0

Bir şair, yazar hatırlıyorum… Kudüs için savaşan, Kudüs’ü kendi yazılarına döken. Gerekirse onun için ağlayan ve mücadele etmekten asla vazgeçmeyen bir yazar hatırlıyorum. Bizler, onun yazılarında Kudüs’e sevdalanmayı öğrendik. Hatta Kudüs’ü yaşamayı…. Nuri, Pakdil’den bahsediyordum. Üstat ne kadar güzel anlatmış Müslümanlığı, Kudüs’ü sevmeyi.

Bir gün diye başlayan masal gibi bir hikâyenin ardında, sonu mutlu bitmesi beklenen ama sonu hüsranla sonuçlanan Kudüs hikâyesi varmış. Bizler babaannemizin dilinden anlatılanları dinler, dedemizin hüzünlü masallarında ağlardık. Onların yüreklerinde hissettiklerini, sonuçta bizler de hissederdik. O yıllarda yaşamamış olsak da gen bu ya! Çeker dururdu işte. Babaannem, 1967’li yıllara tekabül eden bir zamanda radyoda dinlemiş Kudüs’te yaşanılanları. Üzülmüş, ağlamış ve namaza durmuş. O zamanlar kendisi çok gençmiş tabii ki! Genç olmasına genç ama on beş yaşında evlendiğinden erkenden olgunlaşmış ve üç çocuk annesi olmuş. Müslümanların bu hali ne olacak diye düşünen babaannem, Osmanlı’dan bize emanet bırakılan Kudüs’ün gördüğü zulüm karşısında sessiz kalamamış. Hıçkıra hıçkıra ağlamış. Dedem, onun yanında ağlama seslerini işitince… En sonunda, Doğu Kudüs’te yaşanılanları babaannemin dinlememesi için evden radyoyu alıp, iş yerine götürmekte aramış çareyi.

1967 yılında, yani babaannemin çok ağladığı bir günde, altı gün savaştan sonra Doğu Kudüs, İsrail tarafından işgal edilmiş.

Böyle bir hüzünlü tarihte babaannem namazını bırakmayıp, kuran okumayı da ihmal etmemiş. O yıllarda Türkiye’nin hali; 60 darbesi, sağcı solcu kavgalarının yaşanmış olması, bir de Kudüs’ten gelen kötü haberler, ana olanları çok etkilemiş.

Yaşanılan hüzün yükü hiçbir zaman hafiflememişti. Zaman geçtikçe kavgalar artmış, Kudüs’te yaşayan Müslümanlar zulüm görmeye devam etmiş, çocuklar analarının kucağında çığlık çığlığa feryat etmişlerdir. Savaşı ancak yaşayanlar bilirdi. Türkiye elini çoktan, Müslüman kardeşlerine uzatmıştı. Kudüs’ten, akın akın Müslümanlar geliyor, babaannem, kardeşlerine yardım etmek için elinden gelenin fazlasını yapmakla uğraşıyor. Babaannemin kökleri Osmanlı’ya uzanır. Babasından kalan büyük koca konağın kapılarını sonuna kadar aralamış; Müslüman kardeşlerine. Konağın çalışanları da bir o yana bir bu yana koşturmuş durmuş, yardım edelim şu insancıklara diye. Konakta sıcak sıcak çorbalar pişirilmiş, yemekler hazırlanmış, savaştan kaçanlar için evlerde bir oda açılmış.

Sonrası… Müslümanlara zulüm edilmeye devam edilmiş. Camiler yıkılmış, ezanlar susturulmuş, türbeler bombalanmış. Onca Müslüman öldürülmüş. Zulümlerin ardı arkası kesilmemiş ve gözü yaşlı Müslümanlar Kudüs için tek yürek olmuşlar. Eller açılmış, dualar edilmiş, hep kutsal şehir kalmış Kudüs bizim için. Türkiye bu konuda konferanslar düzenlemiş. Bu konferanslarda ünlü edebiyatçılar Kudüs’ün bizim için olan önemini yenilemişler. Tek yürek olmaya davet etmişler bizi. Dedem de düzenlenen konferanslara katılabilmiş, orada konuşulanları tek tek hafızasında tutmuş bugüne kadar.

O günlerden bir gün, eşini savaşta kaybetmiş bir kadın, çocuğuyla birlikte Türkiye’ye sığınmış. Ne konuşuyor ne yemek yiyor ne de bir tepki veriyormuş. Babam adını bile bilmediği kadına yardım etmek için onunla konuşuyor, sohbet ediyormuş kendince. Ama kadın, babamın dilini bilmiyormuş ki! Babam bunu telaşından unutuvermiş. Kadını konağa getirmiş, onunla ilgilenmiş, onun bir kelime dahi olsa konuşmasını sağlamış. Zaman geçtikçe kadın babama alışmış, babam da kadına. Savaşın izlerini babamla beraber sarmışlar.

Kadın, Türkçe dilini öğrenmiş çocuğuyla birlikte. Kendisini Türkiye’de mutlu hissetmiş ama doğduğu topraklara da ihanet etmek istemediğinden, Kudüs’e geri dönme aşkıyla yanıp tutuşmuş. Savaş son demini almış, yıl 1977 olmuş ve Kudüs’te iktidara Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat gelince, kadın evine dönme kararını çoktan alarak, babamla vedalaşıp, çocuğuyla beraber, doğduğu, büyüdüğü topraklara geri dönmüş. Babam üzülmüş bu duruma. Kadının bile bile ölüme gitmesini kaldıramamış ve bir süre hasta yatağından hiç kalkmamış. Hatta kimselerle konuşmamış. Bir daha da Kudüslü kadını hiç görmemiş ta ki bugüne kadar…

Bugün tam da karşısında adını bile bilmediği ama bir zamanlar âşık olduğu o Kudüslü kadın… Babama bakıyordu. Nasıl olmuştu da Kudüs topraklarından buraya gelmişti. Adının Meryem olduğunu öğrendiğim kadının ağzında babamın ismi geziniyordu. Onun ağzından babamın ismini duymuş olmam çok şaşırtmıştı beni. Onlar şimdi bunca zamanın acısını çıkartmalı diye düşünerek; aklım onlarda, kalbimse Kudüs’te kalarak yürüyordum caddelerde.

Kübra Erbayrakçı

Leave a Comment

İlgili İçerikler