KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
Gece gece dışarıdan patır kütür sesler geliyordu. Kapıya çıktığımda bir çift kırmızı ayakkabı gördüm, karşı komşunun ayakkabılığında. Tek başına yaşayan bir adamın neden ayakkabılığında kadın ayakkabısı olur ki? Günübirlik çapkınlıktır, diye düşündüm. Bu adamı da hiç sevmezdim, Azrail gibi bakıyordu insana.
Ertesi gün, gece üç sıralarıydı. Yine aynı gürültüyle uyandım. Üst üste iki gece aynı gürültüleri duyunca, artık komşumun evini ziyaret etmek şart olmuştu. Saatin geç olmasına aldırmaksızın usulca kapısını tıklattım, açılmadı. Daireme geri dönmeye karar vermişken uykulu bir ses,
“Buyurun kime bakmıştınız?” dedi.
Karşımda, kapı aralığından sadece yüzünü gördüğüm muhteşem bir yaratık duruyordu. Kıvırcık saçları şelale gibi dökülmüştü yüzüne. Dudaklarının üstünde nokta gibi bir ben vardı. Gülüşü insanın içini gıdıklıyordu.
“Pardon, Sinan evde mi?”
“Öyle biri yok bu evde beyefendi. Bir hafta oldum taşınalı.”
“Yaaa öyle mi? Hoş geldiniz, ben Nazım.”
Sıcak gülümsemesi yüzüne dağıldı, ışıldayan gözleriyle gözlerimin içine baktı.
“Memnun oldum ben de Ayşegül.”
Kendisine odaklandığımı fark edince irkildim, gözlerini gözlerimden kaçırmadan öylece baktı bana…
“Eeee tanıştığımıza göre ben gideyim artık. Size iyi geceler.”
Bütün bedenimi ter bastı. “Ah, Nazım Ah!” dedim kendi kendime. “Bu nasıl bir duygu ki içime huzur doldu, kirden pastan sıyrılıp yeniden doğdum.”
“Pardon beyefendi,”
Yüzümü çevirdiğimde hâlâ o muhteşem yüz, kapı aralığından bana bakıyordu.
“Gece işten geç vakitte geliyorum, umarım gürültü yapmıyorumdur.”
“Yoooo! Öyle bir şey duymadım hanımefendi, siz rahatınıza bakın. Tekrar iyi geceler.”
Çok tuhaf biriydi, bakışları dilinden fazla konuşuyordu. Ben bakış lisanını bilmiyorum galiba, onu gizemli kılan da buydu.
Sabahleyin eşofmanlarımı giyinip günlük koşu için ormanlık alana doğru yürüdüm. Yavaş yavaş tempoyu hızlandırıp koşmaya başladım. Her zaman yaptığım gibi, ağaçların sık olduğu alana girmeyip geri dönecektim. Dünyadan kopmuş, yolun eğimine bırakmıştım kendimi.
“Merhaba!” sesinin kulağıma dolması ürkütmüştü beni. Şık spor kıyafetlerini giyip kıvırcık saçlarını dağıtmış olan Ayşegül karşımdaydı. Demek ki benden önce gelmiş, dönüşe geçeceğim yerde beni beklemişti. Çok şaşırmıştım, o ise gayet sakindi ve gözlerimin içine bakıyordu. On dakikalık sabah koşumu tamamlayıp eve dönene kadar bana eşlik etti. Eve kadar sadece birkaç cümle konuştuk, o da soru cevap niteliğindeydi. Dairenin kapısında ayrılıp sadece “iyi günler” dedi…
Akşam eve döndüğümde ayakkabılıkta ayakkabısı yoktu. Gece yine aynı saatlerde gürültüsünü duydum.
Birkaç gün hiç gözükmedi. Günlerden pazardı. Evde olabileceğini düşündüm. Onun için meraklanmıştım. Güzel komşum nasıldı acaba? Kapıda karşılaşma ihmalini güçlendirmek için, televizyonun sesini kısıp giyinik şekilde bekledim. Olur da dışarı çıkmak isterse kahvaltıya davet ederim, diye düşünmüştüm. Boşuna bekledim…
Umudumu kesince, televizyonun sesini tekrar açtım. Haberler iç karartıcıydı. Spiker, uzun uzun seri katilin yakalanamadığıyla ilgili konuşuyordu. Hışımla başka kanala geçip söylendim.
“Pazar günü bari güzel haber verin yaa! Böyle haber yapılır mı? Bunu izleyen sokağa çıkmaya korkar doğrusu.”
Katil, eski komşum Sinan mı acaba? Sürekli somurtur; selam vermeyi, selam almayı bilmezdi. Adamda bir şeyler olduğunu tahmin etmiştim…
Alt katta oturan yaşlı bir teyze var, yalnız yaşıyor. Çocuklarını evlendirmiş, kocası ölünce büyük oğlu bu küçük daireyi satın almış kendisine. Bazı günler yemek getirirdi bana. “Yavrum, arada sıcak ev yemeği geçsin boğazından, hastalanacaksın alimallah.” derdi, yoksa seri katil, teyze mi? Seri katiller kurbanına iyi bakarlarmış, diye okumuştum. Ne saçmalıyorum yaaa! Katil, kesin üst kattaki Kamil’dir. Adam yazar, öldürüp yazıyor olabilir. Off Nazım offf! Tek başına yaşarsan olacağı bu…
Dışarıdan miyavlama sesi gelince kapıya çıktım. Neriman Teyze’nin tombul kedisi, kapı açık kalınca kaçar ara sıra. Biraz seveyim, dedim. Kanlı ağzını görünce hızlıca kapattım kapıyı. Üstelik kedinin ismini “Bıçak” koymuştu. Seri katil Neriman Teyze olmalı, öldürüp bir parçasını kedisine yediriyor galiba. Yoksa nasıl bu kadar tombul olabilir ki?
Neriman Teyze, “Hayvancağızı korkuttun, sizde hiç mi hayvan sevgisi yok? Gel yavrum gel! ” diyerek sitemli bir şekilde azarlayıp kapısını örttü.
Offf be! Neriman Teyze kedisine kötü davrananı mı öldürüyor? Aman Allah’ım! Yine bir yerlerde okumuştum; hayvanları ve doğayı sevenler, insanları da sever yazıyordu. Yok, Neriman Teyze değildir bence…
Bu gece mutlaka görmeliydim Ayşegül’ü… İşten gelme saatine kadar ayaktaydım. Saçlarımı taradım, güzel elbisemi giydim. Gece saat üçe yaklaşıyordu, kapının ardında bekledim. Merdivende tıkırtılar duyduğumda kapıyı açtım. Umarım korkmaz beni birden görünce… Ayak sesleri yaklaştıkça kalbim hızla çarpmaya başladı. Aman Allah’ım, yine ter bastı!
Başını kaldırıp bana baktı, çok güzel gülümsüyordu. Birden siyah giyimli, kapüşonlu birini gördüm arkasında… Cansız bedeni merdivenlerde yuvarlanırken çığlık bile atamadı…
Kazım Demir