0

Doğumhanenin önünde telaşlı bir bekleyiş sürüyordu. Zühal içeri alınalı üç saat olmuş, doğumun gerçekleştiğini henüz haber veren olmamıştı. Ahmet, kız kardeşi Pervin’e, “Bu kadar uzun sürmesi normal mi?” diye sorunca, “Daha uzun sürdüğü de olur, merak etme,” dedi.

Ahmet koridorda karar bekleyen bir hükümlü gibi, bir o yana bir bu yana volta atıp duruyor, arada bir saatine bakarak derin nefesler çekip Pervin’e bakıyordu. Pervin, onun çaresiz bakışlarıyla karşılaşınca her şey yolunda der gibi tebessüm ediyor, bebeği karşılamak için sabırsızlansa da belli etmemeye çalışıyordu. Ahmet kaygılı bakışlar atmaya, Pervin de gülümseyerek onu rahatlatmak için uğraşmaya devam ediyordu.

Az sonra beyaz bir battaniyeye sarılı küçücük, sevimli, dudakları eğri büğrü ağlayacakmış gibi bakan bebekçik, halası Pervin’in kucağına verilince, Ahmet gözyaşlarını tutamadı. Bebeği getiren hemşireye, “Zühal iyi mi?” diye güçlükle sorabildi. “Tabii ki iyi, birazdan doğum servisindeki odasına alacağız, siz de bebeği alıp orada bekleyebilirsiniz”, dedi. Ahmet’le Pervin Zühal’i beklemek için servisteki odaya gittiler. Bebeği merakla inceleyen babası, onu henüz kucağına almaya cesaret edememişti. Pervin, “Onu alsana, ne duruyorsun!” diyerek bebeği Ahmet’e uzattı. Ahmet, önce kararsızca uzanacak gibi olduysa da, “Hayır, nasıl tutacağımı bilmiyorum, alamam,” dedi. “Benim tuttuğum gibi tutacaksın; bak, sırtını ve ensesini kolumla destekliyorum, böyle tutacaksın,” diyerek tarif ettiyse de “Eve gidince alırım onu ama şimdi alamam,” diyen Ahmet’in yüzü kızarmıştı. Utandığını anlayan kardeşi, “Beceriksiz! Peki, eve gidince tutmayı öğretirim,” diyerek bebekle ilgilenmeye devam etti.

Zühal getirilmeden önce, bebeği teslim eden hemşire odaya gelip bebeğin dosyasına bir şeyler yazdıktan sonra, “Hiç ağladı mı?” diye sorunca, Pervin, “Hayır, uslu uslu durdu, hiç ağlamadı,” dedi. “Sizi kaygılandırmak istemem ama doğduğundan beri ağlamadı, ilk kez ağlamayan bir bebek görüyorum,” dedi. Ahmet, “Yani! Kötü bir şey yok değil mi?” diyerek kaygılı bir şekilde bakınca, “Hayır, yok, yok da, ağlamaması tuhaf, doktor bey gelince ona sorarsınız,” dedi. Ancak Ahmet bu durumdan kaygı duymuştu.

“Ağlaması lazım, öyle mi?”

“Öyle, ama şart değil.”
“Ya ağlamazsa!”

“İnanın bildiğim bir şey değil. Ama bütün tetkikleri, tahlilleri birazdan yapılacak; bir sorun olduğunu sanmıyorum. Çok sağlıklı görünüyor.” dedi.

Ahmet dudaklarını kemirmeye başlamıştı. Zaten ne zaman kaygılansa ya tırnaklarını ya dudaklarını kemirmeye başlardı. Pervin yine onu rahatlatmak için, “Çok tatlı ve sağlıklı görünüyor; bir sorun olduğunu sanmıyorum.” dedi. Hemşire odadan çıkmak üzereyken, Zühal de sedyeyle odaya getirilmişti. İyi görünüyordu. Onu yatağa yatırıp yatağın başlığını kırk beş derece yükselterek yarım oturur pozisyona getirdiler. Zühal’i getiren personeller gidince, Pervin, bebeği annesine verdi. Bebeği bağrına basan anne onu emzirmeye başladı. Bebek gayet iştahlı bir şekilde annesini emmiş sonra da uyumuştu. Uyuyan bebeği bebek yatağına koyan halası, parmaklarıyla bebeğin dudaklarına dokunarak seviyor, “Ne tatlı, çok sevimli.” diye konuşurken Zühal, “İsmi Sinan olsun demiştik, ona artık Sinan diyelim, olur mu?” deyince Pervin’le Ahmet, tek ağızdan, “Evet, Sinan güzel isim.” dediler. Annenin yatağını daha düz pozisyona getirdiklerinde, yorgun olan anne gözlerini kapatıp uyudu.

Saat üçe doğru, odaya iki doktor gelince Zühal’i uyandırdılar. Doğumu gerçekleştiren doktor, “Zühal Hanım nasılsınız?” diye sorduğunda, doğumu gerçekleştirmiş olmanın gururuyla mutlu olduğu belli oluyordu. Zühal minnet dolu bir ses tonuyla, “Teşekkür ederim hocam; çok iyiyim.” diyerek mahcup ve müteşekkir bir edayla doktorlara bakıp biraz da merakla doktorun söyleyeceği şeyleri bekleyedurdu.

“Selim hocamız bebeği muayene edecek, daha sonra sizi taburcu edebiliriz.” dedi. Zühal diğer doktorun Sinan’ı muayene edişini seyrederken, Doktor Selim, “İsim koydunuz mu?” diye sorduktan sonra, bebeği yattığı yerde muayene etmeye devam etti. Ahmet, “İsmi Sinan, annesi koydu.” dedi. Doktor Selim, “O! Çok güzel isim, Sinan nasılsın!” diyerek, bir yandan bebekle konuşuyor, bir yandan da muayene etmeye devam ediyordu. Kollarını, bacaklarını inceleyen doktor, bebeğin idrarını, kakasını yapmış olduğunu görünce, “Sinan gayet sağlıklı, tahlilleri de çıksın; sizi evinize yollayalım.” dedi. Tam muayeneyi bitirmek üzereyken bebeğin, kol saatine baktığını fark eden doktor, parlak sarı saatini bebeğe göstererek hareket ettirmeye başladı. Bebek gözleriyle saati takip ediyordu. Doktor Selim’in yaptığı deneyi fark eden doğum uzmanı,
“Takip ediyor, değil mi?” diye sorunca, Doktor Selim, “Evet, takip ediyor.” dedi. İki doktor şaşkın şaşkın bakışınca, Pervin, “Hocam doğduğundan beri hiç ağlamadı, bir sorun yok değil mi?” diye sorunca, iki doktor, “Yooo, hayır! Birkaç gün sonra kontrole gelin, ama bir sorun yok.” diyerek odadan çıktılar…

Doğum uzmanı bebeği muayene eden Doktor Selim’e “Gerçekten garip bir durum değil mi? Bebek doğduğundan beri hiç ağlamadı. Bir de senin saatini takip etmesi inanılır gibi değil; sen ne dersin?” diye sorunca, Doktor Selim, alnına dökülen uzun kır saçlarını eliyle arkaya atarak,
“Bilmem, belki tesadüf; daha küçücük bir bebek, sağlıklı görünüyor, tüm tetkiklerini istedim; olmadı, Kulak Burun Boğaz’dan konsültasyon rica ederim. Ses tellerini incelesin bakalım,” deyince, “KBB’lik iş olduğunu sanmıyorum, çünkü ağlamak sadece sesle yapılan bir şey değil; ağlayanın bir de yüz ifadesi vardır, ama bu bebekte böyle bir yüz ifadesi de görmedim.” dedi. “Mental reterdasyon olabilir mi?” diye sorunca, “Evet, benim korkum bu, belki zekâ ile ilgili, daha doğrusu beyin ile ilgili bir sorunu olabilir; bence onları taburcu edip, birkaç gün sonra nöroloji veya beyin cerrahisine muayene olması için bebeği getirmelerini söyleyelim.” deyince, “Evet, haklısın. Tahlilleri çıksın; sorun yoksa eve gönderelim.” dedi.

Saat 17’ye doğru Zühal’i vizite gelen doğum uzmanı, onları kaygılı görünce, “Hayrola, neden bu kadar üzgün görünüyorsunuz?” diye sorunca, Zühal, “Hocam; lütfen doğru söyleyin, Sinan’da bir sorun mu var?” diye sorunca, Ahmet ile Pervin de doktorun karşısında ayağa kalkarak söyleyeceklerini merakla beklemeye başladılar. “Doğrusunu isterseniz ağlamaması konusunda kesin bir şey söyleyemem; ses telleri ile ilgili olduğunu düşünmüyorum. Bu nedenle birkaç gün sonra onu, beyin cerrahisine, muayene ettirmenizi tavsiye edecektim, ama şu da var ki, bebeğin diğer tahlilleri tertemiz, hiçbir sorun yok.” deyince hem Zühal hem de Ahmet’le Pervin, sevinçle doktora teşekkür ettiler. Taburcu işlemleri ertesi sabah saat 9’da olacaktı. Geceyi hastanede geçirecek olan annenin, doktorun, bebeğin tahlillerin iyi çıktığını söylemesi üzerine duyduğu kaygı yok olup gitmişti. Pervin’le Zühal hastanede sabahlayacak, Ahmet de sabah, onları almaya gelecekti.

Ertesi sabah Ahmet’in getirdiği ticari taksi ile evlerine döndüler. İlk gün Sinan’ın ağlamıyor oluşu konuşuldu durdu. Birkaç gün sonra ise Ahmet’in işe başlaması gerektiğinden Pervin, Zühal tamamen toparlanıncaya kadar onlarla kalmaya karar verdi. Sinan’daki garipliklerin sadece ağlamamakla kalmadığını, emzirme saatlerinin sürekli bir periyodu takip ettiğini ilk fark eden Pervin oldu. Sinan’ı emzirmeye çalışan annesinin dört saatte bir emzirebildiğini, dört saat dolmadan bebeğin süt emmediğini fark eden Pervin,

‘’Zühal, dikkat ettim de bebek dört saatte bir süt emiyor, aralarda ne kadar zorlarsan da emmiyor.’’ dedi.

Zühal bunun üzerine kaç kere denediyse de bebeğin gerçekten dakikası dakikasına, dört saatte bir süt emdiğini dahası uyku saatleri, uyanık olduğu süreler ve beslenme saatlerinin hiç şaşmadığını fark etti. Günlerce bebeğin davranışlarını takip eden aile gittikçe kaygılanmaya başlamıştı.

‘’Korkuyorum, Sinan’ın neden böyle olduğunu bilmiyorum. Bu bir tür hastalık mı, özür mü?’ Sağlıklı görünse de ağlamaması, uyku saatlerinin aynı olması, emme saatlerinin dakika şaşmaması ne anlama geliyor?’’ diye soran Zühal’e ‘’İnsanı anlıyormuş gibi bakması beni de korkutmaya başladı, bir hoca mı çağırsak?’’ dedi Pervin. Ahmet’in hoca işine karşı çıkacağını biliyorlardı, bu nedenle hastaneye gitmeye karar verdiler. Zaten Dr Selim de kontrole getirilmesini istemişti.

Ahmet çalıştığı iş yerinden sık izin alamadığı için Sinan’ı annesi ile halası hastaneye götürdüler. Dr. Selim’in de önerisiyle ya nörolojiye ya da beyin cerrahisine gidilecekti. Sabah 8’de hastaneye gittiklerinde nörolojiye sıra kalmadığını ama beyin cerrahisine sıra alabileceklerini söyleyen sekreterden mecburen beyin cerrahisine sıra aldılar. Saat 10’a doğru sıra kendilerine gelebilmişti. Dr. Erdal, ‘’Buyurun şikâyetiniz nedir?’’ diye sorunca, Zühal konuya nasıl gireceğini bilemeyince Pervin, ‘’Hocam; bebek doğalı yedi gün oldu ama ne doğduğunda ne de bu yedi gün boyunca hiç ağlamadı.’’ dedi. Dr. Erdal hiçbir şey söylemeden bebeği muayene etmeye başladı. İlk önce gözlerini muayene eden doktor, bebeğin sağlıklı olduğuna karar vermişti bile. Ellerini, kollarını, bacaklarını hem şekil bozukluğu hem de güç bakımından inceleyen Dr. Erdal, ‘’Hiçbir sorun görünmüyor.’’ deyince, Zühal, ‘’Hocam, bir bebek eşyalara odaklanabilir mi?’’ diye sorunca, ‘’Nasıl yani, tam anlayamadım.’’ dedi. ‘’Doğumdan sonra, onu muayeneye gelen çocuk uzmanının saatine bakmıştı, zaten size gelmemizi o söylemişti,’’ diye söyleyen Zühal’e, ‘’Hadi canım, bebek mi?’’ ‘’Evet, Hocam; Sinan, biz eve gittikten sonrada kendine gösterdiğimiz kaşık gibi parlak nesneleri gözüyle takip ediyordu. Doktor masadaki çelik kalemi Sinan’a gösterip hareket ettirince annenin doğru söylediğini anladı.’’ ‘’İnanılmaz, dedi. Gerçekten de bebek nesneyi gözüyle takip ediyordu. Ama bu durumda doktorun da söyleyebileceği pek bir şey yoktu. Pervin, ‘’Hocam ne yapacağımızı ne düşüneceğimizi bilmiyoruz.’’ dedi. ‘’Beyin tomografisi çekelim, sonra da EEG yapalım, ben de daha önce böyle bir şeyle karşılaşmadım.’’ dedi. Tetkik formalarını Pervin’e verip, ‘’Acil tomografi bölümüne gidin, orada randevu almanıza gerek kalmayacak, film çekilir çekilmez de yanıma gelin.’’ dedi.

Öğlenden sonra Doktor Erdal’ın yanına tekrar döndüler. Zühal, ‘’Film ve EEG çekildi, bakabilir misiniz? deyince Dr.Erdal, monitörden Sinan’ın sonuçlarını açıp incelemeye başladı. Tomografi görüntülerini inceleyen doktor gözlerini kocaman açmış hayretle bakıyordu. Zühal,
‘’Hocam; bize bir şey söylemeyecek midiniz?’’ diye sorunca, ‘’Siz burada bekleyin, ben hemen geleceğim’’ diyerek odayı terk etti. Doktorun odasındaki boş sandalyelere oturup beklemeye başlayan Zühal’le Pervin kendi aralarında, konuşmaya başladılar. Zühal, ‘’Kötü bir şeyler var, hiç iyi hissetmiyorum.’’ deyince, Pervin, ‘’Sabırla bekleyeceğiz, belki kötü bir şey değildir. Neden hemen aklına fena şeyler getiriyorsun ki?’’ deyince Zühal gözyaşlarına hâkim olamadı. Kucağındaki Sinan’a sıkıca sarılıp, ‘’Ne olursa olsun, sen benim oğlumsun; hayatım boyunca sana bakmak zorunda kalsam da bakarım.’’ diyen Zühal neredeyse Sinan’ın özürlü olduğuna artık emindi.

Doktorun dönmesi yarım saatten fazla sürmüştü. Odaya girince kapıyı arkadan kilitleyip, ‘’Lütfen önce sakin olun ve beni dikkatle dinleyin.’’ dedi. Doktoru dinlemekten başka çareleri olmayan anne ile hala, pür dikkat dinlemeye koyuldular. ‘’Sinan’ın beyni ile ilgili bir durum var, ama ne olduğunu bilmiyorum.’’ deyince, Pervin, ‘’Doktor Bey; lütfen bize açık açık söyleyin, Sinan’ın nesi var?’’ ‘’Bakın; normalde insan beynini iki yarım küreden oluşur; sağ ve sol hemisferler ama Sinan’da beyin anatomisi farklı.’’ Doktoru gözyaşları dökerek dinleyen anne, ‘’Sinan özürlü mü Hocam, lütfen doğru söyleyin.’’ deyince, ‘’Özürlü diyemem. Aslında böyle bir durumla hiç karşılaşmadım. Çünkü Sinan’daki durumun ne olduğunu bilmiyorum. İnsanların beyninin iki yarım küreden oluştuğunu söylemiştim. Sinan’da ise inanılmaz şekilde üç yarım küre var.’’ dedi. Anne doktorun anlattıklarından ötürü gittikçe bebeği için daha çok üzülmeye başlamıştı. Pervin ise doktoru anlamaya çalışıyordu. ‘’Bakın bu durum, belki de bilim tarihine girmesi gereken bir durum. Çünkü böyle bir şeyle karşılaşan ilk kişiler biziz. Bu nedenle Sinan’ın haftada bir bana getirilmesini istiyorum. Onu düzgün ve düzenli bir şekilde takip edeceğim. Siz de onu sürekli gözlemleyip ondaki farklı durumları kaydedin. Şimdilik daha üst bir merkeze gitmeye gerek görmüyorum ama gerektiğinde bizzat kendim onunla birlikte gideceğim.’’ dedi. Pervin, ‘’Yani bebeğin gelişimini takip edeceğiz; belki de beynindeki bu farklılığa rağmen normal biri olacak, öyle mi?’’ Diye sorunca, ‘’Evet, aynen öyle; sadece takip etmeliyiz.’’ dedi. Masasındaki kartvizitlerden Pervin’e uzatan doktor, ‘’Günün hangi saati olursa olsun, ne olursa olsun, farklı bir durumla karşılaşırsanız beni arayın.’’ dedi. Doktora teşekkür ederek çıkmak üzere kapıya yönelen aileye, seslenen doktor, ‘’Ha! Bu arada, bu durumu hiç kimseye anlatmayın; bu sizinle benim aramda kalırsa sevinirim. Haftaya bebeği yine getirin; geldiğinizde doğrudan buraya gelin, sıra almanıza gerek yok.’’ dedi. Zühal’le Pervin doktora teşekkür edip eve döndüler.

Ahmet akşam işten döndüğünde, ‘’Ne yaptınız, doktora gittiniz mi?’’ diye sorunca, Zühal, ‘’Evet, gittik ama bir şey anlamadık.’’ dedi. ‘’Doktor hiçbir şey söylemedi mi?’’ ‘’Aslında, Sinan’ın beyninin normal olmadığını söyledi.’’ diyen Zühal’i üzmek istemeyen Ahmet duygularını, üzüntü ve korkusunu belli etmemeye çalışarak, ‘’Gelecek sefer ben de gitsem iyi olacak.’’ dedi. Pervin, o esnada mutfakta yemek yapmakla uğraşıyordu. Ahmet’in sesini duyunca yanlarına gelerek Ahmet’in kucağındaki bebeği sevmeye başladı. ‘’Sen ne anladın doktordan?’’ diye sorunca, Pervin, ‘’Doktor, Sinan’ın beyninde bir anormallik olduğunu, ama bunun bir özür veya hastalık olup olmadığını bilmediğini, kendisinin de ilk kez böyle bir şeyle karşılaştığını söyledi, deyince, ‘’Doğrusu bende bir şey anlamadım.’’ dedikten sonra Sinan’ı sevmeye devam etti. Sinan’ın yuvarlak beyaz bir yüzü; seyrek, düz, siyah saçları vardı. Gözleri koyu gri renkteydi. Babası onu kanepeye yatırmış ellerinden tutup kaldıracakmış gibi yapıyordu. Sinan ise gerçekten kalkmaya çalışır gibi babasının ellerini çekiyordu. O esnada Ahmet, Sinan’ın gözlerine bakıyordu. Bir an Sinan’ın göz bebeğinin mavi bir renge dönüşüp tekrar koyulaştığını gören Ahmet, ‘’Siz de gördünüz mü?’’ diye heyecanla sorunca, Zühal, ‘’Neyi gördünüz mü?’’ diye sordu. ‘’Gözbebeği renk değiştirdi; sanki önce mavi oldu sonra tekrar eski rengine döndü.’’ deyince Pervin, Sinan’ın gözlerini incelemeye başladı. Zühal ise, ‘’Saçmalamayın, daha neler.’’ dedi. Ahmet, ‘’Yemek hazır mı, çok acıktım.’’ deyince bebekle oynayan Pervin, ‘’Evet, hazır. Mutfağa geçebiliriz.’’ dedi. Bebeği yatağına yatırıp mutfağa geçtiler.

Herkes tabağındaki yemeğe odaklanmış, sessiz sedasız yemekle meşguldü. Sinan ile ilgili konuşmasalar da, aslında herkesin aklında aynı konu vardı. Ahmet çay yapmak için çaydanlığa su doldurup ocağa koyduktan sonra, “Pervin; kaynayınca çayı demlersin, ben Sinan’a bakayım biraz.’’ diyerek salona geçti. Zühal, Pervin’e yardım etmek için mutfakta kaldıysa da Pervin onun yardım etmesine izin vermedi. Sofrayı toplayıp bulaşıkları yıkamayı henüz bitirmişlerdi ki kapının çaldığını duydular; Zühal, Ahmet’e, “Ahmet; kapıya bakar mısın!” diye seslenince, Ahmet kapıyı açmaya gitti.

Pervin çayı demledikten sonra Zühal’e “Hadi, salona gecelim.” dedi. Salona geçtiklerinde Ahmet’in Doktor Erdal’la beraber oturduğunu görünce şaşakaldılar, Zühal, ‘’Aaa! Doktor Bey; gelen siz miydiniz?’’ diye sorunca, ‘’Evet, telefon numaranızı almayı unutmuştum ama hastane sistemden adresinizi buldum.’’ dedi. Zühal, ‘’Hoş geldiniz.’’ diyen Zühal, doktorun evlerine kadar gelmiş olmasını tuhaf bulsa da merakını dile getirmedi. ‘’Siz gittikten sonra Sinan’ın durumunu iyice inceledim. Ve bir an önce görüşmemiz gerektiği için buraya geldim.’’ dedi. Pervin yeni demlediği çayı ikram ederken, ‘’Hocam; aç mısınız, yemek de hazır.’’ deyince, Dr .Erdal, ‘’Teşekkür ederim, aç değilim.’’ dedi. Karşılıklı oturmuş çaylarını yudumluyorlarken konuya giren doktor, ‘’Bugün Sinan’ın beyin yapısını iyice inceledim. Sizi korkutmak istemem ama bu durum başkaları tarafından fark edilirse bebeğe el koyabilirler. Böyle bir vakayı incelemek isteyeceklerdir.’’ dedi. Ahmet, sinirli bir edayla elini kolunu sallayarak, ‘’Hiç kimse oğlumu benden alamaz, buna asla izin vermem!’’ diye öfkeyle tepki gösterdi. Zühal ise elinde olmayarak ağlamaya başladı. Aslında neyle karşı karşıya olduğunu bilmiyordu ama doğumdan sonra böyle şeyler ona ağır gelmişti. ‘’Ben de bu nedenle geldim zaten; sizin de müsaadeniz olursa oğlunuzun takibini yapmak istiyorum. Ayrıca onun bu özel durumundan kimse haberdar olmasın.’’ diye bu takibi resmi olarak değil, bir aile dostunuzmuş gibi yapmak istiyorum.’’ dedi. Ahmet, ‘’Peki, Hocam; siz ne düşünüyorsunuz? Sinan’ın bu durumunun açıklaması nedir?’’ diye sorunca, ‘’Bakın Ahmet Bey; bu daha önce karşılaştığımız bir durum değil ama bunun belki de genetik bir mutasyon; yani, genlerindeki bir arıza sonucu oluştuğunu düşünebiliriz. Sonuçta Sinan’ın beyni normal insan beyninden farklı.’’ dedi. ‘’Hocam; o halde, siz nasıl uygun görürseniz öyle yapalım, ama oğlumu hiçbir şekilde benden alamazsınız, bunu peşin söyleyeyim.’’ deyince, ‘’Evet, böyle bir şey olmasın.’’ diye Sinan’ın takiplerini gayrı resmi yapacağım zaten. Onun böyle olduğunu, biz bildirinceye kadar hiç kimse bilmeyecek.’’ dedi.

Doktorun teklifi aileye makul gelmişti. Hem hiçbir ücret ve karşılık beklemeden, oğullarının takibini yapacağı için Doktor Erdal’a minnet de duymuş, doktorun bu özel ilgisinden memnun olmuşlardı. Doktor gelmişken Sinan’ı muayene etmek istediyse de, Sinan uyuduğu için ona dokunmadılar. Dr. Erdal ailenin telefon numaralarını da aldıktan sonra onlardan müsaade isteyerek gitti.

Doktor Erdal, Sinan’ın ailesini ziyaret ettikten sonra evine dönmüştü. Eşi Sevinç, ‘’Nerede kaldın, yine ameliyat falan mı çıktı?’’ diye sorunca, ‘’Hayır, bugün poliklinikçiydim. İlginç bir hasta geldi, onunla ilgilendim.’’ dedi. ‘’Bu saate kadar mı? ’diye kuşkulu şekilde sorunca, ‘’Getirilen bir bebekti daha yedi günlük. Ama sıradan bir bebek değildi.’’ dedi. Sevinç, eşinin geç gelmesinden dolayı bahaneler uydurduğunu düşündüğü için biraz da alaycı şekilde, ‘’İlgini çektiğine göre baya farklı bir durum olsa gerek.’’ dedi. Dr. Erdal durumu açıklığa kavuşturmak için, ‘’Bu, hayatımın fırsatı bile olabilir; inanamayacaksın belki ama bu bebeğin kafatasının içinde üç tane beyin var.’’ dedi. Sevinç, ‘’Üç beyinli bir bebek, öyle mi? Bence, geç gelmelerine daha tutarlı gerekçeler bulsan iyi olur.’’ dedi. Erdal Bey, cep telefonuna kaydettiği görüntüleri göstererek, ‘’İnanmıyorsan bak.’’ diyerek telefonu Sevinç’e uzattı. Sevinç de psikiyatri uzmanı bir hekim olduğu için insan anatomisine en az kocası kadar hâkim biriydi. Görüntüleri inceleyen Sevinç, ‘’Gerçekten de biri sagittal biri frontal iki tane falks serebri var. Okspital loblalar bütünleşmiş ve yeni bir hemisfer oluşturmuş; inanılır gibi değil.’’ deyince, ‘’Evet, hâlâ şoktayım. Ama bu kadar geç gelmemin sebebi; hastane otomasyonundan bu görüntüleri silip aileyi ziyarete gitmem oldu.’’ dedi, Sevinç, ‘’Başını belaya sokmayasın, dikkatli ol!’’ deyince, ‘’Hayır, ama bu vakayı kendim inceleyeceğim, belki bununla ilgili bir araştırma ve makale hazırlarım. Eminim ki, bu makaleyi sunduğumda yer yerinden oynayacak ve dünyanın en ünlü cerrahlarından biri olacağım.’’ deyince, Sevinç Hanım, ‘’Hımmm! Şimdi heyecanını anlıyorum, umarım istediğin gibi olur. Peki, bebek nasıl ve farklı durumlar var mı?’’ diye sorunca, ‘’Olmaz mı? Bu bebek henüz hiç ağlamadı, ayrıca nesneleri gözüyle takip ediyor. ’dedi. Sevinç, ‘’Eee hadi hayırlısı! Bilim dünyasına yeni bir şeyler katacak gibi görünüyorsun.’’ dedi. Erdal Bey, ‘’Belki de devrim niteliğinde bir şeyler!’’ dedi.

Günler günleri kovalıyor, Sinan’daki farklılıklar ise aile için olağan şeylermiş gibi algılanmaya başlanmıştı. Ahmet için uslu ve akıllı bir çocuktu Sinan ama annesi için bu kadar uslu ve akıllı oluşu iyi bir şey değildi.

Pervin ikinci haftadan sonra babasının evine dönmüş, bebeğin tek arkadaşı annesi Zühal kalmıştı. Ahmet, akşamdan akşama eve dönüyor, sadece Pazar günleri izinli olabiliyordu. Doktor Erdal ise haftada bir bebeği görmeye geliyor, gelişimi ve davranışları ile ilgili notlar tutup gidiyordu. İlk ay bittiğinde Zühal Sinan’ın düzenine göre bir düzen kurmuştu. Altı saatlik periyotlar halinde günü dörde bölmek zorunda kalmıştı. Sinan, sabah 6’da uyanıyor süt emdikten sonra iki saat uyanık kalıp dört saat uyuyordu, sonra bu döngü günde dört defa tekrar edip duruyor, anne de bu döngüye göre hareket ediyordu. Bunun dışında hiç ağlamıyor, annesi konuşunca bir yetişkin gibi dinliyordu.

Gözbebeğinde, arada farklı renkte bir kıvılcım oluştuğu da oluyordu Sinan’ın. Bunu ilk gören babası Ahmet olmuş ama ona inanan olmamıştı. Gerçi bu renk değiştirme olayı o kadar kısa sürelerde gerçekleşiyordu ki, gerçek mi yanılsama mı olduğunu anlamak imkânsız oluyordu. Dr. Erdal henüz bu hadise ile karşılaşmamış ama bu renk değiştirme olayına inanıyordu.

Dr .Erdal, Sinan’ın kan, idrar, gaita ve diğer vücut sıvılarını ayda bir tahlile gönderiyor, bu tahlil sonuçlarını resmi kayıtlara geçirmiyordu. Gerçi tahlillerin hiçbiri olağan dışı değildi. Bütün sonuçlar sıradan sağlıklı bir bebeğin sonuçlarıyla aynıydı. Saç ve tırnak örneklerini genetik incelemeye gönderen doktor, bu numunelerde bir kromozom bozukluğu veya genetik bir anomali de bulamamıştı. Hâsılı kelâm her şey olağan ama bebek olağan dışıydı. Sinan altı aylıkken yürümeye ve dokuz aylık olduğunda konuşmaya başlayıncaya kadar incelemeler devam etti. İlk yıl dolduğunda Dr. Erdal’ın elinde erken gelişen bir çocuğun verilerinden başka sadece beyin yapısının farklılığı ile ilgili görseller vardı.

Sinan, neredeyse hiç hastalanmıyor, bebeklik rutinleri büyüdükçe değişiyordu. Artık sabah 6’da uyanıp gece 9’da uyuyordu. Günde iki öğün yemek dışında hiçbir şey yiyip içmiyordu. Genelde durgun ve suskundu. Arada annesinin cep telefonuyla vakit geçirmek dışında hiçbir şey yapmıyordu. İki yaşına girinceye kadar da durum böyle devam etti. İki yaşına girdiğinde onu psikiyatrik açından değerlendirmek isteyen Dr. Erdal bunun için eşi Sevinç’ten yardım istemişti. Sinan’ı evinde muayene eden Sevinç, eve döndükten sonra, ‘’Onu bir daha görmek isteyeceğimi sanmıyorum.’’ dedi. Erdal Bey eşinin bu tepkisine bir anlam verememişti. ‘’Neden böyle söyledin? Gayet akıllı ve uslu bir çocuk, onun hakkında izlenimin nedir ki?’’ diye sorunca, Sevinç, ‘’Zihnimi okuduğuna yemin edebilirim, ben onu değil, o beni muayene etti.’’ dedi. Görüşmeyi, Sevinç’le Sinan’ı ayrı bir odaya alarak gerçekleştirmiş ve videoyla kayıt altına almışlardı. Dr. Erdal, ‘’Ne demek istediğini tam olarak anlayamadım, onda seni rahatsız eden neydi? diye sorunca, ‘’Biz hiçbir şey bilmiyoruz ve bu konuda bir daha bana soru sormanı istemiyorum.’’ dedi. Dr. Erdal eşinin konuşmak istememesi üzerine video kaydını seyretmek için çalışma odasına gitti.

Sinan kendi odasındaki yatağına oturmuştu. Sevinç selam vererek içeri girmiş, ‘’Merhaba Sinan, ben Doktor Sevinç, seninle konuşmak istiyorum.’’ diyerek karşısında bir sandalyeye oturmuştu. Sevinç oturunca Sinan da ona merhaba demiş ama bundan sonra yaklaşık otuz dakika boyunca ne Sinan konuşmuş ne de Sevinç konuşmuştu. Selamlaşma bölümünü tekrar izleyen Erdal Bey, Sevinç oturup Sinan’a baktığında Sinan’ın göz bebeklerinin çok kısa bir süre bir ışık yaydığını ve ondan sonra Sevinç’in hipnoz olmuş gibi yarım saat Sinan’ın karşısında hiçbir şey konuşmadan oturduğunu izlemişti. Görüşme Sevinç’in, “Teşekkür ederim Sinan.” demesi ve odadan çıkmasıyla bitiyordu. Dr. Erdal izlediği şeylere bir anlam verememiş olsa da Sevinç’le Sinan arasında telepatik bir sohbetin gerçekleşmiş olduğuna emindi. Erdal Bey Sevinç’i yatak odasında uzanmış görünce yanına oturup, “Videoyu izledim.” dedi. Sevinç, “İyi.” diyerek karşılık verip susunca, ‘’Hiçbir şey konuşmadan yarım saat oturduğunuzu izledim.’’ dedi. Sevinç bu konuda konuşmamaya yemin etmiş gibi suskundu. ‘’Aranızda telepatik bir sohbet olmuş.’’ diye düşünüyorum, dedi Erdal Bey, Sevinç, ‘’Lütfen bu konuyu kapatır mısın, bu konuda konuşacak hiçbir şeyim yok.’’ dedi. Erdal Bey eşini daha fazla zorlamak istemedi. ‘’Özür dilerim, bu konuda sana bir daha bir şey sormayacağım.’’ deyince Sevinç, ani bir hareketle oturup, ‘’O çocuğu rahat bırak, hiçbir şey elde edemeyeceksin!’’ diyerek haykırdı. Dr. Erdal ne diyeceğini bilemedi. Kaygılı gözlerle Sevinç’e baktıktan sonra mutfağa gidip dolaptan çıkardığı soğuk suyu bir bardağa doldurup bir yudum içtikten sonra sandalyeye oturup ağır ağır su içmeye devam etti. Sevinç mutfağa girdiğinde Dr. Erdal mutfak masasına dirseklerini dayamış elleriyle saçlarını çekiştirip duruyordu. Sevinç, ‘’Hiçbir şeye ihtiyacımız yok, ikimiz de doktoruz, mutlu ve huzurlu bir yaşantımız var.’’ dedi. Dr. Erdal yüzünü kaldırıp Sevinç’e baktı,
‘’İki yıldır bu vakayı takip ediyorum, bunu görmezden mi geleyim?’’
‘’Onun istediği dışında hiçbir şey elde edemeyeceksin. Bu nedenle onunla uğraşmayı bırakmalısın.’’
‘’Onunla, ne konuştuğumuzu bilmek istiyorum.’’ deyince Sevinç,
‘’Anlatmam imkânsız, ama hayata dair çok şey öğrendim, diyebilirim. Onun bana anlattıkları bana özel şeylerdi, bu nedenle, sen dâhil hiç kimseye anlatamam.’’ dedi.
‘’Peki, ne yapmamı istiyorsun?’’ diye sorunca, ‘’Onunla arkadaş kalabilirsin, ama onu incelemekten vazgeç, belki böyle yaparsan sana da bazı şeyler anlatır.’’ dedi. ‘’İki yıldır onunlayım, bana hiçbir şey söylemedi.’’
‘’Çünkü sen ünlü olmak peşindesin, babası çocuk üzerinden zengin olmak peşinde, annesi ise onun bir ucube olduğunu düşünüyor. O ise her şeyin farkında.’’ deyince, Dr. Erdal, ‘’Bunları sana o mu söyledi?’’
‘’Son kez söylüyorum, onu rahat bırakın. Ve emin olun ki, o ne isterse o kadarını öğrenebilirsiniz.’’ dedi. Sonra eşine sarılan Sevinç, ‘’Hayat, çok güzel.’’ diyerek eşini öptü. Dr. Erdal, o anda bilimsel bir deney uğruna hayatı ıskaladığını anladı. ‘’Yarın Sinan’la vedalaşmaya gideceğim.’’ dedi…

Kasım 1986, günlerden Salı; Dr. Erdal evden çıktığında sonbaharın kızıl renkteki solmuş yapraklı ağaçlarına baktı. Siyah arabasının camına düşmüş olan bir çınar yaprağını eline alıp ufaladıktan sonra, “Bundan sonra, sadece yaşamak için yaşayacağım.” dedi. Arabasının kontağını çevirip doğruca Sinan’ın evine gitti.

Kapıyı Ahmet açınca şaşıran Erdal Bey, ‘’İşe gitmemişsiniz!’’ diyerek Ahmet’le selamlaştı. Ahmet, onu içeri davet edince içeri giren doktor, ‘’Sinan nerde?’’ diye sorunca, Zühal, ‘’O gitti.’’ dedi. Erdal Bey şok olmuştu. ‘’Nasıl yani! İki yaşında bir çocuk nereye gidebilir ki?’’ diye sorunca, Zühal, ‘’Dün akşam ikimizi karşısına alıp, ‘’Anne seni seviyorum ama normal bir çocuk olmadığım için üzgünüm.” dedi. Sonra babasına, “Banka hesabını kontrol et; artık çalışmana gerek yok, ama dikkatli kullan.” dedi. Biz hayret ve şaşkınlık içindeydik. Ona, “Nereye gideceksin?” diye sorunca, “Sanırım Sirius’a.” dedi. Ne diyeceğimizi ne yapabileceğimizi bilmiyorduk. Sonra bize bir zarf uzatarak, “Bu da doktorun.” dedikten sonra, “Eşyalarımı toplamalıyım.” diyerek odasına gitti. Biz o sırada ciddi olduğuna bile inanmıyorduk. Babası kartı kontrol etmek için internet hesabını açınca orada yüklü miktarda para olduğunu gördük. Bunu görünce, onun ciddi olduğunu anladık. Odasına gidip kontrol etmek istediğimizde onun orada olmadığını görünce şok olduk. Odasındaki halıda dairesel bir yanık vardı ama o odada değildi, dedi. Dr. Erdal kendisine bırakılan zarfı açınca bunun bir mektup olduğunu anladı. Oturup okumaya başladı.

Sevgili Erdal Bey; Siz bunu okuduğunuzda ben buradan ayrılmış olacağım. Size daha önce anlatmadığım bir şeyler anlatarak vedalaşmak istiyorum.

Ben daha annemin karnındayken mutlak bilinci gördüm. Aklım inanılmaz bir hızda çalışıyordu. Daha doğmadan önce konuşulanları anlamaya başlamıştım. Yani dilinizi biliyordum. Annemin karnında sizin zamanınızla dokuz ay kalmış olsam da benim zamanımla doksan yıl sürmüştü doğmam. Ondan sonraki her günüm, sizin gün ve gecelerinizden farklıydı. İki yaşına geldiğimde aslında iki bin yaşıma gelmiştim. Ama bunu anlatmak ve anlamanızı beklemek mümkün değildi.

Dünyada iken şunu anladım; siz, mümkün ile mümkün olmayanı ayırt edemiyorsunuz. Mümkün olan binlerce güzellikleri mümkün görmeyip ihtiraslarınız için mümkün gördüğünüz şeylere yöneliyorsunuz. Evrenin temelindeki mutlak bilinci ve sevgiyi görmüyorsunuz. Bilinç ile madde arasındaki perdeleri yırtmaya cesaret edemiyorsunuz. Tarihiniz ise bilince ulaşmış insanları katletmekle dolu. Ben burada doğmuş olsam da buraya ait değilim. Ben mutlak bilincin olduğu yere gidiyorum. Burada kalıp size yardım etmek isterdim; ama bunu size sunan herkes gibi ya öldürülecek ya da kobay olarak kullanılacaktım. Ben, uzay ve zamanın bana uygun olduğu; benim düşünce hızım ile zamanın uyum halinde olduğu bir yere gidiyorum. Size ise tabiatla aranızda bir bilinç oluşturmanızı tavsiye ediyorum. İradeniz tabiatla uyumlu hale gelmedikçe kendi sonunuzu getirmekten başka hiçbir şey üretemeyeceksiniz. İrade ise mutlak bilincin maddi evrene yansımasıdır. Bilincin sizden tek istediği şey ise sevgidir. Hoşça kalın… SİNAN…

Orhan AKSOY

Leave a Comment

İlgili İçerikler