmişti.
“Dur anam dur!” demişti annesi, “Galk bişi hazıla! Ben, ‘Sarı Nazan gızını bişisiz göndertmiş’ dedirtemem.”
Pişiyi bitirip erkenden yatmıştı Canan; daha ağabeyi Ayhan kahveden gelmeden, Murat da dersini bitirmeden, babası çayını içer içmez.
Sabahın erinde kalkmıştı ve de doğruca Fadime Ana’nın kapısına varmıştı, elinde pişi tepsisi sarılı peştamalla.
“Fadime Ana” demişti, “anam Sarı Nazan’ın selamı var. Kabul edersen sana katılacağım.”
“Gel benim bahtı gara gızım, gel gali!” demişti kadın.
Canan da, “Ver mübarek elini öpeyim.” demiş, sarılıvermişti kadının koluna.
Bir öbek bahtı kara kız, bir olup, ta Zaviye’den yola çıkarak kale önüne değin gelmişler, üçer adet dilek taşı toplamışlar, yanlarında getirdikleri kilitleri Fadime Ana başları üzerinde kilitlemiş ve dualar okuya okuya taş merdivenleri tırmanmaya başlamışlardı.
Canan, o denli yürümeye alışkın olduğu halde kale kapısına vardıklarında soluk soluğa kalmıştı.
Her kız, kapı önünde birer dilek tutmuş, en sona kalan Canan da, ‘kısmetim adam gibi adam olsun’ biçimli dileğini taş yapıp, kapı kemerindeki oyuğa fırlatmıştı. Bütün kızlar üçte bir ya da üçte iki tutturabildiği halde, Canan’ın taşlarının üçü de deliği bulmuştu. Sonra kapıyı geçip kaleye varmışlardı.
“Aman Allah’ım!” demişti Canan, “Ne kadar çok gelen varmış dilek yerine.”
“Ee gızım!” demişti Fadime Ana, “İnsan va odukça derdi mi bite!”
“Hiç bitmez mi Fadime Ana’m?”
“Heç bitmezdi, emme Hıdırellez yadım itmeseydi!”
Pişiler dağıtılıp koca taşın oyuğuna birer birer yatılarak dilekler yinelenmişti.
En sonunda Kız Kulesi’ne geçilmiş ve şimdi sıra asıl dileğe, kısmet açmaya gelmişti. Fadime Ana, gene sıra ile her kızın kilidini başı üzerinde tutarak açmış, herkes dileğini bağıra çığıra
söylemişti. Sıra Canan’a gelince, o da öncelleri gibi, “Bahtım bahtım!” diye bağırmış, sonra, “Altın tahtım.” demişti. En sonunda da eğilip olan gücüyle bir daha bağırmıştı: “Evlenecek vaktim!”
Canan, elini tutup, “İşte” dedi, “ertesi sabah sokak başında buldum seni Nadi’m.”
“Yani?”
“Koca Afyon’da bir sen çıkıverdin önüme. Yani kısmetim… İşte yavuklu olduk ya, sevgilim!”
Şaban Şimşek