0

Köfteci Şefik’i uzun yıllardır görmüyorum desem yalan olmaz. En son yirmi bir yıl önce mi gördüm, ya da daha çok mu oldu? Oysa daha dün gibiydi, ilkokula gittiğim yıllar, pazartesi günleri kurulan ilçe pazarı… Köyden, yayladan insanlar pazara akardı. İğne atsan yere düşmezdi. Ben pazarın içinde adeta büyülenirdim. Tepemde masmavi bir gök… İnsanlar ellerinde sepetler, alışveriş yaparlar, belki de sinemadaki akşam filmini ya da kendini asan kadının o büyük trajedisini konuşurlardı. Ben o kadının yüzünü hatırlamaya çalışır, serçelerin oradan oraya uçuşunu seyrederdim. Bir akrabam “Ahmet oğlum nasılsın, ne haldesin?” diye sorduğunda, içime sevinçler dolardı. Mesela o yıllarda Mehmet amca daha ölmemişti. Ortaokul öğrencileri istiklal marşı söylerken, ben de çok heyecanlanırdım. O büyük kazanlara bakar, bazı köylerdeki Bizans kalıntıları karşısında irkilirdim. Büyük eniştem, tarladan büyük küpler çıkarır, içini buğdayla doldururdu.

-Şefik abi, bana çeyrek ekmeğe köfte yapar mısın?

-Ahmet seni son günlerde çok dalgın görüyorum. Hayrola?

-Şefik abi geçen okulda bilgi yarışması yaptık. Çok heyecanlandım. Bir konu kafama takıldı. Atalarımız tarih içinde görkemli yolculuklar yapmışlar ve bu güzel ilçeyi kurmuşlar. Ben atalarımızı çok özlüyorum Şefik abi.

-Atalarımız mı dedin Ahmet? Şimdi bizler büyük dedelerimizi bile zor tanıyoruz, seferberlik ve işgal günlerini çabucak unutuyoruz. Benim babam tam da o savaş yıllarında doğmuş, senin amcan gibi.

-Şefik abi hava niye kararıyor böyle? Sen niye hızla yaşlanıyorsun? Senin kardeşin ve yeğenlerin şehrin bir sokağında kayboldular. Kuşlar neden böyle erken göçüyorlar? Ben de şehre büyük bir heyecanla ayak basmıştım Şefik abi. Şimdi çok mutsuzum. Şefik abi bu gece sinemada Tugay Toksöz’ün bir filmi var. Ben amcamın oğluyla gideceğim. Sen şu bir lirayı al şimdilik.

Şefik abi bir anda nasıl yaşlandı anlayamadım. Şefik abi bir hayal gibi kayboldu. Bostanların üstüne sabah güneşi doğdu. Dedem kavunları ayırdı. Babam çok uzaklara yolculuklar yapmaya başladı. Ben çantam elimde evin yolun tutarken, Şefik Abi’nin o çok lezzetli köftelerini hatırladım. Şefik abi belki de çok mutsuz bir insandı. Çünkü babası annesini boşamış, üvey baba elinde büyümüştü. Şefik abi evlendiğinde de büyük acılar, utançlar yaşamış, babasına uzaktan sadece bakmıştı. Fötr şapkalı ince bıyıklı o adam:” Benim babam olamaz” diye düşünürdü Şefik abi. Köfteci dükkânını açtığında sanki dükkânın içinde karaltılar dolaşırdı. Şefik abi içini çeker, tahta bir sandalyeyi otururdu. Şefik abi galiba hep yalnızdı. Karısı ve çocukları bir görünüp bir kayboluyorlardı. Şefik abinin annesi de, sanki hiç ölmemiş gibi karşısında dikiliyordu. Annesinin yüzünde kavruk yazlar, çok soğuk kışlar görürdü. Şefik abinin sonradan üvey kardeşleri oldu. Kardeşleri bir gün doğu yönünde kayboldu. Doğu yönünde uzun bir nehir ve büyük şehirler vardı. Kayıp yazgılar vardı. Yeni gömülmüş ölüler vardı. Doğudan batıya yol alan trenler vardı.

Ah Şefik abi! Nereden baksan çok yaralıyız. Kuşlar o ağaçtan o ağaca konarken, çalgıcılar hüzün şarkıları çalarken. Yıllar geçti, ağaçlar yapraklarını döktü. Sonra kar yağmaya başladı. Topraktaki lekeler kayboldu. Biz ilkokulun bahçesinde kızak kaydık. Öğretmenimiz karda kışlık mantosunu giymişti. Bize Kemalettin Tuğcu’nun kitaplarını dağıttı. Biz o hikâyelerdeki, çok acı çekmiş insanlara üzülürken, Şefik abi aklımıza bile gelmedi. Oysa Şefik abinin lezzetli köfteleri kadar çok acıklı bir hikâyesi vardı. Şefik abi acıları hep içine atmıştı. Asma yaprakları sararırken, bağlar bozulurken, biz yeşil çayırlarda maç yaparken. Memurlar akşam evlerine dönerken. Ah Şefik abi! Bu hayat çok anlaşılmaz, çok karışık, sayfaları kopmuş bir roman gibi. Biz şadırvanda akan berrak sulara bakarken, sinekler camlara konarken… Hayat bizi oradan oraya savururken… Şefik abi!

Davut Güner

Leave a Comment

İlgili İçerikler