KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
Aceleyle ayakkabılarımı giydim. Yine işe geç kalacaktım. Asansörün düğmesine bastım, ama o ne? ‘Hizmet dışı’ yazısı gözüme alay eder gibi çarpıyordu. ‘Hadi bakalım, altı kat birden in şimdi.’ Söylene söylene aşağı indim. Böyle günlerde aksilikler birbirini kovalar. Dünya sizin tersinize dönüyor gibidir. Başka bir aksilik olmasın diye cebimdeki bozuklukları çıkarıp minibüs parasını ayarladım. Cebimde bir sürü birikmiş beş kuruş, on kuruş vardı. Bir tane beş yüz, bir tane iki yüz elli, diğerleri on ve beş kuruş olmak üzere hesaplayıp 1.750 TL’ ye tamamladım. Aceleniz varsa sizin dışınızda her şey zamanı yavaşlatmak için uğraşır. Neyse bir minibüs, durağa varır varmaz geliverdi. Minibüse bindiğim gibi şoföre uzattım. Şoför başını çevirdi, bu ne der gibi baktı.
Kusura bakmayın biraz bozuk, diyerek açıklama yapma ihtiyacı hissettim.
“Ben bunları kime vereceğim?” deyince “Bütün de verebilirim,” dedim yavaş bir sesle.
Ama şoför azarlamasını sürdürdü.
“Hepsi beş kuruş, markete verseydin ya… Ne yapacağım bunları?”
Sonunda beni sinirlendirmeyi başarmıştı. Açtım ağzımı, yumdum gözümü.
“Parayı buldun, bütününü arıyorsun. Senin karşında çocuk mu var azarlıyorsun? Hepsi beş kuruş olsa otuz beş tane eder, orda en çok on tane beş kuruş vardır. Ben de bunları evde basmadım ya… Sen verdin, öteki verdi. Sana vermeyeceğim, ona vermeyeceğim ya kime vereceğim? Ver paramı iniyorum,” dedim.
Şoförün ağzını açmasına fırsat vermeden aldım parayı indim. Aslında hiç sevmem böyle kavgayı, başkalarını rahatsız etmeyi. Ama çocuk gibi azarlaması kanıma dokunmuştu. Nazik bir şekilde söylese paramı geri alır, bütün verirdim. Tir tir titriyordum sinirden. Duraktaki boş banka oturdum. İçimden hâlâ şoföre söylenip duruyordum. Ben sinirimle boğuşurken yaşlı bir adam yanaştı yanıma. Üstüne dar gelen ince cekete sarınmış, hayatın gülümsemediği soluk yüzünü ceketin yakalarını kaldırarak soğuktan korumaya çalışıyordu. Çekingen bir sesle, ‘Kızım, çok ihtiyacım var, açım.’ dedi. Cebimdeki bütün bozuklukları çıkarıp verdim. Demek kısmet bu amcanınmış. Şoförün beğenmeyip burun kıvırdığı bozuklukları amca bin bir duayla almıştı. Öfkem biraz soğumuştu. Hiç olmazsa para bir işe yaramıştı. Yaşlı adam, hayalindeki sıcak düşü gerçeğe dönüştürmek üzere köşedeki fırına doğru yürüdü. ‘İnşallah fırıncı insaflıdır,’ dedim içimden. ‘Bozuk paralara laf etmez.’ Yeni bir minibüs geldi, bindim. Amcayı daha fazla izleyemedim. 200 TL uzattım, arkadaki boş koltuğa oturdum. Şoför dikiz aynasından bakıp söylenmeye başladı.
“Sabah sabah bu ne? Bozuk yok muydu hanım?”
Binnur Tekinalp