ÖLÜM VE DOĞUM GÜNÜ Bir çukur açıyorum yıllardır. Kazıyorum derine, magmaya yakın en dibe. Çabalıyorum, yoruluyorum, ağlıyorum. Gözlerim şiş, acı dolu uyanıyorum. Öyle bir...
MEVSİMLER GELİP GEÇERKEN SANAT, EDEBİYAT VE DERGİLER
1975 yılında yapılan 4’üncü “Altın Kelebek Ödül Töreni”nde yılın en iyi şarkısı seçilen “Sen Mevsimler Gibisin”in güfte ve bestecisi Selami Şahin’dir. Sözleri şöyledir:
Sen gidince ruhumu bir alev sardı/Ağlayan gözlerimde hatıran kaldı
Bir zamanlar seninle mesut yaşardık/Şimdi o mutlu günler mazide kaldı
Yalancı dünya gibi yalancısın sevgilim/Sen mevsimler gibisin değişirsin sevgilim
Uzanan ellerimi bomboş bıraktın /Gözlerimde yaş olup sel gibi aktın
Son ümidim sendin sana inandım/Ummadığım bir anda beni bıraktın
Yalancı dünya gibi yalancısın sevgilim/Sen mevsimler gibisin değişirsin sevgilim
Yukarıdaki güftede “mevsimler” metaforuyla anlatılmak istenen; insan denen varlığın değişken ruh hȃlini gözler önüne sermektir. Kış mevsiminin soğuk ve puslu havasındaki karamsarlığı, ilkbaharın coşkulu ve delişmen havasını, yaz mevsimi ise kış boyunca kapalı mekânlara hapsolmuş ve güneşin sıcaklığına hasret insanların serin köşeler kapma çabalarını -hayatın tezatlığı-, sonbaharın; tabiatı değiştiren, dönüştüren tatlı sert havasını betimliyor.
Başka bir bakış açısına göre de mevsimlerin birbiri üzerine devrilip bir yılı, yani bir bütünü -canlı varlığın yaşamı- oluşturduğuna göre şöyle bir çıkarımda bulunabiliriz:
İlkbahar; bir bebeğin doğuşunu, büyüyüp serpilişini, yaz mevsimi; yetişkin hâliyle çalışma ve içtimai hayata dâhil olmasını, sonbahar; emeklilik hayatı yaşayarak yavaş yavaş hayattan elini eteğini çekmesini, kış mevsimi ise kaçınılmaz son olan ölüm ve ölüm sonrası Kur’an’da haber verildiği gibi “İnsanların, âlemlerin Rabb’i için kalkacağı gün” (Mutaffifin Suresi, 6) Kıyamet Günü’nü ve ebedî hayatı simgeler.
İnsan üzerinden yaptığım bu örneklemelerin bazıları tüm canlı varlıklara da şamildir. Kısacası mevsimler; canlı varlıkların hayatlarını idame ettirdikleri ve bir döngü içinde var olmaya çabaladıkları zaman dilimini imler.
Mevsimlerle ilgili birçok güzel söz ve atasözü söylenmiş, bir o kadar da güfte yazılmıştır. Zira mevsimler gelir geçer ve sayılı olan nefesler geçici gölgeliğimiz olan dünyamızda bir aksi seda bırakıp son bulur.
*Kaç baharın yoğurdunu yemek: Çok yaşamak, ömrü uzun olmak. (Reşat Nuri Güntekin)
*İnsanlar mutlu olduklarında mevsimin kış mı, yaz mı olduğunu fark etmezler. (Anton Çehov)
*Üzülme! Dikenden gül bitiren, kışı da bahar hȃline döndürür. (Mevlana)
*Unutmayın; baharda kışı, kışın da baharı özler insan. Ne uzaksa onu özler. Kavuşmak şart mı? Boş ver… Bazı şeyler yokken güzel. (Özdemir Asaf)
*Yağmur yağsa kış değil mi? Kişi hâlini bilse hoş değil mi? (Atasözü)
*Yazın sıcakta terleyen, kışın soğukta üşümez. (Atasözü)
*Karıncadan ibret al, yazdan kışı karşılar. (Atasözü)
*Yazın yorulmayan, kışın kurulmaz. (Atasözü)
Bu tür ve buna benzer hikemi sözler yaşamın içindeki insanoğluna yol gösterir, rehber olur.
Hayatın içinde var olan mevsimlerle ilgili birkaç roman da yazılmıştır. Örneğin:
*Ferit Edgü, “Hakkâri’de Bir Mevsim”
*Demir Özlü, “Bir Yaz Mevsimi Romansı”
*Darien Gee, “Umut Mevsimi”
*Gün Zileli, “Mevsimler”
Merdinin namerdinin belli olmadığı, adalet, hak, hukuk gibi evrensel değerlerin rafa kaldırılıp muktedirin elindeki kantarın şirazesinden kaydırıldığı, savaş ve terör tehdidi altında oradan oraya savrulan, yoksulluk ve açlık sınırında yaşayan, işsiz ve mutsuz insanların çoğaldığı günümüzde tek nefes alabileceğimiz iki ortam kaldı:
Hızla azalan ormanlarımız bir de sanatsal faaliyetlerin yapıldığı ortam…
ABD’deki Drexel Üniversitesinden araştırmacılar, sanatsal faaliyet ile stres seviyesi arasında negatif bir ilişki bulmuşlardır. Kırk beş kişilik grup üzerinde yapılan ankette verilen cevaplar kategorize edildiğinde yedi tema öne çıkmıştır:
- Rahatlama duygusu
- Zevk ve eğlenme duygusu
- Kendisi hakkında yeni bir şeyler öğrenme
- Kısıtlamalardan özgürleşme
- İlk çatışmadan sonraki çözülmeye doğru evrimsel bir süreci deneyimleme
- Bir akış içinde bulunma, sanat işi içinde kendini kaybetme
- Gelecekte de sanat yapma arzusu
Peki, şimdi de sanat nedir ve çeşitleri nelerdir sorusuna cevap arayalım:
Sanat: İnsanlık tarihinin her döneminde var olan bir olgudur. İnsanlığın geçirdiği evrimler ve yaşama şekilleri; yaşama ve sanata bakışlarını, sanat biçimlerini değiştirmiş, her dönemde ve her toplumda “sanat” farklı görünümlerde ortaya çıkmıştır. İnsanoğlunun zihin, akıl, zekâ ve muhayyile yoluyla elde ettiklerinin toplandığı üç kümeden biri felsefe, diğer ikisi sanat ve bilimdir.
Bugün sanatın “duygusal ve düşünsel etkileme gücü”ne sahip oluşu daha belirleyicidir. Bu anlayışa en uygun tanımı yapan Thomas Munro’ya göre “Sanat; doyurucu, estetik yaşantılar oluşturmak amacıyla dürtüler yaratma becerisidir.”
Sanat, güzel ile uğraşır. Güzel ise göreceli bir kavramdır. Kendi içinde tutarlı bir bütünlüğü taşıyan şey ne kadar kötü olursa olsun, estetik açıdan güzeldir.
Ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sanat üzerine söylediği şu veciz söz sanatın gücünü ortaya koyması açısından çok önemli bir tespittir:
“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”
Edebiyat da bir sanat olduğuna göre edebiyatın tanımını yapalım. Nedir edebiyat?
Edebiyatın Etimolojisi ve Tanımı:
Edebiyat kelimesi, Arapça “adabiyyāt” kelimesinden gelir. Kelime “Adb” kökünden gelen ve 1. görgü, terbiye, konuk ağırlama adabı, 2. yaşam tarzına ilişkin hikâye ve gözlemlerden oluşan anlamlarına gelen “adab” kelimesinin çoğul hȃlidir. İlk kez “Şinasi” tarafından günümüzdeki anlamıyla bir sanat türünün adı olarak kullanılmıştır.
Edebiyatın, edebiyatçılar tarafından ortak bir kanıya varılmış tanımı bulunmamaktadır. Edebiyat tanımlanması, Platon’un “Devlet” adlı eserinden günümüze kadar sürmektedir. Stendhal, Georgi Plehanov, M. Parkhomenko, A. Myasnikov, Boris Suchkov kendi bakış açılarına göre edebiyatın tanımını yapmışlardır. İngiliz edebiyat eleştirmeni Terry Eagleton ise “Sağlam ve değişmez değerleri olan ve birtakım ortak özellikleri paylaşan eserler anlamında bir edebiyat tanımı olamaz.” değerlendirmesinde bulunmuştur.
Okuyanlara estetik bir doyum sağlamak amacıyla yazılmış ya da böyle bir amacı olmasa bile biçimsel ve içeriksel özellikleriyle bu düzeye ulaşabilen bütün yazılı eserlere “edebiyat” diyoruz. Edebiyat bir anlatım biçimidir. Düşünce ve duyguları güzel ve etkili bir biçimde anlatma sanatı olarak da tanımlanabilir. Herhangi bir metnin edebiyat eseri sayılabilmesi için, sanatsal değerler taşıması gerekir. Edebiyatın ne olduğunu anlayabilmek için de ortaya konulan eserin, konuşma ve düzyazı dilinden farklı olan yanlarını ortaya koymak gereklidir.
Edebiyat kendi içinde; şiir, hikâye, roman, deneme, masal, makale, fıkra (köşe yazısı), inceleme, röportaj gibi dallara ayrılır.
İster matbu isterse de dijital ortamda olsun edebiyat okurlar için yapılır. Boş vakitlerimizi doldurmak için değil, bilakis okumak için zaman yaratılmalıdır.
Okuma dediğimizde aklımıza kitap, gazete ve hiç şüphesiz ki dergiler gelir. Kitap ve gazetelerin işlevleri birbirinden çok farklıdır. Edebiyat ve düşünce, birbiriyle bağlantılı iki kavramdır. Bu iki kavramın birbirini en iyi ifade ettiği yer edebiyat dergileridir. Birden çok düşünceyi, birden çok felsefeyi yansıtarak edebiyatın akacağı mecrayı oluştururlar.
Cemil Meriç’in dediği gibi “Dergiler, sanatçıları yetiştiren bir mekteptir.” Bünyesinde onlarca şair ve yazarı barındıran, Yeni Türk Edebiyatına kaynaklık eden bu dergiler, özgür düşüncenin zuhur ettiği kalelerdir. Sanat ve kültür adamları arasında köprü kurarak bilgi alışverişini ve haberleşmeyi sağlar. Edebiyatımızın yenileşmesinde, siyasi, sosyal ve kültürel fikirlerin yansıtılmasında, edebî türlerin gelişmesinde ayna görevi görür.
Dergiler, edebiyat dünyasının ana vitrinidir. Bazen düşündüren bazen de gülümseten kapak çizimleriyle okurun göz zevkini okşadığı gibi birbirinden güzel edebî eserler ile okurun dimağına tatlı bir rayiha aşılayan dergiler hayatımızda hep olmalı…
Birbiriyle çatışan değil, birbirini besleyen dergiler var olduğu sürece edebiyatımız adına ümitvar olmalıyız.
Fatma Türkdoğan