KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
Yer: Amerika Birleşik Devletleri
Olay Mahalli: Luca Uluslararası Taşımacılık Anonim Şirketi
Tarih 01.01.1966
Yılbaşı gecesi saat 24.00’de kapı kolunu yavaşça oynatmaya başladım. Şirkette çılgınca bir parti vardı. Çalışanlar yeni yılı kutlarken karnımdaki geleceği tutarak içeri girdim.
“Hamileyim, alçak herif! Beni nasıl bırakırsın?” diye bağırdım.
O ise masanın başında bir heykel kadar sessiz ve kıpırtısızdı. Soğudukça karanlıklaşıp ıssız ve karlı gecenin buzdan canavarı oluverdi. Oturduğu masanın çekmecesini gizli bir hamleyle açtı ve eline bir şey alıp avucuna sakladı. Ayağa kalktı, yüzündeki kılcal damarlar kestirme bir yol bulmuş deri altından bakıyordu. Birden gözlerinde vahşilik belirdi. Har gibi ani bir gülümseme tüm buzları eritiverdi. Ayağa kalktı ve bana doğru yaklaştı… Yaklaştı…
***
Tüm hücrelerim tın tınlara karışırken, otuz iki dişim trampet çalıyordu. Camın önünde buzdan bir yontu gibi öylece kaskatı kalakaldım. İşte o an adamın soğuk nefesini sırtımda hissettim. Adam kollarını açarak kadına sarıldı. Kadın şefkatin tonlamasıyla kendisini adamın kollarına çoktan bırakmıştı. Adam, sıkıca sardığı kollarını gevşetip elindeki bıçağı sert bir hamleyle kadının sırtına sapladı ve sonra çevirip çıkarttı. Bu sefer de kadının sıcak nefesini sırtımda hissettim. Kadın sustu… Rüzgâr çığlık atıyordu. Bense böylesi ölümcül bir darbe hiç görmedim hâkim bey.
Korkmaz olur muyum hâkim bey? Bu son cinayetin üstünden fazla geçmedi. Adam yeni bir sevgili buldu. Yine bıçak yine kan… Erkeklik organını kâinatın ipi sanan adam çamaşır asmaya devam ettikçe cinayetlerin sayısı artıyordu.
Mübaşir ikinci tanığı çağırdı.
“Bilim adamı Dursun Ç. lütfen içeri girip ifadenizi veriniz.”
“Efendim, ben babaannemin çiçekleriyle yatıp kökleriyle kalktım. Yani onun yanında büyüdüm. Bitkilere olan merakım bir sarmaşık gibi tüm benliğime dolanmıştır. “Elim ayağım ve hücrelerim, bitkilerin insan hayatındaki yeri ile önemi” başlıklı tez üzerine yaşadım ve nefeslendim. Ben hayatını bitkilerin sentezleri üzerine adamış biriyim hâkim bey. Öyle ki şimdi onlara bir hücre kadar uzağım. Son olarak ‘Bitkilerin korku ve mutluluk duygularını ölçen bir cihaz’ icat ettim. Uzun zamandır ülkenizde yaşamaktayım. Bir seri katilden söz ediliyordu, ardında hiçbir iz bırakmayan… Halk huzursuz… Halk tedirgin…
İlk cinayetten son cinayete kadar hiçbir ipucuna rastlanamadı. Emniyet teşkilatının çalışmalarını basından takip ediyorduk. Durumu ilginç kılansa her iki yılda bir işlenen cinayetlerin aynı odada ve maktullerin hep aynı şekilde bıçakla öldürülmesiydi. Halk bir seri katille karşı karşıyaydı. Dosya zaman aşımından dolayı faili meçhul cinayetler içeresinde yerini alacakken iddiamı Amerikan Emniyet birimlerine açıkladım. Cinayetin işlendiği odada canlı bir çiçek olması hȃlinde bu cinayeti çözümleyebileceğimi, aksi takdirde iddiamın asla geçerli olmadığını söyledim. Olay yeri incelemenin cinayet mahallinde hiçbir ipucuna rastlayamaması, kriminolojide yapılan otopsi sonucu her bir maktulün vücudunda hiçbir yabancı maddeye rastlanmaması çözüm yollarını burada tıkamıştı. Amerika Birleşik Devleti Birimi seri katilin farklı yollardan bulunmasını denemeye karar verdi ve IBA görevlendirildi. Resmi birimden aldığım teklifle cinayetlerin çözümü için yardım istendi. Hemen ertesi günü laboratuvara geldiler. IBA’ya tek sorum şuydu:
“Cinayet mahallinde canlı bir çiçek var mıydı?”
“Evet, odada cam kenarında büyükçe bir Peygamber Kılıcı var,” deyince bu cinayetin çözülebilir olduğunu söyledim. Aksi takdirde hiçbir iddiam olamazdı. Tüm konuya vakıf olmak üzere cinayet mahalline gittim.
IBA ile gizli bir çalışma programına başladık. Şirketin Yönetim Kurulu dahi durumdan habersizdi. Resmi izinle olaylarının geçtiği yere gidildi. Cam kenarında duran Peygamber Kılıcı çiçeğine lüzumlu alıcıları taktım. Masanın üstüne cihaz bağlantı düzeneğini hazırladım. Masaya oturdum. Geriye tüm çalışanların ve Yönetim Kurulu üyelerinin teker teker içeri alınmasını sağlamak kalmıştı. IBA, herkesi birer birer odaya aldı. Zaman genişti ama çalışmaya sabah başladık. Her yeni gireni cama bakan koltuğa oturttum. Camın önünde duran çiçek katili tanıyacak ve ibre hareket edecekti. İlk kişi içeri girdi, kendilerine kısa bir özgeçmiş yazdırıp imzalattım. Ardından ikinci kişi, üçüncü kişi… Bizim cihazda tık yok… Aranan katil şirket bünyesinde çalışan biri değil miydi yoksa? Akşam olmak üzereydi, şirketin mutfak çalışanı içeri girerek soğuk içecekler getirdi. İçim de öylesine yanmıştı ki, sormayın sevindim doğrusu. Elimi uzatıp bardağı almamla bitmesi bir oldu. O anda başımı masadaki cihaza çevirmiştim ki birde ne göreyim, katilin odaya girmesiyle bitkinin korkusunu alan ibre kendini sağdan sola, soldan kaldırıp sağa vuruyordu. Ayağa kalktım ve IBA’yı hemen içeri aldım. Bir göz işaretim yetmişti onu alıp götürmelerine. İşlediği tüm cinayetleri tek tek itiraf etti sonra.
Sözün arasına tüm cinayetlere tanık olan Peygamber Kılıcı girdi:
Ben kim miyim? Dili lal olmuş, suskun bir ailenin üyesi… Bizim Dursun geldi de katilin başını Trabzon tulumu gibi bastırıverdi. Biz, Tanrı’nın gözleriyiz, insanlar bunu nasıl bilmezler hâkim bey.”
Gülçin Granit