KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
“Su yoruldu. Gece yoruldu. Dağların kıyısında bulut yoruldu.” Dizelerini yineliyordu, oturduğu masanın kenarında. Şairdi. Kır kahvesinde salkım söğüdün altında oturmuş yeni bir şiir yazıyordu. Yazmaktan çok sesli düşünüyordu. Düşünceleri ki çoğu zaman duyguları ile çatışırdı. Ama hep duygularına göre hareket ederdi. Seyrek kırlaşmış saçlarının parlaklığı kaybolmamıştı. Kilo almıştı. Yaşadığı aşkların travmalarına bırakmıştı kendini. Her aşk acısı, ayrılık onu tatlı yemeye sevk etmişti. Fıstıklı Antep baklavası favorisiydi. Tatlı yemeyi çok seviyordu. Tatlı yiyip tatlı konuşup, tatlı yazması gerektiğini ifade ediyordu. Kavurucu temmuz güneşini duygularını kamçılamıştı. Bir gece önceden okuyup bitirdiği aşk romanının kadın kahramana şiir yazıyordu.
Şehrin gürültüsünden kaçmıştı. Hafta sonu arabasına bindiği gibi şehrin dışındaki bir kır kahvesine kendisini atmıştı. Kalem, kağıt eski aşktı. Bütün eski aşklarından kaçıyordu. Bu yüzden laptopunu yanında taşıyordu. Laptopta şiir yazmak daha kolaydı. Klavyelere hızlı dokunduğu için daha rahat yazıyordu. Duygu ve düşünceleri sağnak gibi yağıyordu-yansıyordu- ekrana.
Şiirleri yaşadığı şehrin dar kesiminde tanınıyordu. Kendi imkanları ile 4 şiir kitabı yayımlanmıştı. Çok satanlar listesine girememişti. Hayaliydi bir gün mutlaka çok satanlar listesine girecekti. Yerel gazetelerin edebiyat sayfalarında röportaj ve şiirleri yayımlanmıştı. Taşra şehrinde bir şairdi. Kartvizitinde Şair Emir Demir yazıyordu. Belediyelerin desteklediği yerel şiir gecelerinin müdavimlerindendi. Uzun kış gecelerinin şairiydi. Edebiyatçılar Derneği’nin kurucu başkanıydı. Kırlaşmış uzun saçlarını atkuyruğu gibi bağlamayı severdi. Hele ensesinde kıvrılmış olan saçını sol eliyle düzeltmek alışkanlık halini almıştı.
Lise yıllarında mahallenin en güzel kızı Nergis’e aşık olmuştu. İlk şiirlerini Nergis’e yazmıştı. Aynı okulda öğrenciydiler. Nergis’e yazdığı şiirlerini imzasız mektuba yazarak göndermişti. Nergis ise şiiri sevmiyordu. Matematiği seviyordu. Nergis, liseden sonra aynı sınıfta okuduğu demir tüccarı Kenan Bey’in oğlu kızıl saçlı Cemil ile evlendi. 23 yaşında lösemiden hayatını kaybetti. Nergis hayatının baharında toprağa düşmüştü. Kendisini yağmur gibi görüyordu bu yüzden toprağa ve çiçekleri çok seviyordu şair. Nergis’e dokunamamış, koklayamamıştı. ‘Seni seviyorum ne olur anla beni’ diyememişti. Düşlerinde kayıp bir şehir olmuştu Nergis.
Dostlarından, arkadaşlarından hepsinden önemlisi kendisinden kaçıyordu. Orta yaşı geçmişti. Yeni bir aşk, heyecan, mutluluk arıyordu. Eşiyle mutluydu ama huzurlu değildi. Çoğu şair gibi yakışıklı da sayılmazdı. Huzuru arıyordu. Dostları da arkadaşları da onu hiç anlayamamıştı. Hep bıyık altından gülmüşlerdi yazdığı şiirlere. Sözcükler onu ne güzel tanıyordu, o ise sözcükleri. Birbirlerini seviyorlardı. Şairlik kelimelerle, sözcüklerle sevişmekten, flört etmekten başka neydi ki? Yalancı baharın gökkuşağıydı şair için yaşanmamış aşklar.
Su yoruldu. Gece yoruldu. Dağların kıyısında bulut yoruldu.
Yağmur uyanıktı. Yağmur sevdalıydı…
Çınarın dallarında asılıydı gökyüzü.
Leyla, leylak kokuluydu,
Su yıkadı bütün günahlarını insanın, bulutun ve toprağın.
Leyla, gözlerindeki yağmurla yıkadı Kays’ın gönlündeki kirleri…
Bir kadının elleri dokunmalıydı ölüme
Ve ölüm
Issız bir gölde nilüfer gibi gülümsemeliydi…”
Garson odun ateşinde dem almış semaver çayını, ince belli bardakta kare desenli eski muşamba serili masanın üzerine bıraktı. Kıtlama şekerle sıcacık çayından yudum almak istedi. Garsondan çayına atmak için kesilmiş limon istedi. Garson koşarak limona getirdi. Limonlu çayını söğüdün gölgesinde keyifle içmek isterken çay beyaz gömleğinin üzerine döküldü. Canı sıkıldı. Kan lekesi gibi, ihanet gibiydi beyaz gömlek üzerinde çay lekesi. Bardağı tabağın üzerine öfkeyle bıraktı. Garsonun çay getirmesiyle şiir yarıda kalmıştı. Oturduğu ahşap eski sandalyeden kalktı. Salkım söğüdün gölgesini geride bırakarak, erimiş kar suyunun can verdiği çeşmenin soğuk suyunda gömleğinin üzerindeki çay lekesini çıkartmaya çalıştı. Şiiri unuttu. Suyun sesinde nergisin billur sesini işitti…
Orhan Yıldırım