0

 

Gün boyunca lodosun tetiklediği migrenini ve hâlsizliğini bir türlü geçirememişti Gülbin. Banyoda ve mutfakta yapması gereken işler, gözden geçirmesi gereken bir klasör evrak onu bekliyordu. Tolga’nın titizlikleri deayrıca canını sıkmıştı… Bugünün işini asla ertesi güne bırakmazdı. Çamaşır ve bulaşıkları makinaya koydu. Tencerelerin altını kapattı. Makyajını sildi, ojesini tazeledi, saçlarını bigudiledi. Salona geçip eşine çalışması gerektiğini söyleyerek odaya kapandı…
Genç adam güya televizyon seyrediyordu. Epeydir yüzünü ekşitmiş, gözünü duvardaki tabloya dikmiş vaziyette oturuyordu.Koltuktan bir hışımla kalktı. Eşofmanının sıvanan paçalarınıdüzeltti. Elinden düşürmediği uzaktan kumandayı orta sehpanın kenarına koyarken, eli biblolara çarptı. “Hay, aksi şeytan! Kaç kez söyledim Gülbin’e, şu bibloları elimin altından kaldır diye. Dinleyen kim?” diye söylendi. Televizyon ünitesinin hemen üzerine asılmış tablonun sağ alt ve üst köşelerini kımıldattı, oynattı. Gerisin geriye gitti, geldi. Tekrar aşağı, yukarı indirdi. Düzgün durduğuna kanâat getirinceye kadar uğraştı, durdu. Gözleri hâlâ tablodaydı…
”Takıntılısın işte! Şimdi de tabloya mı taktın? Daha doğrusu Çallı’ya. Neymiş efendim! Gül sepetini niye yamuk yapmışmış? Niye vazonun içine koymamış da devrilen sepetin içine koymuşmuş? Yapar kardeşim, keyif onun değil mi? Fırçası elinde, ilhamı belleğinde, eğri de yapar doğruda.”
“Takıntılı mıyım? Hadi oradan sen be! Gülbin’de, Çağrı’da aynı şeyi söylüyor. Takıntılıymışım peh! Gözüme estetik gelmeyen şeylere, simetrisi kayık insanlar gibi düzgün durmayan eşyalara gıcı k oluyorum g ı c ı k… Ona takıntı denmez, sanat gözü açık, göz zevkine düşkün denir azizim.”
“Sevsinler senin sanatsal görüş açını, göz zevkini. Hastayım demiyorsun da takıntılarını sanatla bağdaştırıyorsun! Hadi, hadi ben senin ruhunu bilirim! Gülbin’i de kırdın, Çağrı’yı da. Özür borçlusun ama senin kırılmaz muhacir inadın izin verir mi bilemem orasını.”
“Özür mü? Niyeymiş o?”
“Hatırlamıyor musun? Hem megalomansın, hem hafızan zayıf, hem bencil, hem de takıntılısın işte…”
“Gülbin hiç de kırgın değildi. Migreni tutmuştu o kadar.Yarın müfettişler gelecekmiş. Gözden geçirmesi gereken dosyalar varmış. İyi geceler öpücüğü verip neşeyle odasına gitti.”
“Duydum, seninle tartışmamak için böyle dediğini hiç aklına getirmiyorsun değil mi? Bu sabah kıza neredeyse cetvelle ölçtürecektin yatak örtüsünü. Hoş! Aklından bu da geçti ya hadi söyletme beni… Her gün kapıyı kilitlemediğini sanıp beş katı inip çıkmalar, ellerine pislik bulaşmışçasına dakikalarca yıkamalar, sabahları banyodan çıkmamalar, en ufak aksilik de öfke krizine girmeler yüzünden Gülbin’in bugün yine işe geç kaldığını bilmiyorsun belki de. Savunma almıştır kesinkes bu sefer. Gerçi bu durumun çözümünü biliyorum ben ama neyse…”
“Neymiş çözümü, beni boşaması mı? Daha neler! Bir şey söylemedibana gelince. Gerçi yüzü bulutluydu biraz, kötü bir gün geçirdiğine yordum. Sormaya fırsat olmadan işlerini bitirip çalışma odasına çekildi.”
“Boşaması da ihtimal dâhilinde elbette… Ya arabanı Gülbin’e ver ya da o çok istediği spor arabayı alıver, hani o kırmızı renkli olanını.Böylelikle çoğu şey çözülmüş olur… Düpedüz kaçırmışsın kızı, son güne bırakmaz o işini. Ne yapacaktı ya? Bezdirdin kızı da aynı Çağrı gibi… Bak, şimdi sen nasılsın biliyor musun? Seni, sana anlatacağım beni dinle lütfen!”
“Eee! Nasılmışım ben? Anlat bakalım, bay çokbilmiş!”
“Bir kere senin düşüncelerin hep siyah-beyaz, ortası yok yani. Ya hep ya hiç mantığına göre hareket ediyorsun. Sana göre, bir iş dört dörtlük olmayacaksa hiç olmasın istiyorsun. Birisi bir hata yaptığında olumlu yönlerini görmüyor, kurallarını asla esnetmiyorsun bu bir. Saplantı derecesinde titizsin ve simetriye önem veriyorsun. Bu iş senin hem performansını düşürüyor hem de sinirlerini bozuyor. Bu yüzden kırıyorsun çevrendekilerini bilhassa Gülbin’le Çağrı’yı, bu iki.”
“Eee! Başka, başka…”
“İstiyorsun ki her şey kontrolün altında olsun, olmayınca da aşırı tepki veriyorsun. Ayrıntılara inip yapılacak işi unutuyorsun, yeniliğe ve esnekliğe kapalısın. Bu yüzden iş yerinde çok saldırgansın… Tamam, mantık adamısın ama bu durum karşındakilerle iletişimini sekteye uğratıyor çoğu kez. Hataya tahammülün yok, kendin bile yapsan kaygıya, suçlamaya gelip dayanıyor iş. Gülbin sana göre hayat dolu, enerjik ve eğlenceli. Bence sana bu kız fazla…”
“Bak! Bak! Bana fazla ha! Sen nesin, benim düşmanım mı?”
“Yoo! Bencilliğinle gözümü kör etmeye çalıştığın vicdanının sesiyim… Gerçekler acıdır dostum!”
“Gerçekten de ben böyle miyim?”
“Bu kadar olsa iyi… Dahası da var. İşyerinde Çağrı’nın üzerine çok gidiyorsun. Yok, kravatını düzgün takmıyormuş. Masasının üzerindeki evraklar düzgün durmuyormuş. Emirlerine(!) itiraz ediyormuş. Nesin sen! Padişah mı? Emrinde çalışanlar hep tetikte. Tedirgin ediyorsun insanları, ne kadar dikkat ederlerse etsinler mutlaka hata yapıp ökseye tutulmuş kuş gibi çaresiz kalıyorlar karşında. Bir nevi mobbing uygulaması bu!”
“Durum bu kadar vahim yani!”
“Evet! Bu kadar vahim! Bir de belirsizliğe hiç tahammülün yok. İş hayatında bu kadar keskin çizgiler olmaz. İniş-çıkış olmayan, çalkalanıp durulmayan hangi sektör var söyle bakalım. Toleranslı olman, biraz daduygudaşlık yapman lazım dostum.”
“Ben neymişim be abi!”
“İşi dalgaya, dubaraya boğma gece gece. O dediğin şarkı sözü, Mazhar abi duymasın sakın telif hakkı ister sonra, benden söylemesi. Ya geçen geceki şirket yemeğinde şef garsona yaptıklarına ne demeli? Hangi birini sayayım söyle.”
“Peki, peki anladık! Ben agresifim, titizim, takıntılıyım, sinirliyim, öfkeliyim. Ne kadar ‘im’ varsa hepsiyim, oldu mu şimdi?”
“Kişinin kendisini bilmesi büyük meziyet ama…”
“Aması, maması yok, hepsini kabul ediyorum yetmez mi?”
“İcraat dostum, icraat gerekli. Şimdi aynanın karşısına geç ve gözlerinin içine dikkatlice bakarak bütün kabul ettiğin imleri yüksek sesle söyle, kalbinle tasdikleyip mühürle bakalım.”
Genç adam uzun bir müddet sessiz kalıp düşünceye daldı… Yavaşça oturduğu koltuktan kalktı. Kumanda aletini koltuğun üzerine fırlattı. Televizyon ünitesinin üzerindeki tablonun sağ ve alt köşelerini kımıldatıp öylece bıraktı. Sehpanın üzerindeki bibloları, yerdeki halıları, vazonun içindeki çiçekleri düzeltti. Doğruca banyoya gidip aynanın karşısında kendini seyre daldı…
Gülbin,özel bir bankanın “Kobi Bankacılığı” departmanında yeni işe başlamıştı. Görevini titizlikle yapardı. Müfettişlerin geleceğini duyduğu andan itibaren, rutin işlerin yanı sıra -kendinden önceki görevlinin tanzim ettiği- evrakları incelemeye başlamış bitirememişti. Kocasının aksine eve iş getirmeyi sevmezdi ama…
Alnını parmak uçlarıyla sıvazlayıp masa üzerine koyduğu evraklara baktı uzun uzun. Aklı kocasının gereksiz takıntılarına gitti, geldi. “Bir ders vermeliyim Tolga’ya, ama nasıl?” diye düşündü. İşin içinden çıkamadı. Zihnine üşüşen düşüncelerden uzaklaşmak için laptopunu açtı. Birkaç siteye girdi, çıktı. Klasik müziğin huzur veren tınılarında yakaladı ruh dinginliğini… Kapıyı örtünce oda çok sıcak olmuştu. Birden bunaldığını hissetti, kaloriferin ısısını düşürdü. Pencereyi açtı.Banyo camından gelen esintiyle oluşan cereyan oda kapısını aralamış, evrakları havalandırmıştı. “Buldum!” diye küçük bir çığlık attı. Dünden beri tüm bedenini perişan eden lodos kurtarıcısı olmuştu…
Tolga, fabrikanın Ar-ge bölümünde makine mühendisi olarak çalışıyordu. “Isı Transferi” alanında uzun süredir üzerinde çalıştığı proje yetkililer tarafından çok beğenilmişti. Hatta beş maaş ikramiye ile ödüllendirilmişti. Ürünün fizibilite çalışmaları tamamlanmış olup imalat aşamasına gelinmişti. Henüz patentini almadığı bu çalışmaların kayıtlı olduğu PC ve taslak projeleri onun için çok kıymetliydi.Evdeki çalışmaları, titizliğinin aksine plansızdı. Bazen sabahın köründe kalkar, bazen de tüm gece çalışırdı. PC’yi ve dosyayı masanın çekmecesine kilitler, yatarken de anahtarı cüzdanında saklardı…

Gülbin bir koşu yatak odasına gidip geldi. Kendisine göz kırpan dosyayı ve Tolga’nın bilgisayarını masanın üzerine koydu. Henüz telli dosyayla sabitlenmemiş sayfalar arasında gezdirdi gözlerini…

“Tolga için hayati önem taşıyan dosyasının ve laptopunun çalınması(!), odanın darmadağınıklığı nasıl da çılgına çevirir onu. Görsün bakalım titizliği. Evin karışıklığı öyle olmaz, böyle olur. Karşısındakini sinirlendirengarip tutumlarından vaz geçer belki. Gerçi dağıttıklarımı toplama işi gene bana düşecek ama. Değer mi? Vallahi değer!”
Başı ve vücut kırgınlığı biraz olsunhafiflemiş, neşesi yerine gelmişti. Evrakları gözden geçirdi, hepsi de nizami bir şekilde düzenlenmişti. Klasörü el çantasının yanına koydu. Koridora çıktı, uykusu ağır olan eşinin horlama sesinden başka ses duyulmuyordu. Banyo dolabındaki havluların arasına sevgili eşinin kıymetlilerini sakladı. Çalışma odasının, tuvaletin ve banyonun penceresini sonuna kadar açtı. Tatlı bir esinti tüm bedenini yalayıp geçti. Raftaki kitapları istemeye, istemeye sayfalarını açık gelecek şekilde yere bıraktı. Masa üzerinden aldığı evrak ve dosyaları dağınık şekilde yere attı. Çekmecelere karıştırılmış süsü verdi. Masanın alt dolabını alt, üst etti. Koltukları yerinden oynattı. Bazalı kanepenin içindeki eşyaları sağa, sola dağıttı. Birkaç sandalyeyi ters çevirdi. Pencerenin tül perdesini çekerek bir tarafa topladı. Işıkları kapatıp sessizce eşinin yanına süzüldü…
“Hırsız girmiş eveee! Rakip firmanın işi… Her taraf dağınık…Dosyam, laptopum çalınmış Gülbinnn!
Uykunun koynuna kendini henüz bırakmıştı ki karanlık ve ıssızlığı yırtan sesle uykusu bölünen Gülbin, yüzüne yayılan gülümsemeyleyorganı başına doğru çekti.
“Gitti, istediğin kırmızı spor arabanın parası Gülbinn!”
“Ne! Kırmızı spor araba mı? Aşkım bak şimdi! Dinle beni! Hani sen beni sinirlendiriyordun ya?”
“Eeee! Ne alakası var şimdi!”
“Ben de düşündüm ki…”

Fatma Türkdoğan

.

Leave a Comment

İlgili İçerikler