0

BEYAZ GECELER

POLONYA-LİTVANYA-LETONYA-ESTONYA-FİNLANDİYA-2

Dünyadaki şehirlerin her birinde güneşin batışı benzersizdir. Sadece buna şahit olmak için bile yolculuğa çıkılabilir. Güneşin batmaya niyetli olmadığı şehirler de var. Gidelim görelim dedik, çıktık yollara. Gelmeden önce araştırma yaparak öğrendiğimiz, beyaz gecelerin yaşandığı Letonya’ya ulaşmak için sabırsızlanıyorum. Otobüsle giderken gökyüzünde uçan leylekleri görünce attığım sevinç çığlığı herkesi güldürüyor. Turun en genci olmanın bana verdiği yetkiye dayanarak çocuksu hallerim hoş karşılanıyor. Gezilerimin devamı gelecek diye yorum yapanlar haklı çıkıyor. O günden sonra uzak diyarlara kuşlar gibi kanat açtım. Ta ki korona beni durdurana dek. Buna da şükür. Bitti diye üzülmüyorum, yaşandı diye seviniyorum.

Letonya’ya varmadan Litvanya’daki Üç Haç Tepesi’ni ziyaret ettiğimizde yarı hacı olduğumuzu söyleyen rehbere hak vermemek elde değildi. Sayısını hiç kimsenin tahmin edemediği kadar çok olan küçük büyük binlerce haç o tepedeydi. Dilek dileyen bir haç dikiyordu; dileği gerçekleşen tekrar gelip haç dikerek yeni bir dilekte bulunuyordu. Küçük bir dağ olmuştu. Yürürken zorlandığımız haç yığılı tepeye ulaştığımızda içimde bir ürperti hissettim. Gönüllerinden geçen isteklerini düşündüm. Benim de bir dileğim oldu. Kim ne dilediyse gerçek olsun diye içimden geçirdim…

Eşi Rus asıllı olan tur rehberimiz hangi dilde sorulursa sorulsun bize cevap veriyordu. Yol boyu kıyılarda dikilen haçları ve üstündeki çiçekleri merak edip sorunca; Baltık ülkelerinde trafik kazasında ölenlerin, olay yerine haç dikilerek her sene anma töreni yapıldığını söyledi. Çiçek bahçesine benzeyen mezarlıkları görerek yol alıyoruz; sanırsınız herkes aynı günde ölmüş. Mezarların üstü rengârenk çiçeklerle kaplanmış capcanlı, hayatı sorgulatıyor.

Riga’ya girer girmez gördüğümüz manzara nefes kesici. Güneşin en güzel battığı yer olarak birinci sırada olduğu söyleniyor. Otelimize yürüyerek giderken uzunca bir köprünün tam ortasında güneşin batışını seyre dalıyoruz. İki gün geçirdiğimiz bu özel şehirdeki turumuz sırasında 1201 yılında kurulan Riga’nın Old Town denilen tarihi merkezindeki önemli yapılarını görüyoruz. St. Peter’s Kilisesi, Brotherhood of the Blackheads Evi, Dome Katedrali, Büyük ve Küçük Guildhalls, St. Jacob’s Kilisesi, Riga Kalesi, Özgürlük Heykeli ve şehrin eşsiz mimarisine tanık olacağımız art nouveau stilindeki yapılarıyla süslü sokaklarda yürüyoruz. Evlerin fiyatları uçuk çıkaracak cinsten, aşırı pahalı. Herkes bir tane ev beğenip bunu ben satın alacağım, şakası yapıyor gülüşüyoruz. Sokaklarda resim çekilen gelin damatların sadeliği ve güzelliği gözümüzü alıyor. Hediye olarak Riga şehrine özel “Balsam” adı verilen, yedi türlü bitkiden yapılmış içeceklerden alıyoruz.

Şehir turunun ardından Letonya’nın Baltık Denizi kıyısında yer alan Jurmala şehir turunda bembeyaz kumsalları ve orman içerisinde yer alan romantik ağaç evleriyle Letonya’nın sayfiye bölgesini ziyaret ediyoruz. Ayakkabılarımızı çıkarıp Baltık Denizi’nin sahilinde yürümenin keyfini yaşıyoruz. Tertemiz çam kokulu havası, dingin atmosferi, şifalı suları, çamur kürleri ile Baltık Ülkeleri’nin en ünlü Spa otelleriyle yerli halkın ve turistlerin rehabilitasyon merkeziymiş. Hava kirliliğini önlemek amacıyla araba girişlerinin ücretli olduğu bu şirin sahil kasabasında dilerseniz yol boyunca uzanan kafelerde keyif yapabiliyorsunuz. Gezilecek yer çok olunca kafelerde oturanları seyrederek yürümeye devam ediyoruz. Otelimize geldiğimizde uyuyabilmek için kalın perdelerimizi kapatıyoruz. Ben çektiğim resimlere bakmaktan geç uyuyorum; uykumu aldım diyerek uyandığımda dört saat geçtiğini görüp nasıl dinlenmiş olduğuma şaşırıyorum. Meğer Riga’nın havasındanmış. Nehirde sal gezintisi yapamamış olmanın verdiği hüzünle Riga’ya doyamayıp bir daha gelmeye ant içerek, Estonya’ya doğru hareket ediyoruz.

En iyi korunmuş Orta Çağ şehirlerinden biri kabul edilen başkent Tallinn şehir turumuzda, UNESCO’nun “Dünya Mirası” olarak koruma altına aldığı ve şehrin karakteristik özelliklerini taşıyan tarihi yapıları ziyaret ediyoruz. Estonya bayrağının dalgalandığı Tall Hermann Kulesi, Toompea Kalesi, Alexander Nevsky Katedrali, Dome Kilisesi’ni görüp Toompea Tepesi’nden şehrin en güzel panoramik manzarasının fotoğrafını çektikten sonra St. Nicholas Kilisesi’ne geçiyoruz.

Rahibelerle fotoğraf çektirirken bize sarılmaları, sevgi dilinin en geçerli dil olduğunu gösteriyor. Sokaklarında gezerken insanların giydiği milli kıyafetler, Orta Çağ filminin içinde olma hissi uyandırıyor. Baltık altını denilen kehribar taşlı kolye almak için yarışa giriyoruz. Gezinin sonunda herkesin bir kolyesi ve küpesi çantasının bir köşesinde yerini alıyor. Hediye paketiyle birlikte verilen “madenden çıkmıştır” sertifikasını, satıcıların takıları camekândan çıkartırken verdikleri özeni izlemek bile eğlenceli olmuştu.

Turdaki herkes otobüse doğru yavaş yavaş yürürken anahtarlıklar gözüme çarpınca meşhur İngilizce aksanımla “How much?” diyerek iletişime geçtiğim anda parayı verip arkamı dönene kadar arkadaşımı ve rehber dâhil hiç kimseyi göremiyorum. İşte o an beni seyretmenin zamanıdır. Moris amcanın yavaş yürümesine güvenip “nasılsa görür yetişirim” derken, koca meydanda kalır mısın bir başına!.. Yabancı dil hak getire. Telefon yurt dışına nedense bir türlü açılamamış. Başka bir ülkeye otobüsle geçeceğimiz için otelden de çıkmışız. Bağıra çağıra ağlasam nafile. Allah’tan gözlerim henüz çok bozulmamış. Şahin bakışı atıp turdan benim gibi geride kalan birini görünce tazı gibi yanına bir koştum, bir koştum; sanırsınız olimpiyatlarda birincilik yarışına girmişim. Otobüste sakinleşene kadar geçen zamanda uslu uslu oturuyorum. Bir saat yol gittikten sonra ormanlık bir yerde yemek molası veriyoruz.

Geyik etinin tadının ekşi olduğunu daha önce tadına bakmış olanların söylemesi üzerine, biraz da fiyatı tuzluca olduğundan çorbasını içmekle yetiniyoruz. Etini bilmem ama geyik çorbası yediğim en lezzetli yemekti. Otantik bir ortamda içmek de cabası. Tahta masamda ekmek kırıntılarımı kuşlarla paylaşmanın keyfini anlatamam, yaşamak gerek. Hava serin mi serin. Elektrik sobası eşliğinde bir bardak kahve içerek ısınmaya çalışıyoruz. Çikolatası meşhur dediklerinden gözümüze kestirdiğimiz her çeşitten alıyoruz. Yağmur yağdıkça toprak kokusu burnumuzun direğini sızlatmaya başlıyor. Memleketten hikâyeler anlatıyoruz, telefondan çocuklarımızın resimlerini gösterirken torunlarıyla görüntülü konuşanlara kulak veriyoruz. “Bir yolculuğun en iyi ölçüsü kat ettiğin kilometreler değil, yolculuk sırasında edindiğin arkadaşlardır,” der Tim Cahill. Turda her meslek grubundan arkadaşlarla unutulmayacak anılar biriktiriyoruz. Balayına gelmiş yeni evli çift bizden bağımsız gezi boyu selfi çekiyorlar. Bayramı başka ülkede yaşarken rehberimizin ikram ettiği çikolatalarla mutlu oluyoruz.

Keyifli bir gemi yolculuğu ile Helsinki’ye geçiş ve Helsinki panoramik şehir turumuzu aynı gün yapıyoruz. Tur içinde Helsinki Katedrali, Rus Ortodoks Kilisesi, Finlandiya Parlamento binası, balık pazarı, Jean Sibelius Anıtı, taştan yapılmış olan Temppeliaukion Kilisesi vardı. Sahil boyu kurulmuş olan pazarda rengârenk sebzelerle süslenmiş kalamar ve balığın tadını asla unutamayacağım. Finlandiya en pahalı ülke olmasına rağmen deniz ürünleri lezzetli ve uygun fiyattaydı. Halkın kurduğu pazarda gezerken Türk olduğumu anlayan satıcı İstanbul diyerek benimle iletişim kurmaya çalıştığında gayriihtiyari “No İstanbul, İzmir” diye sayıklayınca karşılıklı gülüştük. Adam nereden bilsin bizim memleketi. Bundan sonra öğrenmiştir artık.

Serbest zamanda herkes tek başına bir yerlere dağılınca ben de elimdeki bozuk paralarımla kendime Helsinki dondurması ısmarladım. İngilizce konuşmadan parmağımla gösterdiğim her renk dondurmayı istedim. Masmavi gökyüzüne ve denize bakarak dondurmamı yerken bir hayalimi daha gerçekleştirmenin iç huzurunu yaşadım. Uçağa binmeden, turdaki herkes birbiriyle vedalaştı. O geziden sonra hayat tecrübelerinden yararlandığım, çok sevdiğim ablalarım ve abilerim oldu. Uzun ve yorucu bir gezi olmasına rağmen hayatı anlamak açısından bir adım önde olmak mutluluk verdi.

Hiçbir hayal gerçekleşemeyecek kadar büyük, hiçbir UMUT hafife alınacak kadar küçük değildir. Yeter ki hayatı ve hayallerinizi ertelemeyin. Ben hayalimi gerçekleştirdim. Darısı sizlerin başına.

Nurdan Aladağ

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler