0

“Oğlum, Allah için bi çıkıver de az rüzgâr değsin yüzüne, okşasın güneş zerratını tümüyle, adımlarına karşılık karın hoşnut olduğunu izhar için çıkardığı sesleri duy, gözüne ışık gelsin be oğlum, ne olur kırma anacığını.”

Annesinin, iki ekmek, bir kilo domates, yarım kilo çarliston ve akşam en sevdiği pasta için elzem dört adet muz aldırma isteğini kulağından kalbine böylece taşıdı. Ve annesinin şairane deyişleriyle kendi deliliği arasındaki yakınlığı fark etmemek için;

“Olur tabii anacım.” diye bir cümle kendisine sormadan kaçıverdi ağzından. Delikanlılık zamanlarında mavi kot pantolonun altına güzel gider diye –ki gerçekten de birkaç iltifat almıştı- aldığı botu sonradan babası -yahut bürokratlar mı diyelim- gibi giyinmeye başladığı için siyaha boyattığı ve boyanın, ara sıra devşirilmiş olmasının gereği eline bulaşmakla aldığı intikamlar çok da özlemediği yılları hatır ettiriyor kendisine. Bu sebeple iskarpinini giymek için yaptığı hamlesi, kendisini –diğer tüm anneler gibi- zararlar ordusuna karşı muhafaza için tek başına cephe alan, büyük mübariz anacığı tarafından engellendi.

“Oğlum, hadi al şu botları, bitmedi, bitmeyecek senin bu kavgan kendinle.”

“Ne kavgası be ana!” cümlesi, içinde başladı ve bitti.

Ellerine bermutat intikam gereği bulandı yine siyahlıklar.

“Tövbe estağfurullah.”

Nihayet sol ayağını da kuşattı geçmişi ve yola koyuldu. Apartmanın giriş kapısının hemen önünü sabahleyin temizlemişlerdi. Ama hafif buzlanma az kalsın nakavt edecekti kendisini…

Nihayet kar üzerinde ilk adım… Ve o ses… Ezilirken, azaba uğrarken böylesine güzel ses başka ne(y)den ve kimden çıkar ki zaten, diye düşünürken yoksa inliyor kar da biz mi istediğimizi duyuyoruz?  Hani eski ozanlar, şimdi türkü söyleyenler, bilhassa aşk-u meşki mevzu edenler bazen kısık bir sayha, belki inilti gibi söylüyorlar da hoşumuza gidiyor hani, bu da öyle olmaya? Aman kar, canım kar, senin de mi kahrın var Adem’den. Ve devam ediyor yürümeye.

Hoca;
 

“Evet arkadaşlar, on beş dakikalık bir ara veriyoruz. Lütfen geç gelip huzurumuzu kaçırmayın.”

Böyle mi bitmişti bu cümle. Yoksa geç kalanlar, geç kalmaklar hep huzur mu kaçırırlar, bilemedi şimdi.

Hocanın ardından, sınıftaki diğer insanlar da koşar adımlar, heyecanlı yürekler, montlar ve elbette telefonlarla çıkıyorlar dışarıya. Bu arzu beyaz örtüsüne neşe ile giden velileri hatırlatmıyor kimseye. Neyse. Yahu az değil kar yağmış, tepelerdeki aydınlık tevazu göstermiş, ayağımızın dibine kadar gelmek zarifliğini göstermiş. Ve şimdi kahverengi, boydan ve kürk kalınlığında paltosuyla o da çıkıyor sınıftan. Meraklı gözler ve neden incindiği bilinmeyen bir yürek eşlik etti mi etmedi mi ona, bilinmiyor. Kar yağmaya devam ediyor. Burada biri mahşeri yaşıyor, burada biri sıcağa karşı koyamıyor, burada biri dineliyor tüm sızılarına, burada biri var, fark edilmiyor, burada biri yok, fark edilen başka ne var? Burada… Ve kar dinmeden, dinlemeden yağmaya devam ediyor.

Az sonra bir fotoğraf kükrüyor bir çift kulağı sağırlaştıracağını bilmeden. Basiret yetisini kaybeden sağ gözden bahis dahi edilmiyor. Halbuki az şey midir, burada mecnun ve meczubun biri sağ elinin de yardım ve yataklığıyla kör etmiş tek gözünü.  İnsanlar dönecek ve ne bu halin diye soracaklar, -ki ölüm daha az rahatsız edici olur herhalde- “Yok bir şeyim yahu, karın yağması alevlendiriyor sadece beni.” diyecek. Hesabını tamamladı ve ömrü boyunca nefes alıp vermek kadar çok yaptığı bir şeyi yapmaya başladı yine. Bekliyor… Beklemek… Evet, beklemek dünyanın en zor işi. Doğru bu. Fakat âşıktan, intizarda iktisat beklemek olur mu hiç? Düşünceleri yine masaya vurduracak başını.

Dışarıda bir flaş daha patlıyor. Hadsizlik olmasın ama, “bir siyah lerze” olacak sanki şiirin o kısmı. Burada titreyen bir dünya var. Ve hakikaten gaip eylemiş, hatta bırak gaip eylemeyi sayın şair, daha hiç kavuşamamış ki gaip eylesin. Burada evet… Siyah lerze… Hem dem be dem ağlayan da karlar gibi gelmiyor bana. Baksana şu manzaraya. Tabii, baharın gidişine ağlıyor diye fikrediyorsun, işin orasını düşünecek zariflikte mi şu kara ve karanlık adam. Bilinmiyor. Ve doluşuyor öğrenciler tekrar sınıfa. Birden irkiliveriyor, burnundaki acıyı ve elindeki sıvı sıcaklığı tekrar hissediyor. Küçük bir çocuğun herhalde hiç sevmediği komşu çocuğuna atmak maksadıyla içinde taş gizlediği kar topunun bu düşündürdükleri başını döndürüyor. Kanlarıyla beraber kar üstünde şimdi. Uyanmadan evvel bir mısra gelecek aklına, fotoğrafların arkasına not düşülen. Gelecek.

Bir hicret sevdasıdır ruhumu sardı yine.

Ruhum gibi pervasız yoldaşlar da bulundu.

Ruhum karıştı gitti bu kar tanelerine;

Şimdi yağan kar değil, ruhumdur kar yerine.

“Gökyüzünden kahırlar yağıyor üzerime” diye bir mısra sıkıştırmak istiyor bir şiire, bulunursa.

Bulunur mu? Ki beşer habersiz olsa da bundan bulundu.

Siyakatnüvis Bir Seyyah

Leave a Comment

İlgili İçerikler