KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
Yüreğimi camın ardından göstermiştim onlara. Nereden vuracaklarını çok iyi biliyorlardı. Fakat vurduklarında kırılan can tanelerinin sesini sadece ben duyuyordum ve bu ses dünyadaki en sağır edici sesti. Başkalarının kırarken acımadığı yüreğimi tamir etmeye çalışmaktan başka bir şey yapamıyordum. Tam düzelttim derken başka bir yerden darbe yiyordum ve tekrar düzeltecek gücü kendimde bulamadığımda sadece kendime acımakla geçiyor zamanım.
Herkesin beni sevmesini çok arzulayan bir çocuğum. Büyükler nasıl beceriyor bilmiyorum ama annem bana kızdığında ben yüreğimi bir daha ona açamıyorum. Hep iki adım birden uzaklaşıyorum. Bana yakınlık gösterdiğinde veya kendine sığınacak birini aradığında, küçücük bedenimi ona kol kanat germek için açtığımda, sadece bir adım yaklaşabiliyorum. Acısı dindiğinde yine dikenlerini çıkartıyor ve en savunmasız anımda vurmaya devam ediyor.
Babamın da beni çok sevmesini istiyorum. Bana hep sarılmasını, seninle gurur duyuyorum demesini istiyorum. Bu gurur lafını da hep dizilerden duyuyorum. Çünkü annemin, her akşam, farklı yüzlerin olduğu ama aynı konuların oynandığı dizilerini izliyoruz. Babamın eve erken geldiği akşamlar çok nadirdir ve geldiğinde de hemen bir kâse yoğurt, bir portakal ve bir elma yemek ister. Aslında kalkıp kendi de alabilir ama benden istiyor. Zannedersem sevgisini gösterme şekli bu. Ama bana hiç canım kızım diyerek sarıldığını görmedim. Bazen bana çok kötü bakıyor. Başkasının kızı olsam, benden nefret ettiğini düşünürdüm. Bağırdığında odama kaçıp, saatlerce ağladıktan sonra uyuyakaldığımda kimsenin umurunda olmam. Çünkü büyükler kendi yaralarını sarmayı öğrenmişler. Ertesi sabah, hiçbir şey olmamış gibi asık suratıyla günaydın der ve işe gider. Babaların, çocuklarını çok sevdiğini söylerler ama neden o sevgiyi göstermediklerini söylemediler hiç. Herhalde yasakladılar. Benim akşam altıdan sonra sokağa çıkmamın yasak olduğu gibi bir yasak. Öğretmenimiz Türkçe dersinde, bize günlük tutmamızı söylemişti. Bu cümleleri kurduğum defterimi annem yakalamıştı ve defteri sobamıza atıp yakmıştı. O günden sonra defter tutmam da yasaklandı.
Fakat bugün dedem bana içinden geldiğini söyleyerek yirmi lira verdi. Hayatımda gördüğüm en büyük para. Kitaplarda gördüğüm Atatürk’ün yüzü daha canlı ve daha güleç. Resmi önce öptüm sonra cebime koydum. Karşımızdaki binanın yanında kırtasiyeci Recep amca var. Orada geçen hafta şeker pembesi, tüylü bir defter ve tüylü kalem görmüştüm. Gidip onu aldım. Umarım annem görmez. Çünkü bu cümleleri okuduğunda bana çok kızdı.
“Senin yemeğini veriyoruz, okula gönderiyoruz, neyin eksik ki bizden şikâyet ediyorsun!” diye bağırdı bana.
Annemle konuşamadım çok uzun bir süre. Yemeği komşumuz Aysel teyze de verebilir, okula beni babaannem de gönderebilir. Fakat Büşra’nın annesi, Büşra’nın saçlarını her sabah örüyor. Benim annem saçlarımı hiç taramadı. Banyo yaptırdıktan sonra saçlarımı kurutup, tarağımı verip, kardeşimin yanına gidiyor. Gülay’ın annesi, yerli malı haftasında daha önce hiç yemediğim pasta yapıp göndermişti. Anneme anlatmaya çalıştım ama o sırada lif ördüğü için beni dinlemediğini fark edince sustum. Ben de o gün, babamın manavdan aldığı meyveleri götürdüğüm için herkes bana güldü. Annemin dinlemeyeceğini anladığım için söylemedim.
Annelik neydi o zaman? Ben anne olsam, kızımın bebekleriyle hep oynardım. Ben baba olsam, kızımı parkta hep sallardım. Onun yüreğine kaldıramayacağı yükler yüklemezdim. Ben de çocuk olduğum için, küçük olduğum için hep aynı saflıkla koşuyordum okula başlamadan önce. Fakat arkadaşlarımı gördükçe, anne babalığın böyle olmayacağını anladım. Sonra hep daha çok kırılmaya başladım. Büyükler, nasıl her şeyi kolayca unutup, sabaha hiçbir şey yokmuş gibi davranabiliyorlar? Bende büyümek istiyorum artık. Annem saçlarımı örmediği için kapıdan çıkınca ağlamak değil, unutmak istiyorum. Beni nasıl ve ne kadar sevdiklerini kocaman bir balonla gösterseler keşke. Bu cümleleri benim gibi on yaşında bir kız çocuğu kurar mı bilmiyorum. Fakat etrafımda hiçbir arkadaşım beni kabul etmiyor. Onlar için fazla “anne gibi büyük” davranıyormuşum. Ben sadece bana nasıl davranılmasını istiyorsam öyle davranıyorum.
Şimdi uyumam lazım. Sabaha okulum var. Başucumda sevgi balonlarını görmek istiyorum. Güneşi o balonlar getiriyormuş. Eğer sabahları kendim hazırlanıp, okula gidersem, o balon her gün odama yaklaşacakmış. Annem öyle söyledi.
“İyi geceler şeker pembem.”
Zeynep Ünal