0

YOL

Her yol bir sona ulaşır mı, yoksa her son yeni bir yolun başlangıcı mıdır?

Karşı tepelere bakan pencerenin önündeki çiçek desenli tek kişilik koltukta oturuyorum. Elimde kendini aramaktan deli divane olmuş bilge dervişin hayatını anlatan, oldukça sürükleyici bir kitap var. Günlerdir her sabah güneş karşıki tepeleri aydınlatmaya başladığında, ilk iş olarak bu kitabı elime alıp okuyorum keyifle. Bazı geceler sabah olmasını beklemeden kalkıp bir iki sayfa okuduğum da oluyor. Tarifsiz bir iç huzur buluyorum böylelikle. Yaşama dair bütün ön yargılarımı zihnimden silip süpürdü içinde anlatılanlar. Kendimi uhrevi bir dünyanın içine çekiliyormuşum gibi hissediyorum, kitabı okumaya başladığım günden beri. Dervişin hayatı ve söyledikleri gerçekten de çok etkileyiciydi.

Daha önce insanın sadece kendi hayatından sorumlu olduğunu ve yalnız kendisi için yaşaması gerektiğini düşünürdüm. Ömrünün devam ettiği sürece, kendi sınırları içinde hayatına yön verdiğini zannederdim. Fakat şimdi, bu düşüncemde ne kadar çok yanıldığımı anladım. İnsan sadece kendisi için yaşamıyor, yaşarken başka hayatları da etkiliyor, kimini yeniden inşa ediyor, kimini de yıkıyormuş. Bir etkileşim içindeymiş canlı cansız bütün varlıklar. Hiçbiri diğerinden bağımsız değilmiş yazılanlara göre. Kendi kendimi sorguluyorum hiç durmamacasına, farkında bile olmadan, divane derviş gibi. Derin derin düşüncelere dalıyorum satırları okudukça.

Daha önce hiç böyle olmamıştım. “Sana neler oluyor böyle?” diye sordum kendi kendime. Başımı çevirdim pencereden, karşıki tepelere hayranlıkla baktım. Sanki beni yanına çağırıyordu sağdaki heybetli tepe. Gülümsedim dervişin her karşılaştığı insana gülümsediği gibi. “Belki bir gün sana gelirim,” dedim içimden sessizce. Sürekli aynı pozisyonda oturmaktan boynuma ve sırtıma ağrılar girmişti, bana hiç fark ettirmeden. Kendimi öylesine kaptırmıştım ki kitaba, her yanımı ağrılar sarıp sarmalamıştı.

Oturduğum koltuktan kalktım ve arkamdaki pencereden görünen uzak tepelere dönüp baktım. Güneşin ışıkları tepelerin tamamını aydınlatıyordu. İki tepenin üzerinde de kısa patikalar vardı. Hepsi de tepelerin zirvesinde bitiyordu. Bir de uzun ama fazla geniş olmayan bir yol vardı, tam da iki tepenin ortasında. İnsanı cezbeden bir görüntüydü. Daha önce hiç fark etmemiştim bu uzun yolu. Ucu kim bilir nereye çıkıyordu? İnsanı kendine çeken, merak içinde bırakan gizemli bir görünüşü vardı. Ağrıyan boynumu iki elimle ovaladım, belimi de bir sağa, bir sola çevirdim yumuşak hareketlerle. Boynumda, belimde ve sırtımdaki ağrılar hissedilir derecede azaldı. “Oh be dünya varmış!” dedim. Sonra odanın içinde biraz dolaştım bacaklarım rahatlasın diye. Üzerimdeki ağırlık tamamen gitti. Yine sırtım pencereye dönük tekli koltuğuma oturdum. Pencere yarı açıktı. İçeri sızan rüzgâr bütün odayı yalayıp geçti. Çok ferahladım birdenbire gelen bu davetsiz misafir sayesinde. Derviş, “Tabiatın da bir dili vardır. Anlamak gerekir,” demişti önceki sayfaların birinde. Herhâlde anlatmaya çalıştığı bunun gibi bir şeydi.

Rüzgâr odanın içindeki gezintisine kısa bir süre daha devam etti. Daha sonra hiçbir eşyayı kırıp dökmeden, incitmeden geldiği gibi geri gitti pencereden. Rüzgârın ardından kitabımı koyduğum yerden tekrar geri aldım ve kaldığım yerden okumaya devam ettim. Epeyce yol kat etmiştim sayfaların üzerindeki yolculuğumda. Kendimi kitaba öylesine kaptırmıştım ki, dervişin yoldaşı, arkadaşı gibi hissediyordum artık kendimi. Neredeyse kitabın yarısına geldiğimi fark ettim. Canım sıcak bir kahve çekti yaz ortasında, birdenbire. Mutfağa gidip kendime acı bir kahve yaptım, tıpkı dervişin mola verdiği kervansaraylarda, hanlarda içtiği türden. Kahvemi alıp odaya geri döndüm. Karşıki tepelere bakarak yudum yudum içtim kahveyi. İçimde bir volkan vardı patlamaya hazır bekleyen. Yola düşmek istiyordum bir an önce. İçim içime sığmaz oldu. Kahve fincanını bırakıp yarısına kadar okuduğum kitabı tekrar elime aldım ilk günkü heyecanla. Bir ses içimden mi yoksa dışarıdan mı gelen; ayırt edemediğim bir ses, “Geri dön!” dedi. “En başa.” Bu ses, divane dervişin sesiydi sanki. Belki de ben öyle olmasını umuyordum, bilemiyorum. İçimden gelen bu sesi dinledim. Ve sonra kitabın ilk sayfasına geri döndüm.

Yapraklarını üçer beşer çevirdim sıcaktan nemlenmiş parmaklarımla. Birinci sayfanın giriş kısmında “Yol erbabı olmak gerekir,” diye yazıyordu. İlk okuduğumda pek bir anlam verememiştim, ama şimdi tekrar okuyunca, sanki daha iyi anlıyorum yol erbabı olmanın ne kadar derin bir anlam ifade ettiğini. Derviş olmak ilahi gerçeğe, yani aşka ulaşmak demektir. “Bunun için de nefsinden arınmak, onun kölesi değil efendisi olmak gerekir,” diyordu derviş ilerleyen satırlarında. Bu tümce beni çok etkiledi tıpkı günler önce ilk defa okuduğumda etkilediği gibi. Şimdi de aynı biçimde sarıp sarmaladı bütün benliğimi. “Peki, ya yolun sonunun neresi olduğunu, yolun sonunun nereye varacağını bilemezsek, neyi, nasıl bulacağız, nasıl yol erbabı olunur?” diye bir soru sormaktan kendimi alamadım. Öyle ya, binlerce yol var dünyada. Kiminin sonu boş, çorak bir tarlaya; kiminin sonu yeni bir yolun başına çıkıyor. Çoğunun sonu da birbiriyle kesişip başka bir son olmasını engelliyor. “Yol, sadece bir rotadır, asıl olan aramaktır,” diyordu derviş başka bir sayfada. Aklım iyice karışıyor diğer yandan da yola revan olmak istiyordum. Kitabı okumaya başladığım bu birkaç gün içinde, içimde çığ gibi engelleyemediğim büyük bir heyecan oluşmuştu. Ne yapacağımı bilemiyorum. İç huzura ihtiyacım vardı. Pencereden karşıki tepelerin arasındaki uzun yola baktım yine dakikalarca. Belki de huzur, o yolun sonundaydı.

“Her yol bir sona ulaşır ve her son yeni bir yolun başıdır. Aramaktan, yola revan olmaktan korkma!” divane derviş kitabı bu cümle ile noktalamış. Kitabı okumaya başladığımdan beri, içinde beni en çok etkileyen cümle bu oldu.

Sabah seher vakti, kitabı sehpanın üzerindeki yerine bıraktım ve karşıki tepelerin olduğu yöne doğru yürüyorum. Orada iki tepenin arasında yürümem gereken yolun başına vardım. Yönümü her şeyin başladığı evimin penceresine doğru çevirip kısa bir süre seyrettim. Ardımda beni bekleyen bir yol vardı.

Ümit Topçu

 

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler