0

 

 

İşte bir gün kalmıştı.  

Tam bir haftadır yarını iple çekiyorduk kuzenim Servet’le. Yarın horozlarla birlikte kalkıp tel arabalarımızı önümüze katacak, doğruca Dereboyu tarlasına gidecektik.  

O akşam tel arabalarımızı gözden geçirdik. Çünkü yarın dereden karpuz köklerine suyu tel arabalarımızla taşıyacaktık. Her defasında arabanın römorkuna üç litrelik şaşalları koyar, yavaş yavaş dedemin yanına giderdik. Dedem de dolu şaşalı alır bize boş şaşal verirdi. Su taşıma işi akşama kadar sürerdi.  

O sabah horozlar öter ötmez dedemizin ardına düştük. Gözlerimiz çapaklıydı, ama yüreğimiz kafesine sığmıyordu. Uçmayı yeni öğrenmiş serçe yavruları gibi heyecanlı ve kabına sığmazdık. Bazen tel arabalarımızı yarıştırır, bazen de yorulup yol kenarında dinlenirdik. O zaman dedem de “Kendinizi çok yormayın, sonra karpuzlar susuz kalır.” derdi. Fakat biz yorulmak nedir bilmezdik. E ne de olsa suyu biz taşımayacak, suyu tel arabalarımıza taşıtacaktık.  

Sonunda dere boyundaki karpuz tarlasına vardık. Güneş bir mızrak boyu yükselmişti. Önce dedem henüz olgunlaşmış büyükçe bir karpuz koparıp dilimledi. Evden getirdiğimiz ekmekle bir güzel kahvaltı yaptık. Sonra kalkıp tel arabalarımızla su taşımaya koyulduk. Her karpuz köküne bir şaşal dökerdi dedem. Dedem, suyu karpuz köklerine birden dökmez, sabırla dökerdi. Toprağın suyu yavaş yavaş çekmesini beklerdi. O zaman bize hayat dersi verdiğini bilemezdik tabi. 

Kuzenim Servet’le tel arabalarımızla oynamadığımız gün yoktu nerdeyse. Hele yaz tatillerinde tel arabalarımız bizim için yerde değil gökte giderdi. Sanki o tel arabalar hayallerimizin lokomotifiydi.  

Tel arabalarını kim icat etmiş bilinmez ama bizim köyde her erkek çocuğun iyi-kötü bir tel arabası vardı. Bazı çocuklar kendi yapar, bazı çocuklar da arkadaşlarına yaptırırdı. Kuzenimle ben tel arabalarımızı biz yapmıştık. Tel tel, eğim eğim biz yapmıştık 

Önce tekerlekleri yuvarlar, sonra römorkunu yapardık. İş direksiyona geldi mi uzun ince bir çomak bulur ucuna simidini yerleştirirdik. Sonra elimize tel geçtikçe bir tarafını yamardık.  

Herkes hayalindeki tel arabayı yapardı. Bazılarının hayalleri büyük, bazıların küçüktü. Bazılarının hayalleri dağınık, bazılarının düzenliydi. Bizim hayallerimiz ise düzenli ve büyük olanlardandı. Servet’le birkaç yapbozdan sonra tel arabalarımızı yapmıştık. Tel arabalarımız tek yumurta ikizleri gibi tıpatıp birbirlerine benzemişti. Onları birbirinden yalnız biz ayırt edebilirdik 

Güneş iyice kızınca dedem, badem ağacının gölgesine geçip uyudu. Biraz sonra biz de ağacın gölgesine geçip tel arabalarımızın bakımını yaptık. Ne de olsa bu kadar karpuz köküne can veren bu arabalardı. Onun için bakımını eksik etmezdik.  

Arabaların bakımını yaparken ikimiz de uyuyakalmışız. Dedem bizi uyandırdığında vakit ikindiyi aşmıştık. Kalkıp karpuz ve ekmekten oluşan öğlen yemeğimizi yiyip işe koyulduk. Bir düre sonra elbiselerimizi çıkarıp derenin sığ yerlerinde oynadık. Akşama doğru yorgunluk kendini belli edince dedem her arabaya irice bir karpuz koyup önümüze düştü. Artık sabahki gibi tel arabalarımızı yarıştırmıyor, at başı gitmeye çalışıyorduk.  

Eve vardığımızda akşam olmuştu. Tel arabalarımızı park edip akşam yemeğimizi yedik. O akşam içimizde işe yaramanın huzuru vardı. Ne de olsa koca tarlaya hayat vermiştik. Kendi ellerimizle yaptığımız tel arabalarımızla onca suyu taşımıştık. Mutluyduk. İşimizi yapmış olmanın verdiği dinginlikle uyuyakalmıştık.  

Bizim köyde yalnız bir kişinin tarktörü vardı. Hasan Ağanın. Hasan Ağa, ağırbaşlı, büyük adamdı. Babadan, hatta dededen ağaydı. Gölgesinde çok insan yaşardı. Sürülerini otlatan çobanları, evinde çalışan hademeleri, dağını bağ eden marabaları vardı. Hatta küheylanının bakımını yapan adamı bile vardı.  

Hasan Ağa’nın adamlarından en çok Necmi’nin yerinde olmak isterdim.  Şoför Necmi’nin. Zira Şoför Necmi traktör şoförüydü. Traktörden yalnız o anlardı. Yaşı elliyi geçkin, hiç evlenmemişti. Askerdeyken komutanın postası olduğu için az çok arabalardan anlamış, askerden sonra da Hasan Ağa onu traktörünün şoför olarak tayin etmişti. O gün bu gündür gece gündüz traktörle uğraşır, Hasan Ağa’nın işlerini yapardı. Bundan dolayı herkes ona Şoför Necmi derdi. Kim bilir belki de bizim köyde ilk tel arabayı yapan da Hasan Ağa’nın traktöründen esinleşmiştir.  

Bazen tel arabalarımızı Şoför Necmi’nin traktörü ile yarıştırdık ama Şoför Necmi’nin traktörü her zaman bizi geçerdi. Geçerdi tabi. Ne de olsa Hasan Ağa, traktörünü oluk oluk mazotla beslerdi. Ya bizim tel arabalarımız…  

Hasan Ağa’nın traktörü tel arabalarımızı geçse de biz tel arabalarımızı çok severdik. Halı dokuyan kızlar hayallerini halıya yansıtırmış. Biz de içimizi tel arabalarımıza aksettirmiştik.  

Tel tel, eğim eğim, bin bir güçlükle yaptığımız, el emeği göz nuru tel arabalarımızın o gün Hasan Ağa’nın traktörünün tekerlekleri altında can vereceğini bilmezdik.  

Yaz tatilinde olduğumuz için anne-babalarımız bizi serbest bırakırdı. Biz de Servet’le tel arabalarımızın ardına düşer, onlar nereye giderse biz de oraya giderdik.  

Yollarda en çok yürümek istediğimiz yer traktörün tekerlek izi olurdu. Çünkü tekerleğin gittiği yerde taş olmazdı. Ayrıca tel arabalarımızın rahatça gidebileceği bir yol olurdu. Bundan dolayı traktöre minnet duyardık.  

Haftada bir bağa gider, olgunlaşmış üzümlerden getirirdik. Dedem bazen bizimle gelir bazen de Servet’le beni gönderirdi. Bağ uzak değildi. Hatta tel arabalarımızla gittiğimiz için daha da yakın gelirdi bize. 

O gün Servet’le erkenden kalkıp bağın yolunu tutmuştuk. Dedem,  üzüm koyacağımız helkeleri tel arabalarımıza yerleştirip bizi yolcu etti. Bağa varıp üzümleri koparmak sonra da dönmek öğleni bulurdu.  

Traktörün izinde tel arabalarımızı yarıştıra yarıştıra bağa vardık. Tel arabalarımızı “Nasıl olsa birazdan geliriz.” diyerek yola park edip işe koyulduk. Biraz sonra yanımızdan traktörü ile Şoför Necmi geçti. Helkelerimiz yavaş yavaş dolarken ikimiz de birden durup yola koşmaya başladık. Evet, aklımıza gelen başımıza gelmişti. Şoför Necmi, traktörü ile tel arabalarımızın üstünden geçmiş, arabalarımızı yere yapıştırmıştı. Ne yapacağımızı bilemiyorduk. Birbirimizden medet umarcasına birbirimize bakıp durduk. İkimizin de elinden bir şey gelmiyordu. Şoför Necmi’ye de Hasan Ağa’ya da traktöre de çok kızmıştık.  

Vakit öğlene ermek üzereydi. Helkelerimizi omzumuza koyup yassı olmuş tel arabalarımızı elimize aldık. Eve kadar hiç konuşmadık. Eve vardığımızda tel arabalarımızın perişan halini gören dedeme üstünkörü ne olduğunu anlattık. Dedem Üzülmeyin oğlum, yenisini yaparsınız. Hem Şoför Necmi iyi adamdır, bilerek yapmamıştır.” deyip bizi teselli etmeye çalıştı. Ancak teselli, tel arabalarımızı yerine getirmiyordu.  

Tel tel, eğim eğim, bin bir güçlükle yaptığımız, el emeği göz nuru tel arabalarımız, artık yoktu. Hayallerimizin lokomotifi artık durmuştu. İnce tellerle dokuduğumuz tel arabalarımız, koca koca tekerleklerin altında son nefesini vermişti. 

Birkaç gün ne adam gibi bir şey yedik, ne de kimseyle doğru düzgün konuştuk. Aradan biraz zaman geçince bulabildiğimiz tellerle yeniden işe koyulup yeni tel arabalar yaptık. Sonra onları beğenmeyip yeni tel arabalar daha yaptık. Sonra onları da beğenmeyip tekrar yenilerini yaptık. Derken yaz tatili bitip, okullar açıldı.  

O yıl ortaokula başlamıştık. İlkokulda bir öğretmenimiz varken şimdi her dersin bir öğretmeni olmuştu. Bütün öğretmenlerimi seviyordum, ama resim öğretmenimizi bir başka seviyordum. Çünkü elim resme yatkındı. Yaptığım resimleri öğretmenim beğeniyor, bana ufak uyarılarda bulunuyordu. Sene sonuna doğru resimlerim göz doldurmaya başladı.  

Bir gün traktörün altında can veren tel arabamın resmini yapmak geldi aklıma. Karakalemi elime alıp gözlerimi yumdum. Yaklaşık bir yıl önce kaybedip unutamadığım tel arabamı gözümün önüne getirdim. Evet, şimdi en ufak teline bile hatırlıyordum tel arabamı. Sanki karşımda duruyormuş gibi çizmeye başladım. Resmim bitince iki damla yaş süzüldü gözümden. Tıpatıp tel arabamı çizmiştim. Sanki kafese tıkanan yüreğim azat olmuştu. Koca koca tekerleklerin altında can veren tel arabam şimdi resimde hayat bulmuştu. Çok mutluydum. Şimdi hayallerimi karakalemle beyaz kâğıda dökmek vaktiydi. 

 Diğer gün resmimi okula götürüp öğretmenim ve arkadaşlarıma gösterdim. Herkes çok beğendi, ama en çok önümde oturan kuzenim Servet beğendi. Resmi elimden alıp uzun uzun inceledi. Sonra kalemi eline alıp resmin altına “Hoş geldin tel arabam!” diye yazdı. O gün bu dört kelimeden oluşan uzun mesajı yalnız ikimiz anlamıştık. 

 

Zeki Acis

 

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler